2 Ağustos 2025 00:05

Bir türlü dinmeyen kin: Kefaret hesaplaşması!

Eğer Mecliste oluşturulan komisyon cumhuriyetin feshi anlamında ise, var olan Anayasa’ya göre parlamentoyu oluşturan tüm grupların, temsil ettikleri halklara kefaret borcu var demektir, çünkü “kurucu lider” ve “kurucu parti” adına kimsenin kimseye kefaret borcu yoktur! Kefaret borcu zihniyetini taşıyanların art niyetlerini iyi okumak gerekir: Kefaret borcu şu demektir ki; ırksal temele dayanmayan, halkçılık ve devletçilik ilkeleri üzerine inşa edilmiş ulus-devlet siyasi yapılanması yıkılıyor, yerine Türk-Kürt-Arap ırksal temeline dayalı, emperyalist etkiye, dolayısıyla çözülmeye açık sömürücü kapitalist siyasi yapı inşasına yöneleniliyor. 

Alt kimlik temel insan hakkıdır, baskılanamaz, yaşanır, fakat ulus-devlet yapılanmasında bireysel özgürlük simgesi olmayıp, ulus yapısının ve sol politikanın temeline yerleştirilmiş dinamittir. Bu dinamit, günümüzde gelişmekte olan çevresel ekonomileri kaosa sürükleyerek parçalamak için merkez emperyalistin kullandığı göz boyayıcı siyasettir. Son zamanların moda söylemi “Türk-Kürt-Arap birliği” ifadesi, ulusu parçalayıcı söz konusu dinamitin Türkiye’nin kucağına verildiğinin işaretidir. Emperyalistin bu oyununa gelip, komisyon kurarak, Kürt ve Arap milliyetçiliğinden sol ve demokratik politika üretilemeyeceği gibi, Türk milliyetçiliğinden de sol ve demokratik politika üretilemeyeceği bilinmelidir. Irksal tabanlı politikalar insan haklarına saygılı görülmelerine rağmen, faşist-kapitalist iç yapılarıyla emperyalizmin halkları ezici politikalarıdır.   

Öyle anlaşılıyor ki, açılım politikasında cumhurbaşkanlığı düzeyinde alt kimliklerin gündeme getirilmesi, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi projesi uygulamasında gerekli aşama olan ulus-devlet yapısının bozulmasını amaçlayan emperyalistin hedefi uygulama yolundadır. Mesele, aynen Birinci Paylaşım Savaşı ertesinde Sovyetlerin çevrelenmesi harekatına benzer şekilde, şimdi de Çin’in çevrelenmesi amacıyla Ortadoğu’da bir ABD üssü oluşturmak, İsrail’in toprak sahasını genişletmek ve İsrail’in güvenliği amacıyla yeni bir devlet olarak Kürt devleti kurmaktır. Açıktır ki, bu proje Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi de içine alan bir sahada uygulamaya koyulacaktır.

Bu proje, bölgesel unsurların organik gelişme süreçlerinde kendiliğinden ve organik olarak olgunlaşan bir süreç olmayıp, ABD’nin küresel çıkarları doğrultusunda uygulamaya koyduğu master programın bir bölümüdür. İşin özü şudur ki, Ortadoğu’ya yerleşmeye çalışan ABD, bizlere dayattığı bu proje ile, bir yandan İsrail’in en muhtaç olduğu noktada, diğer yandan da AKP’nin örgütsel ve kişisel beka sorununun çözümü uğruna yeni anayasa yapma aşamasında parlamentoda ortak aradığı bir dönemde ve nihayet Kürt grupların devlet kurma çabalarının en optimal aşamasında uygun çözümü bulmuş gözüküyor. İşin daha da özüne inersek, ABD’nin uzun sürede ince hesaplarla rampaya oturttuğu üçlü uyum planının uygulanması için en uygun zaman gelmiştir. Böylesine rampaya oturtulan projede artık her grup kendi içinde amaca yönelik rötuşları yapmak durumundadır. Hal böyle olunca, hiçbir taraf bu harekatı kendine mal edemez. Bu demektir ki, devrede olan komuta gücü mikro organizmalar olmayıp, ABD-İsrail ortaklığı ile yansıyan ana karar mekanizması ve gücüdür. Ana komuta gücün hedefi ile mikro güçlerin farklı hedefleri arasında hemen hemen hiçbir organik bağ olmadığından, mikro organizmaların hedefleri arasında keskin çatışmaların olduğu şimdiden yüzeye yansıdığı gibi, yürüyüş aşamasında daha da keskin şekilde gündeme geleceği gün gibi açıktır.

Ana komuta gücün ABD-İsrail ortaklığı olduğu açıktır. İsrail’in ABD’yi son kertede alana çağırmış olmasına rağmen, sürecin daha başlangıçta birlikte tasarlandığı ileri sürülebilir. Kürt gruplara gelince, bağlı oldukları devletlerin hâkimiyetinden kurtularak kendi vatanlarını oluşturma gibi ulvi bir amaçla emperyalistin şemsiyesini kullanmak, ileriyi zamanı geldiğinde düşünmek üzere, şimdilik onların da amaçlarına uygun gelebilir. Unutmamak gerekir ki, emperyalistin Ortadoğu’ya yerleşmesi İsrail dışında -o da kuşkulu olabilir!- hiçbir devletin işine gelmemektedir, ya da gelmemelidir!

Ortadoğu’da yürütülen ciddi operasyonun Türkiye’ye de sirayet ettirilmesi, Lozan’a itiraz eden ya da kuşkulu bakan tarafların hedefleri açısından çok büyük bir ciddiyetle ele alınmasını gerektirmektedir. Hatta bu bakışta Türkiye’yi Batı dünyasından uzaklaştırarak bir Ortadoğu ülkesi haline dönüştürmeye çalışan, bu uğurda ülkenin nüfus bileşimini dahi değiştirmeye kalkan siyasi yapının projedeki ortaklığı da unutulmamalıdır. Hatırda tutulması gerekir ki, Büyük Ortadoğu Projesinin ciddiyetle yürütülüyor olması ve Türkiye’nin de bu projeye dâhil edilmesi, sürecin olağandan çok daha ciddi olduğunu ortaya koymaktadır.

Açılım olayına olumlu ya da olumsuz bakılsın gibi iki zıt kutuptan yaklaşım da, tüm alternatifleri dışlarcasına yalın bir bakış açısı da kesinlikle hatalıdır. Tarihe gömülmüş olumlu ya da olumsuz olaylarla yüzleşmek her asil devletin yapmaktan çekinmeyeceği bir yöntemdir. Bu konuda bir sorun bulunmamaktadır. Ancak, her şeyden önce meselenin adını doğru koymak gerekir; açılım denen süreç eşit güçler arasında bir yeni uzlaşma ya da sulh mudur, yoksa başat bir devletin yeni duruma göre yeni pozisyon alması mıdır veya başat bir devleti emperyalistle birleşmiş bir kitlenin bir pozisyon almaya zorlama operasyonu mudur? Bu karmaşanın çözülmesi ve durumun halka anlatılması iledir ki, ancak yürüyüş şekli halkın da içine sindirebileceği bir süreç şeklinde suhuletle çözülebilir. Süreç sonunda devletin tanımı ve yönetimin şeklinin belirlenmesi, ulusal dil meselesi, yerel yönetim meselesi, vergi erki vb. konularının her iki tarafın da geniş kapsamlı ve yetkili karar mercilerinde uzun uzun müzakere edilmesi kaçınılmazdır.

Demokrasi de, sosyalizm de etnik kimliğin başat alındığı bir yapılanmada kurulamayacağı gibi, bu yapılanmada antidemokratik olduğu iddia edilen süreçlerin çözülmesi de sağlanamaz. Demokratik ve sol politikalarla desteklenmeyen mikro yapılar, er ya da geç egemen emperyalistin kucağında yeni sorunlara savrulmaya gebedir. Açılım sürecinde etkilenmesi muhtemel üniter devlet yapısı, federatif devlet ya da konfederatif devlet formları salt devlet yapıları olarak görülmeyip, farklı yapılanmaların ekonomik sistem, hatta “ekonomik demokrasi” açılımları bağlamında ele alınmaları gerekir. Diğer bir deyişle, doğu ve güneydoğu sosyoekonomik yapılanmasının batı sosyoekonomik yapılanmasına uyarlanması için gerekli kaynak aktarımı konusunda parlamentonun ve halkın etkili olarak yer almadığı programa genel anlamda demokratik sıfatı dahi yapıştırılamaz!

Türk milliyetçiliğini savunduğunu ileri süren partinin başkanı ağzıyla Türkiye politikasına sokulan ırkçı yapıya dayalı açılım programı, Kürt ve Arap milliyetçi karmasından oluşan partiyi de yanına alarak, iktidar partisinin söylemine taşınan Türk-Kürt-Arap halkları birlikteliği ancak bağımsız devletler ittifakı şeklinde olabilir, fakat üniter yapıdaki bir ülkeye yedirilemez, yeter ki, ana muhalefet partisi de dahil olarak, emperyaliste başkaldıran tüm partiler emperyaliste kul olan partiler kadar cesur olabilsinler!

Başka bir açıdan da umalım yürütülen bu süreç üç parti ittifakıyla halkımızı etnisite temelli daha koyu ve önü alınamaz yaşam-boyu tek adam rejimine taşıyacak sözde anayasa yapımının yollarını döşemiş olmasın!

Kesinlikle unutulmaması gerekir ki, alt kimlik bir özgürlük simgesi olmadığı gibi, sol ifade ile de yan yana gelemez!

ABONE OL

EVRENSEL'İNMANŞETİ

50 lira sadaka
İktidarın ve sendikal bürokrasinin 600 bin işçiye reva gördüğü:

50 lira sadaka

Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisi, 600 bin işçiyi ilgilendiren kamu sözleşmesi sürecinde iktidarla el ele vererek işçileri sefalete sürüklüyor. Beştepe’ye giden sendika bürokratları, işçilerin karşısına ‘olumlu gelişme’ diyerek 50 liralık sadakayla çıktı. Patron örgütü İTO’nun bile yıllık enflasyonu yüzde 42.48 açıkladığı gün, işçileri yıllık yüzde 33 zamma iknaya uğraştılar.

Türk-İş ve Hak-İş’in talep ettiği ikinci 6 ay zammı: Yüzde 25

Kamu işçisine dayatılan ikinci 6 ay zammı: 50 lira + yüzde 11 zam

Dayatılan ortalama net ücret: 44 bin 270 lira

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Ağustos 2025 - Sefer Selvi

İzzettin Önder

Bir türlü dinmeyen kin: Kefaret hesaplaşması!
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et