Sırrı Süreyya Önder ve kırk saniyelik bir video

Fotoğraf: MA
Hep kalabalık gezer o iktidar sahipleri. Önlerinde sürekli “yort savul”cular vardır. Ayağa kalktıkları anda çevresindekiler hareketlenir, korumalar çevreyi sarar, diğerleri ceketlerinin önü ilikli, bir omuzları düşük, boyunları eğik, el pençe divan dururlar. Koridorlar kuşatılmıştır. Asansör “o” kullanacak diye başkalarının kullanımına yasaklanmış, hazırda beklemektedir. Otomobili kapı önünde yine kalabalık koruma ordusu eşliğinde hazırdır; ön ve arkasında da en az üç beş otomobil daha vardır koruma amaçlı. Trafik düzenlenir,-çoğunlukla- durdurulur, o önemli zat biner ve yola çıkılır.
Mühim bir şahsiyettir o kişi! Seçilmiş biri de olabilir, seçilenlerce atanmış biri de. Halk için görev yaptığını söyler belki ama halkın kendisinin önünde eğilmesini, kurşun asker gibi beklemesini gözler.
Yalnız bu kişiler değil, onların aile bireyleri, kapı kulları ve onların aileleri, alt makamında bulunanlar ve onların aileleri, şoförleri ve onların aileleri kendilerine hak gördükleri bu ayrıcalıktan yararlanır: Sen kim oluyorsun, ben filanın yakınıyım!..
Caddelerde, sokaklarda, pazarlarda, -ne bileyim- AVM’lerde, lokantalarda, halka açık alanlarda pek görünmezler, göründüklerinde de uzaya çıkmak yanlarına yaklaşmaktan daha kolay gelir. Ha, evet, halkçı göründüklerine ilişkin birkaç fotoğraf alınmasına, bir vatandaşın sorunlarını dinliyormuş gibi yapmasına izin verilir zaman zaman; üç, beş, on, yüz koruma arasından.
Kendine güvensizlik midir? Verilen makamın maddi ve manevi hazzını en uç noktalara kadar zorlamakta mıdır? Kibirden, kapristen, aşağılık duygusundan mıdır bu büyüklenmeler? Kendisi de bir üst makama çıktığında kendisinin önünde yapıldığı gibi el pençe divan durmanın, boyun bükmenin, emriniz olur demenin o dayanılmaz ezikliğini astlarından çıkarmak mıdır yaptığı?
Sonuç o türkümüzde dile getirilmiştir:
“Üryan geldim yine üryan giderim.”
Sonrası Bâkî’nin bercestesidir:
“Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.”
Ama bazıları da kendinden öyle emindir ki sokaklara tek başına çıkar. Belediye banklarında oturur, kahvehanelerde çay içer, simidini alıp yarısını kuşlarla paylaşa paylaşa gezer şehri.
Hayatın içindedirler, zamanında feleğin çemberinden geçmişlerdir, şimdi onunla köşe kapmaca oynamaktadırlar. Hiç büyüklenmezler. Çocukla çocuk olurlar yapmacıklığa düşmeden.
Hayatlarının çoğu onurlarından taviz vermedikleri için hapislerde, her türlü zulüm altında geçmiştir. Anadan, yardan, evlattan, dostlardan ayrı düşmüşler ama görüş günlerinde yüzlerinden gülümsemeyi hiç eksik etmemişlerdir onlardan; işkencelerde adam satmamış, bir kez bile of dememişler, üstüne üstlük espri yeteneklerini yitirmemişlerdir.
Paralarla oynayacak imkanları ellerinin tersiyle ittikleri için bırakın yedi ceddine, yakın çevrelerine ve hatta kendilerine bile “hayırları” olmamış, onurlarına leke sürmemiş, akçeli karanlık işlere bulaşmamışlardır.
Çünkü onlar Nabi’nin imbikten süzülmüş gazelini yaşamışlardır:
Bâğ-ı dehrûn hem hâzanın hem bahârın görmüşüzBiz neşâtûn da gamın da rûzigârın görmüşüz
(Biz, dünya bahçesinin hem sonbaharını hem ilkbaharını, sevincin ve üzüntünün de rüzgârını gördük.)
(Bir beyti daha günümüz Türkçesiyle ekleyeyim: Yüksek makamın itibarının kibri ile oturanların sonradan yüksek makam önünde el bağlayıp durduklarını gördük.)
Eminim ki bu dizeleri ve gazelin tümünü çok iyi biliyorsunuz, belki de ezberinizdedir.
Sonra işte sıradan, hiçbir lüksü olmayan, günümüzdeki ekonomik koşullar sebebiyle biraz zorlansa da orta ve alt sınıflara hitap eden o lokantanın güvenlik kamerasındaki 30-40 saniyelik video, hastaneye kaldırılışınızdan önceymiş.
Geliyorsunuz kalabalık bir sokaktan. Yalnızsınız. Hatta lokantanın kapısının önünde görünen o iki üç kişinin tavırlarına bakılırsa arkasında koruma olmayan sizi, yani Meclis başkanvekilini, ülkenin en kritik sorununun çözümünde “tehlikeli” tarafın heyet üyesini tanımıyorlar bile. Kapıdan içeri giriyorsunuz, kapıda bekleyen garson da sizin ardınız sıra içeri giriyor. İç kamerada lokantanın alt kısmındaki bölüme geçtiğiniz görülüyor, merdiven biraz dar. Sonraki güvenlik kamerası: Yan yana oturanların omuzlarının birbirine değmeden yemeklerini yemesi mümkün olmayan dört kişilik küçücük bir masa. Ismarladığınız tek kap yemeği sol elinizdeki telefonla ilgilenirken yiyorsunuz.
Ne güzel, mütevazı bir hayat yaşıyorsunuz.
Sizin gibiler yok denecek kadar az, her mihneti kabul ettiniz, tarih tanıktır buna, yeter ki gün eksilmesin pencerenizden.
Hadi, kalkın artık.
Evrensel'i Takip Et