Can pahası
1940 senesinde Hasan Ali Yücel, Meclise köy enstitülerini sunarken, çıkış noktasını Anadolu’nun eğitim seferberliğini, kalkınmasını kentte yetişmiş bir avuç öğretmenin vatanperverliğine, idealizmine bırakamayız, bu devletin vazifesidir diye ortaya koyuyordu.
85 sene sonrasında bugün, ödediğimiz vergi dışında devleti hissedemez olduk.
Deprem oluyor, ülkenin her yerinden insanlar enkaza girmek için yola çıkıyor, bir sürü afet arama kurtarma platformu var, üye oluyor, eğitim alıyor, sertifika alıyor, gidiyor enkaza giriyor. Madenci madeni bırakıyor, inşaat işçisi şantiyeyi, koşuyor. Kimi insan işini gücünü bırakıyor, istifayı basıp aylarca deprem bölgesinde dayanışma için çadırlarda çalışıyor, halk deprem mağdurlarına evini açıyor, elindeki avucundakini veriyor, bağışlıyor. Araya devlet girdi mi bağışın hesabı mahşere kalıyor.
Yangın oluyor, köylüsü, afet gönüllüsü, yazlıkçısı kim varsa yangına koşuyor, motokuryelerin PET şişe ile su taşıdığı tek ülkeyizdir, motosiklet üzerinde kucakta ceylan, koyun, köpek, cepte kirpi, tavşan taşınan bir ülke.
Göz göre göre iş cinayeti yaşanıyor. İşçiler ölünce MÜSİAD patrona teselli yemeği veriyor, işçilerin davasını alan avukat tutuklu.
Tarikatlarda çocuklar istismar edilince gazeteciler gündeme taşıyor, kadın hareketi, meslek örgütleri, toplum ayağa kalkıyor. İlk yargılanan, haberi yapan oluyor.
Kadınlar öldürülüyor, davasına, geride kalan aileye desteğe yine kadın örgütleri koşuyor. Sanmam bu aile bakanı sayabilsin son ayda öldürülen kadınların adını. Ama Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna sorsan, kim nerede nasıl ve kim tarafından öldürüldü, duruşması nerede, ne gün görülecek ezbere biliyor.
Her gün dünyanın en önlenebilir sebepleri yüzünden, en kolay şekilde, hesapsızca ölüyoruz. Ölülerin hesabını soranları azap bekliyor yargı nezdinde de.
Devlet nerede?
Biz birbirimizi kurtarırken ölüyoruz artık, tam bilmediğimiz halde çaresizlikten enkaza girip artçıda ölebiliyoruz, asbest soluyup ölebiliyoruz, bir otel ya da orman yangınında bir insan çıkardıysam bir kişi daha kurtarırım düşüncesine kapılıp ölebiliyoruz, bir kadının öldürülmesine engel olmaya çalışırken ölebiliyoruz, çocuklar istismara kurban gitmesin, hakkımız gasbedilmesin derken soluduğumuz biber gazı yüzünden kalp krizi geçirip ölebiliyoruz. Kavga ayırırken ölebiliyoruz.
Kurtarırken de ölüyoruz artık.
Canımız yalnızca bir sayı devlet nezdinde. Bir daire bedeli saatleri kollarında, kırışmamış takımlarıyla, yılan derisi kunduralarla çıkıp şehit ilan edip kahramanlığı övüp çakarlı, klimalı, kurşun geçirmez araçlarla uzaklaşıyorlar olay mahallinden.
Her gelişleri bir kurtarmaya mani.
Birbirimizi kurtarabildiğimiz kadar hayattayız artık.
Sadece afette, krizde değil, aman dertten canına kıymasın, aman acından sokakta kalmasın diye, aman tedavi olabilsin, aman ilacı bulunabilsin diye, aman çocuk dünya çapında okul kazanmış el verelim burs toplayalım da bizi oralarda temsil edebilsin diye yedi yirmi dört bir dayanışma mesaisi.
Daha haksız yere içeride siyasi tutsakları, hukuksuz yargıları, mesnetsiz gözaltıları, ev baskınları ve bu insanları yalnız bırakmamak için harcanan emniyet, adliye, cezaevi mesaisini saymıyorum bile.
Ve acıyla görüyorum ki çok sayıda insan bir merhamet ve mücadele yorgunluğundan içine kapanıyor inceden. Kendi ömrünün biricikliğine sığınıp bekleyişinin yirmi yılı aşmasının yılgınlığıyla hiçbir şey için umut beslemeyip akışına bırakıp gidip geliyor işine. Her şeyin farkında olup hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi yaşamayı teorize etmeye çalışıyor: “Bakmıyorum haberlere, içim almıyor artık. Çok fena oluyorum sosyal medyayı bıraktım, takip etmiyorum. Biraz da başkaları çabalasın, yoruldum. Ben Gezi’de çok kahramandım ama işte sonu malum...”
Yusuf Hayaloğlu’nun dizeleriyle;
“Şarkılar küsmüş dudağa
Ömründe gecikmiş hasat
Karışmış çoluk çocuğa
Geçim derdinde demokrat
İçlenir hatırladıkça
İzlerini o günlerin
Düşe kalka bata çıka
Yaşadığı o depremin
Bu yolda dönenler oldu
Mum gibi sönenler oldu.”
Oluyor anbean da.
Hayat memat anlarında devletin eksikliğini doldurmaya çalışmaktan devleti vazifeye çağırmaya vakit bulamaz olduk. Devlet malum iktidarla eş anlamlı kullanılıyor artık. Onların gündemi başka, mevzusu başka, onların hayatı akarında, tek dertleri iktidarın devamlılığı, ne pahasına? “Daha ne istiyorsun, canımızı mı alacaksın?” derdik eskiden, canımızmış gerçekten o paha.
Bize bir afeti, bir felaketi daha beklemeden bir şiar lazım, devletsen yap işini dedirtecek bir şey.
Memleketin vergilerimizle döndüğünün farkında olduğumuzu iktidara hatırlatacak bir şey.
Ölümden evvel bir çıkışın işaret fişeği lazım bize, son kahramanlar da yanmadan, donmadan, susuzluktan ölmeden, gazda boğulmadan, sele kapılmadan, enkazda can vermeden önce.
Öyle bir fikir lazım ki bize, canını ortaya koymaktan geri duranın da katılmaktan geri duramayacağı bir fikir, Halep oradaysa arşın burada dedirtecek bir fikir...
Paradan başka şey tanımayanların en zayıf noktasına isabet edecek bir fikir. Hiç denenmemişinden, denenmiş her şeyin yılgınlığından herkesi çıkaracak kadar yeni bir fikir.
Hep bizim mi hayatımız felç olacak, bir kere de değirmenlerinin suyu dursun be!
Değirmen durursa devran döner zira...
Evrensel'i Takip Et