Sendikacıların ücretleri de TİS’e bağlanırsa!
Bir kamu toplu sözleşme süreci daha sendikacıların ayak sürümesi ile Yüksek Hakem Kuruluna doğru gidiyor. Şubat ayından beri işçilerin TİS taleplerine yanıt vermeyen TÜHİS, yani iktidar beş ay sonra ‘lütfen’ yanıt verdi ki, o da evlere şenlik. Verilen teklif yüzde 16 zam olup, o çok eleştirilen, gerçeği yansıtmayan rakamlarıyla sürekli gündem olan TÜİK’i bile arattı.
Buna karşı Türk-İş yöneticileri, önce çalışma bakanı ile görüştü, sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı önüne yürüdü. Beş ay, işçilerin, emekten yana sendikacıların tepkilerine rağmen sessiz kalan Türk-İş, Bakanlık önüne yürüyüş ile sonuç alacağını düşündü herhalde.
Önümüzdeki haftadan itibaren de sabah mesai öncesi iş yerine 500 metrelik yürüyüş, ikinci hafta iki saatlik oturma eylemi ve yarım gün iş bırakma, üçüncü hafta mesai bitiminde iş yerini terk etmeme, dördüncü hafta 81 ilde AKP il binaları önünde kitlesel basın açıklamaları ve son hafta bir günlük işe gelmeme (iş bırakma) gibi eylem kararları alan Türk-İş, bu eylemlerin güçlü bir “uyarı” olduğu görüşünde. Türk-İş açıklamasında, “Sabrımızı zorlayan bu sefalet teklifine karşı eylemlerimiz kararlılıkla ve artarak sürecektir. Taleplerimiz karşılanana dek alanlardayız. İnsanca bir yaşam için mücadeleye devam” denildi.
***
Bu eylem kararlarına “eyvallah” diyelim de geç kalınmadı mı? Beş aydır beklemek yerine bu eylemler beş ay önce başlatılsaydı, iktidar yüzde 16’lık zam mı teklif ederdi? İktidarın ikinci teklifinin de “Ölümü gösterip sıtmaya razı etme” politikası doğrultusunda bu rakamın bir tık üzerinde olması olasılığı güçlü. Bunu aşmanın yolu ise artık bundan sonrası için, 600 bin işçinin iş yerinde, sokakta, alanlarda sesini yükseltmesinden geçiyor. Gerek AKP iktidarının TİS süreçleri, gerekse öncesindeki iktidarlar dönemindeki TİS süreçleri göstermiştir ki, sesini ne kadar güçlü çıkarırsan hakkını o oranda alırsın. Bunun, günümüzde de geçmişte de pek çok örneği vardır.
Belki unutuldu! Ama hatırlatmakta yarar var. Yine kamu işçilerinin TİS süreci. Çiller Hükümeti işçilerin taleplerini karşılamaya yanaşmadı. İşçiler birçok iş kolunda grev kararı aldı ve uygulamaya başladı da. Türk-İş, ülkenin birçok yerinden üyelerini Ankara’ya çağırdı. 15 Ekim 1995, 500 bin işçi her türlü engeli aşarak, Kızılay Meydanı’na aktı. “Aktı” diyorum, abartmıyorum. Meydan dört bir taraftan doldu taştı. Burada bir not da ileteyim, Metin Göktepe de İstanbul’dan bu eylemi izlemek için Ankara’ya gelmiş, birlikte izlemiştik. Alandan yükselen işçilerin sesi 500-600 metre ilerideki Meclisten duyuldu, duyulmak zorunda kalındı. Çiller’in azınlık hükümeti güvenoyu alamayarak düştü, erken seçime gidilmek zorunda kalındı.
Demem o ki Türk-İş yönetimi, bağlı sendikalar isterse değil yüzde 16, yüzde 50’lik ücret artışını bile kabul ettirebilirler.
Yoksa; ne Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan’ın “Lütfen bir an önce en son verilen teklifi yeniden gözden geçirin” sözleri ne de Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın çalışma bakanı ile görüşme sonrası dediği “Bir buçuk saatlik toplantı yaptık. Teklifin, beklentimizin yanına dahi yaklaşmadığını söyledik. Bakan bunun ilk teklif olduğunu, ikinci teklifin de verileceğini söyledi. Bir an önce olumlu bir dönüş bekliyoruz” sözleri iktidarın, işçilerin taleplerini karşılaması için etkili olacaktır.
***
Bugün, istisnaları dışında tutarsak, sendikacılar adeta sınıf atlıyorlar. İşçilerin aldığı ücretlerle kıyaslanamayacak kadar yüksek, çift basamaklı ücretleri, harcırahları, lüks araçları vs. ile sendikacılar işçi sınıfından çok farklı bir yaşam sürmektedir. Hani derler ya “Bir eli yağda bir eli balda” diye. Büyük çoğunluğu abartısız bu şekilde (Gerçekten işçi sınıfının kazanımları için mücadele eden gerçek sendikacıları, Mehmet Türkmen örneğinde olduğu gibi hapis cezalarını bile göze alanları dışarıda tutarak)… TİS süreçlerinde işçiler hangi rakamda artış alırlarsa alsınlar sendikacıların ücret artışları, kendi belirledikleri delegelerle topladıkları genel kurullarda, el kaldır indir ile belirleniyor.
1990’lı yıllarda, belki 2000’li yılların biraz daha başlarında gazeteciler olarak genel kurullar öncesi dağıtılan mali tablolardan yola çıkarak, sendikacıların aldıkları ücretleri, harcırahları, diğer harcamaları hesaplar haberleştirirdik. Ancak, on yıllardır sendika genel kurullarında bu tablolara ulaşmak mümkün olmuyor. Bırakın gazetecileri, delegeler bile ulaşamıyor.
***
Yazının, “Sendikacıların ücretleri de TİS’e bağlanırsa!” başlığına gelecek olursak… Eğer sendikacıların alacakları ücretler her TİS dönemi, TİS ile belirlenen ücret artışı oranına bağlanırsa, sendikacılar değil, “lütfen”, “Sabrımızı taşırmayın” söylemiyle yetinmeyi, en yüksek artışı alabilmek için sürekli mücadele içinde olurlar. Böylece hem işçi sınıfından kopmamış, hem de işçileri için en yüksek ücreti alabilmek için mücadeleyi seçmiş olurlar. Gerçek sınıf sendikacılığı da böyle olmalıdır: Ücretleri, en yüksek ücret alan üyenin ücreti veya bir tık üzeri olması, artışın da yine aynı TİS ile yapılması…
Evrensel'i Takip Et