2 Ağustos 2025 00:05

Herkes memleketinde insanca yaşayabilse!

İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmış ve Ahmedinejad cumhurbaşkanı olarak ilan edilmişti. Ama seçimlere hile karıştırıldığı iddiasıyla İranlılar sokaklara dökülmüş, günler, aylar süren protestolar yaşanmıştı. Reform yanlılarının protestolarına sert müdahale edilmiş, çok sayıda kişi öldürülmüş, cezaevlerine konulmuştu. Öldürülenlerden birisi de Nida Ağa Sultan isminde bir üniversite öğrencisiydi. Rejim güçleri tarafından öldürüldüğü halde reddedilmiş, göstericiler tarafından öldürüldüğü öne sürülmüştü önceleri. Ancak tanıkları vardı ve Nida’nın milis güçleri tarafından öldürüldüğü çok açıktı.

Bu tanıklardan biri de üçüncü bir ülkeye iltica talebinde bulunan kadın gazeteci idi. Hâlâ İran’da bulunan ailesinin can güvenliği nedeniyle adını vermeyeceğim bu gazeteci arkadaş, uzunca bir süre Ankara’da benimle kaldı. 2009 yılı ortaları idi. O dönem Ankara’da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin önü onlarca mülteci ile doluydu. Kimi yurtlara vs. yerleştirilirken, dışarıda kalanlar da az değildi. Mülteciler daha çok başka illere gönderiliyor, üçüncü ülkelerden talep gelene kadar o illerde kalıyorlardı. Gazeteci arkadaş onlara göre daha şanslıydı, en azından güvenli kalacağı bir yer vardı. Ama hem korkuyor hem de ailesinden, ülkesinden uzakta, dilini bilmediği bir ülkede ne yapacağını bilemiyordu. Bu nedenle çok da üzgün ve içine kapanıktı. Türkiye İran’la sınır komşusu olduğu için her an gelip kendisini bulacaklarından, öldüreceklerinden korkuyordu. Ailesinden de haber alamıyordu. Defalarca hüngür hüngür ağladığına tanık oldum. Teselli etmeye çalıştımsa da üzüntüsüne engel olamadım. Öyle ki, geldiği zaman ışıl ışıl, gür saçları dökülmüş, adeta kelleşmişti. Arkadaşım uzun girişimler sonucunda Fransa tarafından kabul edildi de rahat bir nefes aldı. Sonra öğrendim ki, oradan da Amerika’ya geçmiş.

***

Bu örneği niye verdiğime gelince, geçen hafta Amerika ve Kanada’dan izlenimlerle, memleketinden uzak olmanın, hele de göçmen ya da mülteci ise ne kadar zor olduğundan bahsetmiştim. Haziran başında Washington’a gittim, gazetemiz yazarlarından yoldaşım Aras Coşkuntuncel evinde ağırladı. Onca uzakta bir yoldaşın bulunması nasıl da güzel, buradan kendisine meslektaşım eşine ve oğluna sevgiler gönderiyorum. 

Önceden bu şehirde olduğunu öğrendiğim İranlı gazeteci arkadaşım ile buluştuk. Tabi dil sorunu vardı ve kardeşimin tercümanlığı ile sohbet olanağı bulduk. Tek odalı, bir de banyosu olan evine davet etti. Yaşadığı zorlukları, yoklukları anlattı ki, burada tümünden söz etmeyeceğim. Ama uzunca süre yerde elbiselerinin üzerinde yattığını eklemekle yetineyim. Ülkesinde tanınmış, hatırı sayılır bir gazeteci iken, şimdi mesleğini yapamıyor, yaşamını başka işlerde çalışarak sürdürmeye çalışıyor.

***

İkinci örneği de New York’tan vermek isterim. Temmuz başında, Ankara’dan tanığım, gazetemiz muhabirlerinden Ekim Kılıç’a misafir oldum. Kendisine misafirperverliği için çok teşekkür ediyorum. Dört gün adeta New York’un altını üstüne getirdik.  Ekim, Brooklyn’de oturuyor.  Diğer şehirlerden hatta New York’un gördüğüm diğer semtlerinden de farklı bir yer. Daha çok alt gelir grubunda olan ya da göçmenlerin oturduğu bir semt imiş. Her saat sokaklarda çöp yığınları, özellikle metrosunda inanılmaz ağır idrar kokuları…

New York’a ilişkin izlenimlerimi değil ama burada tanıştığım yine adını vermeyeceğim bir göçmen kadından söz etmek istiyorum. Meksika’dan gelmiş, tabii kaçak yollarla. Nasıl? Diye sorduğumda sınırdaki tellerin altından geçerek kaçtığını söyledi. Ailesini, hatta on yaşındaki oğlunu bırakarak gelmiş. Üniversite mezunu ama bulabildiği işlerde, daha çok da lokantalarda çalışıyor. Eşinden ayrı, velayeti babada olduğu ve kaçışı güvenli olmadığı için oğlunu yanına alamamış. İngilizceyi çok az biliyor, ama çalıştığı yerler İspanyollara ya da Meksikalılara ait olduğu için çok sorun olmasa da sıkıntı yaşıyor. Tanıştığımız dönem işsiz ve sıkıntılıydı. Sonradan işe çağrıldığını duydum.

***

Bir üçüncü örnek de sağlık sektöründe çalışan, uzun yıllardır Amerika’da olan başka bir kadın göçmen. Memleketinde, yani Türkiye’de üniversite bitirmiş, formasyonu da var. Ancak ne kendi alanında ne de formasyonu aldığı öğretmenlikte iş bulabilmiş. Vize ile geldiği Amerika’da kalıp, yaşamını burada sürdüren, diğer iki kadından çok daha iyi koşulları olan birisi. Ama o da ilk başlarda yaşadığı zorluklardan, sıkıntılardan, gazeteci arkadaş gibi yatağı bile olmadığından söz etti ki, hiç kolay gelmemiş bu günlere…

***

Bu üç örnek de gösteriyor ki, kimse bile isteye memleketini terk etmek istemez. Arkadaşım Nebat Bükrek’in “Yılmaz” adlı romanında da anlattığı gibi ülkesini terk eden doktorlar, hemşireler, öğretmenler, mühendisler ya da akademisyenler gittikleri yerde “hoş geldin, iyi ki geldin” diye karşılanmıyor. Bir ülkede işsizlik olmasa, adaletli bir gelir dağılımı olsa, adalet muktedirlerin iki dudağı arasında olmasa, kazancı ile rahat bir yaşam sürse, bizdeki emekliler gibi sürünmese niçin ülkesini terk etsin! Ülkemizin önünde sonunda insanca yaşamın hüküm sürdüğü bir ülke olacağı inancı ile…

ABONE OL

EVRENSEL'İNMANŞETİ

50 lira sadaka
İktidarın ve sendikal bürokrasinin 600 bin işçiye reva gördüğü:

50 lira sadaka

Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisi, 600 bin işçiyi ilgilendiren kamu sözleşmesi sürecinde iktidarla el ele vererek işçileri sefalete sürüklüyor. Beştepe’ye giden sendika bürokratları, işçilerin karşısına ‘olumlu gelişme’ diyerek 50 liralık sadakayla çıktı. Patron örgütü İTO’nun bile yıllık enflasyonu yüzde 42.48 açıkladığı gün, işçileri yıllık yüzde 33 zamma iknaya uğraştılar.

Türk-İş ve Hak-İş’in talep ettiği ikinci 6 ay zammı: Yüzde 25

Kamu işçisine dayatılan ikinci 6 ay zammı: 50 lira + yüzde 11 zam

Dayatılan ortalama net ücret: 44 bin 270 lira

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Ağustos 2025 - Sefer Selvi

Sultan Özer

Herkes memleketinde insanca yaşayabilse!
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et