ABD ve BM, her yıl 564 bin insanı kurşun atmadan nasıl öldürüyor?
ABD Başkanı Woodrow Wilson 1919'da, “savaştan daha şiddetli bir şey” keşfettiklerini söylemişti. Tehdit, “Bir ulusu adeta boğulmanın, bireyin savaşma eğilimini yok etmesi gibi aklı başına getiren mutlak bir tecrit" idi. “Bu ekonomik, barışçıl, sessiz ama ölümcül çareyi uygularsanız, güç kullanmaya gerek kalmaz. Bu korkunç bir çaredir. Boykot edilen ulusun dışında tek bir cana mal olmaz, ancak modern hiçbir devletin direnemeyeceği bir baskı yaratır" diyordu.
‘Milletler Cemiyeti'nin ilk on yılında, Wilson'un tarif ettiği bu araç İngilizce’de genellikle "ekonomik silah" olarak anılırdı. Bir silah olarak nitelendirilmesi, ona ilham veren savaş zamanı abluka uygulamalarını işaret ediyordu. Birinci Paylaşım Savaşı sırasında benzeri görülmemiş bir ekonomik savaş başlatıldı. Düşmanlarına mal, enerji, gıda ve bilgi akışını kontrol etmek ve kesmek için ulusal abluka bakanlıkları ve uluslararası komiteler kurdular. Orta Avrupa ve Orta Doğu'da yüz binlerce insanın açlık ve hastalıktan ölmesine, sivil toplumun ağır şekilde sarsılmasına yol açan bu ablukanın etkisi, onu bu kadar güçlü bir silah haline getirmişti.
Bugün, Büyük Savaş'tan bir asır sonra, bu önlemler farklı ama çok daha yaygın bilinen bir isme sahip: ekonomik yaptırımlar. Dünya ekonomisinin tek taraflı yaptırımlara tabi tutulan kısmı, 1960'larda yüzde 5.4 iken, 2010-22 döneminde yüzde 24.7'ye yükseldi.
İktisatçılar Francisco Rodriguez, Silvio Rendon ve Mark Weisbrot, bugünkü adıyla Birleşmiş Milletler ve ABD tarafından dünyanın geri kalanına uygulanan ekonomik yaptırımları inceledi. 1971 ile 2021 yılları arasında 152 ülkeye ait yaşa özgü ölüm oranları ve yaptırım dönemlerini içeren bir panel veri seti kullanarak yaptırımların sağlık üzerindeki etkisini analiz edildi. Esasen ‘iktisatçıların’ pek nadir yaptığı bir iş olan bu yoksulluk çalışmasının sonuçları çarpıcı: Her yıl 564.000 insan yaptırımlar nedeniyle kurşunsuz öldü.
Bu acımasız ‘dış politika aracı’ 100 yıl önce olduğu gibi yine finans ve enerji gibi temel ekonomik sektörleri hedef alıyor. İlaç, gıda, su ve elektrik sistemleri için parçalar gibi kritik ithalat kalemlerine erişimi kısıtlıyor ve bombaların ve füzelerin gözle görülür yıkımına yol açmadan yaygın bir acıya neden oluyor.
Toplamda, 5 yaşından küçük çocukların ölümleri, 1970-2021 döneminde yaptırımların neden olduğu toplam ölümlerin yüzde 51'ine tekabül ediyordu. Çocuklar yeterli beslenemedi, çocukların kızamık, zatürre ve ishal gibi tedavi edilebilir hastalıklardan ölme olasılığını artırdı. Ülke ekonomileri çöktü. Kıtlık yaşandı. Gerçek bu, kapitalist barbarlık.
BAE, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları sırasında İsrail olan ticaretini yüzde 11 artırdı. 3 milyar dolar dolar olan ticaret hacmi genişledi. Bu fotoğrafın bir yüzü. Fotoğrafın diğer yüzünü de, her yıl kurşunla ya da kurşunsuz işlenen cinayetleri, açlığı ve kıtlığı da Gazze katliamının ortasında kalan Gazzeli yazar Malak Ridwan anlatıyor:
Açlık hayaleti, Gazze'ye geri döndü; harap sokaklarında gece hırsızı gibi süzülüyor, çocukların nefesini, annelerin gücünü, babaların onurunu çalıyor. Bu, yavaş ve acımasız bir ölüm—bombaların ani gürültüsüyle değil, boş midelerin sessiz sızısıyla, günlerdir ekmek yüzü görmeyenlerin donuk bakışlarıyla geliyor.
Bu, Gazze'nin ilk kıtlığı değil. Daha geçen yıl, Ocak 2024'te, kuzeydeki insanlar şimdikinden daha hafif olmayan bir açlıkla mücadele etti. O zaman da, şimdi olduğu gibi, un, şeker, mercimek—bir zamanlar fark edilmeyecek kadar sıradan görünen temel gıdalar—erişilmez hazineler haline geldi. Aileler, azıcık erzaklarını çocuklarını hayatta tutmak için altın gibi paylaştı. O zaman bile ilaç, çok azının karşılayabildiği bir lükstü. Diyabetik olan babam, titreyen elleriyle azalan haplarını sayar, bitme korkusuyla ağrısını ölçerdi.
Şimdi açlık geri döndü, daha karanlık, daha derin. Pazarlar—eğer hâlâ pazar denebilirse—boş tezgahların mezarlığı. Bir çuval un bulan birkaç şanslı, onu bir sır gibi saklıyor, toz ve umutsuzluk tadındaki kaba ekmeklere dönüştürüyor. Artık çocuklar şeker için ağlamıyor; tadını unuttular. Onun yerine zayıf zayıf inliyorlar, karınları açlıktan şişmiş, kaburgaları incecik derilerinin altında belirgin.
Ve yine de dünya izliyor. Yine de kamyonlar durduruluyor, yardımlar gecikiyor, sınırlar tıkalı kalmaya devam ediyor. Gazze, herkesin gözü önünde açlıktan kıvranırken, güçlüler acının matematiğini tartışıyor—bir insanın hayatta kalması için kaç kalori gerekir, kaç gram pirinç bir öğün sayılır? Ama açlık sayılardan ibaret değil. Bir babanın son ekmeğini ikiye bölüp kendisi aç değilmiş gibi yapmasıdır. Bir annenin bir tutam tuzla kaynattığı suya "çorba" demesidir. Diyabetik babamın haplarını sayarken, kuşatmanın bitmesine yetecek mi diye dua etmesidir.
Gazze daha önce de açlığı tanıdı. Çok iyi tanıyor. Ama bir halk kaç kez kıtlık çekmeli ki dünya onların da insan olduğunu hatırlasın?
Evrensel'i Takip Et