2 Ağustos 2025 00:06

Beşiktaş’a ıslahatçılık değil, kanlı bir ihtilal gerek

Son lig şampiyonluğunu kazandığı 2020-21 sezonundan bu yana bir kriz içinde olan ve her geçen yıl kendisini daha büyük bir krizin içinde bulan Beşiktaş, bu sezonun başında, üstelik daha Süper Lig bile başlamadan, kucağında nur topu gibi yeni bir kriz daha buldu. Avrupa Ligi ön elemesinde Shakhtar Donetsk’e karşı çok umut kırıcı maçların neticesinde iki karşılaşmada da kaybederek elenilmesi, Teknik Direktör Ole Gunnar Solskjaer’in geleceğini de tartışmaya açtı.

Beşiktaş’ın son dört yıldaki dokuzuncu hocası olan 52 yaşındaki Norveçli Teknik Direktör, medyada yapılan spekülasyonlara ve yönetimin de bunları net bir dille yalanlamamasına bakılırsa, kulüp tarihinde Karl-Heinz Feldkamp’ın ardından ağustos ayında görevi sona eren ikinci teknik direktör olmak üzere. Fakat Feldkamp’ın sağlık sorunlarından dolayı görevinden ayrılmak zorunda kaldığını düşünürsek, bu durumda Solskjaer, Beşiktaş tarihindeki, takımla sezon başı kampına gidip ilk lig maçına çıkamadan görevine son verilen ilk teknik direktör olacak.

Bu, Solskjaer için kuşkusuz üzücü bir son olsa gerek. Büyük hayâllerle geldiğiniz yeni bir ülkede, henüz yedinci ayınızın içindeyken, size verilen neredeyse hiçbir söz tutulmadan bir anda sözleşmeniz feshediliyor. Kalp kırıcı bir son. Ama bundan daha üzücü olan Beşiktaş’ın içine düştüğü, Beşiktaş’a lâyık görülen bu durum. Beşiktaş her geçen yıl, kurumsal ciddiyetini ve itibarını biraz daha yitiriyor. Bu her şeyden üzücü.

Beş dakikada değişir bütün işler

Oysa her şey ne kadar umutlu başlamıştı. 19 Ocak’taki imza töreninde, Solskjaer, Başkan Serdal Adalı’nın kendisine sunduğu projeye çok inandığını ve Beşiktaş’ı son yıllarda içine düştüğü başarısızlık sarmalından sabırla, adım adım gelişerek çıkaracaklarını söylemişti. Adalı da Solskjaer’in aradıkları isim olduğunu, taraftarların kendilerine en az 1.5 sene müsaade etmesi gerektiğini, bu süreçte futbol A takımını yeniden yapılandıracaklarını ve üç transfer dönemi sonunda özlenen Beşiktaş’ı geri döndüreceklerini vurgulamıştı.

Peki ne oldu da Beşiktaş bir anda tüm bu söylemlerin tam zıttı eylemliliklerin içine girdi? İlk olarak haziran ayı sonunda toplanan kongreden Dikilitaş gayrimenkul projesi için onay isteyen yönetim, istediği tam yetkiyi alınca farklı bir yola saptı. Gelecek sezondan itibaren bu projeden kulübe gelecek yüklü para akışına güvenen Adalı, belli ki transferleri de buna göre şekillendirmeye karar verdi. Göreve getirilen “şef scout görünümlü Futbol Direktörü” Eduard Graf ve ekibinden beklenen genç, potansiyelli transferler bir anda rafa kalktı ve bilindik, şöhretli oyuncu getirme alışkanlığına geri dönüldü. Hiç beklenmedik bir anda piyangodan çıkan Orkun Kökçü de bu eski ve zararlı alışkanlığa dönmek için harika bir nedendi. Elbette geri çevrilmedi.

Orkun transferinden sonra bir suskunluk dönemine girildi belki. Ama çok değil, birkaç ay önce taraftarlardan sabır isteyen Adalı, bir anda 25-30 milyon avroluk oyuncuların peşinde koşmaya başladı. Hâliyle taraftarın beklentileri de buna bağlı olarak arttı. Yeniden yapılanmaya ihtiyacı olan Beşiktaş, böylece bir kez daha hemen şampiyonluk hayallerine kapıldı. Son üç sezonun şampiyonu Galatasaray, Leroy Sané’yi, Victor Osimhen’i çılgınlık derecesinde meblağlar karşılığında transfer edip hedef büyütürken; Fenerbahçe, bu akıl dışı rekabet uğruna sadece bir yıllığına kiraladığı Jhon Duran’a 20 milyon avro maaş verecek kadar çığırından çıkarken; bu iki takımın karşısına düşük maliyetli, kimsenin tanımadığı genç yeteneklerle çıkmak kuşkusuz sabır ve biraz da cesaret isteyen bir yoldu. Ama girilmesi gereken yol buydu. Ne yazık ki Beşiktaş bir kez daha bu sabrı ve cesareti gösteremedi.

Taklitçilik Beşiktaş’ı tüketiyor

Şurası kesin ki, Galatasaray ve Fenerbahçe’yle onlara benzeyip rekabet etme alışkanlığı, Beşiktaş’ı bugünlere kadar getirdi ve bu kötü alışkanlıktan vazgeçilmediği müddetçe bundan da kötü günler siyah-beyazlıları bekliyor. Beşiktaş, iki ezelî rakibiyle boy ölçüşmemeli, aksine bunu reddetmeli ve başka bir şey yapıp bu ikisinin dengesini bozmalı. Aslına bakarsak, Beşiktaş’ı farklı, özel, kendine has kılan şey de budur zaten. Tarihi boyunca bunu yapabildiği müddetçe başarılı olabilmiştir. Yapamadığında da taklitçiliğe yönelmiş, kişiliksizleşmiş ve silikleşmiştir. Tıpkı şu anda olduğu gibi.

Beşiktaş’ın son 25 yılına damgasını vuran bu taklitçilik illeti, kulübü kendi kimliğinden koparıp, kendisine ait olmayan heveslere sürükleyen bir davranış bozukluğu olarak da tanımlanabilir. Siyah-beyazlıların tarihinde tek bir başarılı dönem bulamazsınız ki; o yıl rakiplerinden daha çok transfer yapmış, daha fazla para harcamış olsun. Ama Beşiktaş’ın geçmişinde çok başarısız olduğu, hüsrana uğradığı, büyük bunalımların içine gark olduğu dönemlere bakın; hepsinde müsriflik, lüzumsuz bir gösteriş merakı ve rakiplerle ancak bu şekilde baş edebileceği inancını görürsünüz. Hem sportif açıdan çok başarısız hem de mali anlamda her şeyin kötü gittiği iki dönem öne çıkar Beşiktaş tarihinde; ’70’li yıllar ve 2000’li yılların bilhassa ikinci yarısı. İki dönemin de ortak noktası, kulübün hiçbir şey üretmeden transfer hastalığına tutulması, belirli bir stratejiden yoksun bir şekilde her sene sil baştan kadrolar kurması, haliyle durmadan oyuncu ve teknik direktör öğütmesi ve buna bağlı olarak büyük bir kültür erozyonuna uğramasıdır. Şimdi bu iki başarısız döneme, yine benzer sebeplerden ötürü yeni bir dönem daha ekleniyor gibi görünüyor Beşiktaş’ta.

Her seferinde kestirme bir yol aramak, Beşiktaş’ı sonunda uçurumun kenarına kadar getirdi. Ama hâlâ kısa yoldan kurtuluş hesapları yapılıyor. Öyle bir yol yok. Kulübü yönetenlerin ve taraftarların, her şeyden önce bunu kabul etmesi lâzım. Bundan sonra Beşiktaş’ın önündeki bütün yollar sarp, dolambaçlı ve engebeli. Ya bu yoldan sabırla, dirayetle ve sebatla gidilecek ve sonunda düzlüğe çıkılacak ya da kestirmeden bir şekilde o uçurumdan aşağı düşülecek. Üçüncü bir seçenek kalmadı.

ABONE OL

EVRENSEL'İNMANŞETİ

50 lira sadaka
İktidarın ve sendikal bürokrasinin 600 bin işçiye reva gördüğü:

50 lira sadaka

Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisi, 600 bin işçiyi ilgilendiren kamu sözleşmesi sürecinde iktidarla el ele vererek işçileri sefalete sürüklüyor. Beştepe’ye giden sendika bürokratları, işçilerin karşısına ‘olumlu gelişme’ diyerek 50 liralık sadakayla çıktı. Patron örgütü İTO’nun bile yıllık enflasyonu yüzde 42.48 açıkladığı gün, işçileri yıllık yüzde 33 zamma iknaya uğraştılar.

Türk-İş ve Hak-İş’in talep ettiği ikinci 6 ay zammı: Yüzde 25

Kamu işçisine dayatılan ikinci 6 ay zammı: 50 lira + yüzde 11 zam

Dayatılan ortalama net ücret: 44 bin 270 lira

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Ağustos 2025 - Sefer Selvi

Onur Özgen

Beşiktaş’a ıslahatçılık değil, kanlı bir ihtilal gerek
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et