21. yüzyılda bir “kentsel devrim” okuması

Kasımpasa Bedrettin Mahallesi
1 Mayıs’ı yeni geçtik, 6 Mayıs’ın eşiğindeyiz. 19 Mart’tan bu yana da Saraçhane Meydanı yeni bir tarihsellik daha edindi. Bir yandan emperyalizm, diğer yandan küreselleşme baskısı derken, andığım bu günler başta olmak üzere, yaşanan zamanların mekânı olan kent, bir devrimin sahası mı?
Bu soruyu başlıkta tırnak içine aldığım ifadelerin, “Kentsel Devrim” eserinin yazarı Henri Lefebvre’in ele aldığı çerçeveden açarak, 21. yüzyıla taşımaya çalışacağım.
*
Lefebvre, 1968 isyanları sonrasında, bu isyanları doğuran koşulları tartışarak, işçi sınıfını baskılayan koşulların sadece ekonomik nedenler olmadığını, kentsel yapının da üretim ilişkilerini belirlemesi nedeniyle etken olduğa işaret eder.
1970’de sunduğu “Kentsel Devrim” kavramı sanayi toplumunun yerini almakta olan bir “kentsel toplum”u işaret eder. Ürettiği bir doğrusal şemadaki iddiasına göre, kent dışı alanlar mütemadiyen kente tabi olmaktadır. Ve kentsel devrimin ufku, gezegensel kentleşmedir.
Lefebvre’e göre, kentin devrimci diferansiyel mekânını (zaman-mekân) tanımlamak için izotopi ve heterotopiyi ifade etmek ve bunu ütopya ile tamamlamak gerekir. İzotopi, mekânı çevreleyen şeylerdir, aynı mekânları kuran şey. Sistemin (iktidarın, sermayenin) yaptığı gibi. Diğer yanda, başka mekânları/farklılıkları içeren heterotopi vardır. Ütopya ise, -hep dile getirildiği gibi- soyut olan değil, kentsel gerçekliğin içindedir.
Böyle kısaca tanımlasak da bunları okuyamamamıza neden olan, yine kentsel yapının biçimlendirdiği “kör alan”lar vardır. Kör alanlar, çünkü kenti halen kapitalist kentleşmenin araçları/kavramları ile algılıyoruz. Oysa ki okuyamadığımız olgulara, bütün/tümel bir yaklaşım için, sistemin içinden değil, onun ötesine geçen bir şekilde bakmamız lazım.
Diğer bir deyişle henüz kendini gerçekleştirmeyen virtüel uzama, diferansiyel zaman-mekâna, ancak bir devrim düşüyle bakabilirsek ve bunu halen orada olan ve fakat kuvvetin henüz ortaya çıkmadığı bir potansiyel an olarak tahayyül edebilirsek ona yaklaşabiliriz.
Üstüne bir de bu kör alanların kurumsallaştığı modernitenin parçalı bilimleri, şehircilik, mimarlık gibi uzmanlıklar/disiplinler/teknokrasi, hep bu kör alanına hizmet ediyor. Örneğin anaakım şehircilik toplumsal ayrışmayı, sistemsel uyumluluk adına parçalar. Mimarlık tasarım arzusu ile “üst yapının” inşasına odaklanır.
Bu kör alanda kurulan çok-disiplinlilik de işe yaramaz, aynı bağlamdan üretildiği için. Bu nedenle tasarlanan “mekân temsili”nin, diğer bir deyişle “ayrışma” mekânlarının; “yaşanan mekân”a, “farklılıklar”a, heterotopiye davetkâr oluşu hayli önemli.
*
Bu kavramsal yaklaşımı bir örnekle açayım. Yazının görseli İstanbul/Kasımpaşa/Bedrettin Mahallesi’ne ait bir kare. Haliç Dayanışması toplantısına giderken bu mart ayının başında çekmiştim. Bedrettin, Dayanışma’nın emekçilerinden sevgili Süleyman Songur’un mahallesi.
Songur, mahallede geçirdiği ömrünü, oradaki ilişkilerini, sokaklardaki tanışıklıklarını, acil durumlarda nasıl örgütlendiklerini, ortamı bir anda nasıl bir eylem alanına çevirdiklerini “Yaşayan Üreten Dönüşen Haliç” belgeselimizde anlattı. Şimdi mahalleye giderseniz, oradaki yaşamsal mücadeleyi, sağlığı elverdikçe, size de anlatır.
Fotoğrafta görülen iş makinesinin köprüsü, mahalleliyi yerinden etmeye neden olacak inşai faaliyetlerden sadece birisi. Sonradan Tuz Ambarı olarak isimlendirilen eski un deposu yeniden işlev değiştiriyor. Kültürel hegemonya kuracak proje de yolda.
Yani Lefebvre’in ifade ettiği iktidar-sermayenin “aynılaştıran” izotopisi ile mahallelinin “farklılıklar” yaratan heterotopisi, sahada sürekli karşı karşıya geliyor. Songur ise, bizim belgeselin sonunda şöyle diyor; “Bu mücadele bitmeyecek. Kurtuluşa kadar savaşa devam”. Çünkü bu bir yaşam mücadelesi.
Kentleşmeyi nereden/nasıl okursak, mücadeleyi de ona göre kuruyoruz….
*
Neil Smith’in işaret ettiği gibi, küresel anlamda kentleşme sanayileşmenin yerini almadı. Kentleşmeyi besleyen tüm ürünler küresel ekonominin bir yerlerinde üretiliyor. Bununla birlikte, kentsel gayrimenkul üretimi, artık kentsel ekonomik genişlemenin merkezi bir itici gücü, yeni kentsel ekonomilerde çok önemli bir sektör.
21. yüzyılda politik-ekonomik sahada süregiden emperyalizm ve küreselleşme arasındaki önemli farklara işaret eden tartışmalar, bu yüzyılın kentleşme politikası için de söz konusu. Bu mevzu başlı başına önemli bir konu olmakla birlikte, Türkiye için son çeyrek asırda olagelen değişiklikler nedeniyle iyice kritikleşiyor. Önümüzdeki zamanda AKP yönetimde kalsa da gitse de; ana muhalefet CHP iktidarı alsa da almasa da, ya da bambaşka bir siyasi dönüşüm olsa bile, söz konusu kentleşme sorunu incelikle düşünülmeli.
İletişim Bakanlığı’nın iki yayını bize güncel kentleşme politikasını okuma imkânı sunuyor. İlki, daha önce de değindiğim, Evrensel’de de incelenen, “Türkiye Yüzyılı Mimarisi” isimli yayım. Diğeri de “21. Yüzyılda Türkiye’nin Kültür Seferberliği” yayımı. İzotopiler inşaya devam ediliyor. Heterotopiler de aktif.
Lefebvre’in kavramsallaştırdığı kente ilişkin bu yaklaşımlar bağlamında, bir kentsel devrim tahayyülü için, önümüzdeki bu gerçekliği kentsel-toplumsal hareketler bağlamında politikleştirmenin yararlı olacağını düşünüyorum…
Evrensel'i Takip Et