14 Haziran 2025 00:30

Belki aynı hislerdeyizdir diye...

Sanki kenarında küçük çocukların izlemesi sakıncalı, şiddet içerir uyarıları bulunan türü dram, gerilim bir filme sıkışmış gibiyiz.

Bunca acının böyle bir süreye sıkışması, bunca tutsaklık, bunca işkence ve ölümün bu kadar süreye sıkışması akıl alır şey değil.

Her sabahın felaketini bekleyerek güne uyanmak alışılır şey değil.

Ve ne acıdır ki birçok insan, iyiler eksildiğinde öğreniyor aslında neyi kaybettiğini. Mahir Polat’ın, Ramazan Gülten’in tutuklanmasının ardından öğrendi çoğu insan, cumhuriyet çocuklarının hâlâ neler başardığını, tıpkı her depremde evlerinin zeminini kontrol etmek istediklerinde Tayfun’un adını, her iş cinayeti davasında avukat olarak Can’ın adını gördükleri gibi.

Ferdi Zeyrek’in zamansız, acı kaybından sonra hayatında Manisa’yı görmemiş insanlar bile nasıl bir yerel lider kaybettiğini fark etti, acısını Manisalılar kadar hissetti. Özgür Özel’in “Yükümüz ağır, ne yapacağız bilmiyorum” dediğinde, acısını saklamadığında, yoldaşını saklamak için toprağa atladığında, siyasetten de insanlığın tamamen kopmadığını, kopmak zorunda olmadığını anladı. Her şeyin çoktan yazılmış, çizilmiş gibi, donuk, soğuk ve bizlerden kopuk olmadığının idraki geldi.

Özgür Özel, ciğeri parçalanarak yaptığı konuşmasında kürsüdeki çıkıntı parçaları eliyle yoluyordu, o kareyi yazarak anlatmak zor, ancak en sevdiğinin kaybını yaşayanlar bilir fark etmeden yapılan hareketlerle ayakta kalabilmek için bir şeylerden güç alma çabasını.

“Kadın, Konya’dan gelmiş” dedi konuşurken gözyaşlarını tutamayarak. Mikrofon uzatılan insanlar, yürekten bir acıyla söylüyordu: “Almanya’dan geldim, Kocaeli’den geldim... Duramadım.”

14 aydır belediye başkanlığı yapan Ferdi Zeyrek’i anlatılanlardan dinlemiş ve vefa, vicdan borcu hissetmişlerdi.

Manisa, tarihinin en kalabalık uğurlamasını yaşadı.

Bu, Ferdi Zeyrek’in yarım kalan hayallerine, 14 aya sığdırdığı büyük dönüşüme, olmazı olduran kararlılığına, adanmış ömrüne olan saygının büyüklüğüydü. Bu ülke tarihinin gördüğü en zorlu siyasi süreçte bir genel başkana omuz verebilme, yanında olabilme çabasıydı da bir yandan.

Ölümün adı kalleş, ne sırasını biliyor ne adaleti var. Bir haftanın her günü, yakından tanıdığım, duruşuna hayran olduğum arkadaş kaybettiğim 7 gün yaşadım peş peşe geçen ay. 7 güne 7 cenaze, aralarda alınan -gözaltına alındı, tutuklandı- haberleri cabası.

Normal olmamız imkansız. Sıranın gelmesini bekleyerek her sabah mesaiye başlamanın, su faturası ödemenin, kredi kartı ekstresi kontrol etmenin, taze fasulye kılçığı ayıklamanın anlamsızlığı...

İnsanız, insan bunca ölüm ve tutsaklık içinde defalarca daha sorguluyor yaşamın anlamını. Ne kadar daha ertelenecek hayat, ölüm gelene kadar mı? Sırtımızda bir ukde çuvalıyla, hayıf içeren bir film şeridi izleyerek mi veda edeceğiz dünyaya?

Ne yapmalı?

Bu acılar okyanusunda, dalgalarla boğuşurken savunduğumuz yaşam tahayyülünden de savrulduğumuzu fark ettim.

Sanki hemen iki saat sonra özgür kalsak mesela, milyonlarcamız unuttu nasıl özgür yaşanacağını. Kaliteli bir yaşam nasıldı?

Emeğin değerini sınırlar içinde tartıştığımızdan kendi değerimiz de Tefe-Tüfe hesapları içinde eridi gitti.

Neyi hak ettiğimizin farkındalığı gitti.

En iyilerimizi kaybederken hepimizin en iyiyi hak ettiğimizi düşünmeye sıra gelmedi.

Ukde çuvalım hafiflesin diye iki senedir tiyatro dersleri alıyorum. Bir oyun çalışması öncesi, eğitmenimiz ekip olmak üzerine bir konuşma yaptı. Sahnede birbirini gözünden anlayabilmek, güven ilişkisi kurabilmek üzerine. Sadece birbirimizin gözlerine bakarak kendimizi anlatmaya ve karşımızdakini anlamaya çalıştık. 10-15 dakikalık bir çalışma sonrası, bütün ekip birbirimize sarılmış gözyaşlarımızı siliyorduk. Mahvolmuşuz biz, dedim sonrasında, ortak duygumuz içimizde sakladığımız acılarımız anca. Yüreklerimiz, beynimiz, ciğerimiz ancak direniyor, dayanıyor ama bunca derdi saklayarak hayat akıyor gibi yapmak da ne kadar sürdürülebilir?

Aynı cümle geziyordu günlerdir aklımda “Ne yapacağız, bilmiyorum, yükümüz ağır.”

Gelecek hiç gelmeyecek, bu ömür de buraya kadarmış gibi bir sis bulutu işte. Bir şey oldu, ince bir aydınlanma gibi. Böyle zor anlarda insana annesi yetişir ya genelde, annem yetişti imdada. Ege Üniversitesinde 3. Yaş Üniversitesi açıldı, annem yeniden okula başladı bu sene. Tiyatro sahnelemişler, bu yaşımda annemi sahnede izledim, ikimizin de hayatında bir ilk. 70 senelik hayalini gerçekleştirdi o da. Bütün ekip 60 yaş üzeri, kendi ürettikleri metinle çıktılar, öyle olsun diye yapılmış bir oyun da değildi, iyi metin, iyi kurgu, iyi oyunculuk. Kör göze parmak sokmadan verilen toplumsal mesajlar, tam bizlik durumların hikayesini oynadılar.

Bademli Köy Tiyatrosunda.

Sanki bu ülke hâlâ köy enstitüleri dönemindeymiş gibi bir gün oldu. Flört hikayeleri de izledik, akademisyenden hekime, gazeteciden boşanma mağduruna karakoldan geçen yolları da. Bu konuların yerelde de böyle sergilenebileceğinin farkında değilmişim, annemin yaş grubunun bu kadar enerjik olduğunun da. Ömür, dünyanın çivisi çıktı diye bitmemiş daha, emeklilik tükenme değil yeniden üretmek de olabiliyormuş hem de başka bir evreni beklemeden.

Biz, savunduğumuz hayatı dayatmayı bırakmamalıymışız demek ki, yıkılmamak için önce bizi yıkmaya çalışanlar gibi olmamak gerekliymiş. Sası, sahte, çıkarcı, küçük hesapçı, TV’ye bağımlı, sözle yürüyen bir gemide değiliz biz.

Bilimin, sanatın, kültürün, oluk oluk bir yaşamın hayatımızdan çekilmesine, ortak coşkunun, kolektif üretimin ortadan kalkmasına karşı durmamız, emekliliğin derin yoksullukla, öğrenciliğin imkansızlıkla, çalışmanın kölelikle eşleşmesini kanıksamamak için gerekliymiş.

Onların çizdiği alanda söz üretmek yerine sokakta, hayatın içinde dostluğu, yoldaşlığı, bir aradalığı, kültür-sanatı, birlikte şarkılar söyleyebilmeyi, birlikte alkışı da yaşatmamız lazımmış.

Acı ve öfkede bir araya geliyoruz çünkü en çok bu duygularımız ortak.

Coşkuyu da ortaklaştırmak lazım, elimizde yaşama benzer bir şeyler kalsın diye.

Ferdi Zeyrek için Konya’dan Manisa’ya gelenin ruh hali ile Ali Asaf için balon uçurmaya giden on binlerin ruh hali ortak.

Yalnız değiliz biz, en çok bunu görmeye ihtiyacımız var. Ferdi Başkanın adanmış ömrünün kıymetini biliyoruz, iyiliğinden razıyız, iyilerin yanındayız, ailesinin acısı acımız, yoldaşı Özgür Özel’in yükünü gördük, üzerimize düşeni almaya hazırız, asla yalnız yürümeyeceksin sözünü birbirimize göstermeyi istiyoruz ve Ali Asaf’ın kazandığı yaşam savaşını kutluyoruz, iyiliği için bir araya geliyoruz.

Bizim en çok bir arada olmaya, birbirimizin gözlerinden derdini okumaya, anlaşılmaya, birbirimizden güç almaya ve bunca ölümlü dünyada yaşamın değerini birbirimize hatırlatıp o yaşam tahayyülünü elimizden geldiğince hayata geçirmeye ihtiyacımız var.

Biz yakınıp kabuğumuza çekildikçe feyiz değil ibret oluruz anca gençlere.

Ruhu şad olsun Ferdi Başkan’ın, bir büyük feyiz bıraktı kalanlara, böyle de ömür mümkün, 14 ay bile uzun, samimiyet hâlâ kazanır, iyilik hâlâ karşılığını bulur.

Şimdi de anısını yaşatmak nasıl olur cümle aleme göstermeliyiz.

ABONE OL

Ayşen Şahin

Belki aynı hislerdeyizdir diye...
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et