Mehmet Akif’in istibdat manzumesi
“Kardeşim Midhat Cemal’e” sunuşuyla Safahat’ın Birinci Kitap’ında yirminci sırada yer alan manzume şu beşlikle başlar:
Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd,
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd!
Diyor ecdâdımız makberlerinden: "Ey sefil ahfâd,
Niçin binlerce mâ’sûm öldürürken her gelen cellâd,
Hurûş etmezdi, mezbûhâne olsun, kimseden feryâd?
(Ey kirli baskı dönemi, yıkıldın, gittin ama milletin kalbinde silinmez bir kirli hatıra bıraktın! Atalarımız mezarlarından sesleniyor: “Ey sefil torunlar, her gelen cellat, binlerce suçsuzu öldürürken niçin son bir ümitsiz çırpınışla da olsa kimseden bir feryat çıkmazdı?” )
Beşinci beşlik:
Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse,
“Bu bir câni!” dedin sürdün, ya mâhkum eyledin hapse.
Müvekkel eyleyip casusu her vicdâna, her hisse.
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se…
Ne mel’ûnsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e!
(Her kimde onur belirtisi gösteren bir temiz alın gördünse “Bu bir cani!” dedin sürdün, ya da hapse mahkum ettin. Casusları vekilin yapıp her vicdana, (girdin?). Milletin en kahraman evlatlarını ümitsizliğe düşürdün... Öyle lanetlisin ki Şeytan’ın ruhuna rahmetler okuttun!)
Akif, toplamda altı beşlikle İstibdat adını verdiği manzumesine başlar ve sonrasında asıl öyküsüne “Bizim mahalleye poyraz kışın da uğrayamaz; / Erir erir akarız semtimize geldi mi yaz! / Baharı görmeyiz amma latif (güzel - hoş) olur derler… / Çiçeklenirmiş ağaçlar, yeşillenirmiş yer” betimlemesiyle giriş yapar. “Sıcak, ziyade sıcak bir geceydi; baktım ki: / Oturmak evde ölümden beter, dedim: Belki, / Çıkar dışarıda gezersem biraz nefeslenirim; / Epey de yorgunum amma gelince dinlenirim” diyerek mahallesini gezer, düşüncelerini aktarır, evlerin içinden taşan konuşmaları, şakalaşmaları duyar, çalınan udu dinler, Kur’an okuyan birinin sesi onu mest eder. Derken: “Duyulmasın mı biraz sonra başka bir acı ses? / Acep ne var? Diyerek koştu önceden herkes; / Fakat gidenlere baktım ki kaldırıp tabanı, / Bucak bucak kaçıyor: Kaç, bilir misin amanı?” Evlerdeki ışıklar kısılır, az önce duyduğu Kur’an ve udun sesi kesilir, mahalle sessizliğe bürünür. Anlatıcı yazar, çok kısa süredeki bu değişimi anlamak için olayın yaşandığı yere yavaş yavaş yaklaşır:
“Ne manzaraydı, İlahi, o gördüğüm sahne! / Beş on herif yapışıp bir fakirin ellerine, / Sürüklüyor. Öteden bir kadın diyor: - Bırakın! / Kocam ne yaptı? Nedir cürmü (suçu) bigünah (günahsız) adamın?” Zorla götürülmeye çalışılan adamın büyük oğlunun askerde öldüğünü, diğer oğlunun da Yemen’de bir yerde sürgün olduğunu öğreniriz. Bu acılarının yanında “göğsü sakattır” adamın: “Günahtır etmeyin, oğlum, ayıptır eylemeyin.”
Bu anlatıdan sonra adamın gece vakti alınma gerekçesi ortaya çıkar, selam götürüp getirme işi: “Demek alınmayacak Tanrı’nın selamı bile! / Köpek sürür gibi insan sürüklenir mi ayol?” Böyle yalvarıp kocasını savunmaya çalışan kadına biri “-Kadın, çekil, döverim ha! Sokulma haydi defol!” diyerek uzaklaştırmaya çalışır. Kadın, adamlara başlarında bir “paşa” olup olmadığını sorar, vardır. Ona ulaşmaya çalışır: “-Kuzum, nasıl paşasın, görmüyor musun? Kocamı / Sürükleyip duruyorlar… -Defol kadın, adamı / Vurunca öldürürüm ha! Benim şakam yoktur. / -Çekil hanım, paşa laf dinlemez; vurur mu vurur. / Bilir misin onu! Şevket-meâb Efendimiz’in (padişahımızın) / Birinci bendesidir… (En yakın hizmetkarıdır, kölesidir).
Kadın dişli çıkar, sözle ortalığı birbirine katar. Paşaya onu aşağılayan sözler söyler, yalnız olduğunun ayrımına varınca: “Mahallemizde de çıt yok, ne oldu komşulara? / Susup da kurtulacak sanki hepsi aklı sıra. / Ayol, yarın da sizin hânümânınız (eviniz, barkınız) sönecek… / Ne var sıçan gibi evlerde şimdiden sinecek?” diye onlara seslenir. Kocasını götürmeye gelenlerin başındaki “paşa” diye nitelenen kişi: “Atın şu kaltağı gitsin, tıkın hemen içeri” diye buyurur. Kadın yere düşer, bayılır; kocasını omuzlayıp cenaze gibi götürürler. Anlatıcı yazar, bir şey yapamamanın çaresizliği içinde ağlar, insanlığından utanır, kendini sorgular:
“Eve döndüm, bütün o facialar / Geldi karşımda durdu subha (sabaha) kadar. /…/ Ağlasın inlesin de bir mazlum, / Olayım seyre sade ben mahkum! / Yalınız ben miyim fakat cani? / Kim çıkıp “Yapmayın” demişti, hani? / Sustu herkes duyunca feryadı, / Kimsecikler yerinden oynamadı.”
İstibdat manzumesinden sonraki manzume “Hürriyet”tir.
Mehmet Akif’in ll. Abdülhamit’le hesaplaşması bitmez.
Sanatçı çağının tanığıdır.
Evrensel'i Takip Et