‘Geyikler, Annem ve Almanya’
Unutmazsınız çok uzun yıllar, okuduğunuz bir kitabı, izlediğiniz bir filmi, bir sanat yapıtını. Bunlar tek değildir elbette. Kum saati aktıkça, günler geceye, geceler gündüze döndükçe, aylar yılları kovaladıkça “unutulmayanlar” artar. Ruhunuza bir çentik atmıştır çünkü. Hatta zaman içinde zihniniz size tatlı oyunlar da oynayabilir, bazı yerlerini, yazarını yanlış anımsatmak gibi… Ama özü doğrudur. Bir başka kitaptan bir cümle, hayatın içinden bir sahne, ne bileyim, bir çağrışım sizi alıp o unutamadığınız yapıtlardan birine, bazen birkaçına birden götürür.
Zaten biraz da çağrışımlarla yaşamıyor muyuz?
“Geyikler, Annem ve Almanya”[1]
İlk kez 1979 yılında gün ışığına çıkmış… Ödüller almış, antolojilere girmiş, filmi yapılmış, Fransa’da Türkçe öğretim kitaplarında yer almış.
Nursel Duruel hikayenin yazılış öyküsünü de yazmış çok yıllar sonra İmge Öyküler dergisine.[2]
TRT’de çalıştığı yıllarda bir röportaj için Feriköy’ün yoksul mahallelerinden birinde yaşayan bir yaşlı kadını görmeye gider. Söyleşiyi gerçekleştiremez ama anne ve babasının Almanya’da işçi olarak çalıştığını öğrendiği iki küçük kız çocuğuyla karşılaşır. Dört beş yaşlarında olan küçüğün Türkçesi kıttır, sürekli ağlamaktadır ve kendinden bir iki yaş büyük ablasına sığınmaya, onun arkasına saklanmaya çalışmaktadır.
“Çocuğun çaresiz bakışı uzun süre peşimi bırakmadı; her anımsayışta acı katmerlendi.”
Birlikte çalıştığı Ümit Kaftancıoğlu’nun çevresindekileri yazmaya yönelttiğini söyler Nursel Duruel ve onun bu söylemlerinin etkisiyle o sıralar üzerinde çalıştığı bir çocuk romanının yazımından vazgeçip “Geyikler, Annem ve Almanya”yı yazar, Türk Dili dergisine yollar, dergide öykülere bakan Fakir Baykurt yazarı arar ve takip eden ilk sayıda yayımlanacağı haberini verir. Genç bir yazar adayı için sevindiricidir, önemlidir bunlar; hele de biraz “tutuk” biriyse yazar.
Öz yurdunda tutunamayıp, ülke dışında kol gücüyle ekmek kazanılmaya çalışılırken geride bırakılan dramlardan biri öykünün özüne yerleştirilmiştir. Geçim derdinden sağa sola savrulmuş bir aile. Baba Almanya’ya gitmiş ama memleketteki ailesini ihmal etmiş. Anne iki çocuğuyla annesinin yanında... Çevresinde olanları yeni yeni anlamaya başlayan bir kız çocuğu, her halde on yaşlarında filan olmalı; düşlerine bir dere kenarında tüm ailenin bulunduğu kilim yıkama zamanını da katmış ki öykünün “Geyikler”[3] kısmı, hüznü, sevinci burasıdır.
Gündemi çok hızlı değişen ülkede, ekonomik kaygıları esas olan, emsallerini geçip iyi bir okul, üniversite kazanma düşüncesinden ötürü ha bire yarış atı gibi koşturan, daha sonra işsizliğin pençesinde kıvranan gençlerin durup geriye bakma, büyüklerinin, en büyüklerinin nasıl yaşadığını, tabiatın bozulmadığı, hayatın yalnızca dijital platformlar olmadığı zamanları düşünmeye zamanı yok. 2000’li yılların başında bir öğrencinin bir sebeple sorduğu soru hâlâ güncel: “Televizyon yayımlarının olmadığı çocukluk zamanlarında ne yapıyordunuz, nasıl zaman geçiriyordunuz?” Sorunun kapsadığı yıllarda ülkenin dört bir yanına yayılmamıştı tek kanallı televizyon yayımları. Şimdi aynı eksende sorulacak sorunun kapsamını düşünmek mümkün değil, dünya cebimizde...
Elbette karşı olunmaz bilim ve teknolojiye… Sorunu Gülten Akın dile getirmişti zaten: “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya.”
Kirlenmemiş, iri taşların, küçük kayacıkların üzerinden şırıl şırıl seken bir akarsu… Çakıllı bir kıyı… Çevrede kadınlar, erkekler… Her yaştan cıvıl cıvıl, bazıları pantolon paçalarını dizlerine çemrelemiş, eteklerini bellerine sokup pijama altlıklarıyla suya girmiş çocuklar… Dilleri dışarıda, gözleri ışıltılı, başları dik, kuyruklarını neşeyle sallayarak hoplayıp zıplayan birkaç köpek… Yanlarında birkaç at, eşek veya katır ya da bir el arabası: Halı, kilim, yün, yorgan gibi yıkanacak eşyaları, malzemeleri getirmiş… Vardır belki böyle bir “mutluluğun resmi”. O berrak dereye iyice ıslanması için uzatılmış bir kilimin motiflerinin hareketliymiş gibi görünmesinin duyarlı insanda uyandırdığı haz… Kamera, bir kız çocuğunun ıslak gözleri…
Kadim öyküleri ara sıra anımsamak kötü bir şey değildir sanırım!..
[1] Geyikler, Annem ve Almanya, Nursel Duruel, Can Yayınları, İstanbul, Eylül 2006
[2] İmge Öyküler, Geyikler, Annem ve Almanya’nın Serüveni, Nursel Duruel, Sayı 2, nisan-mayıs 2005, s.138, 139, 140.
[3] Bu sözcük de geçen zaman içinde evrime uğradı “Gırgır, şamata, vakti boş geçirme” anlamına geldi; en azından bu öyküyü dikkate aldığımızda zaman çok acımasız.
Evrensel'i Takip Et