‘Bu emeğin de temel hakların da yalnızca maliyet olarak görülmesidir’
Şili’deki elektrik kesintisi özelleştirmenin sonuçlarını gösterirken, Türkiye’de Çayırhan Maden Ocağı özelleştirildi. Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, özelleştirmenin toplumsal etkilerini anlattı.

Fotoğraf: Muhammed Emin Canik/AA (Arşiv)
Nisa Sude Demirel
nisasudedemirel3@gmail.com
İstanbul – Özelleştirme hayatımızda yeni bir olgu olmasa da yeni özelleştirmeler ve geçmiş uygulamaların sonuçlarıyla hiç gündemimizden çıkmıyor. Örneğin Şili’de geçtiğimiz hafta ülkenin yüzde 99’unu etkileyen bir elektrik kesintisi yaşandı. 8 milyondan fazla kişi etkilendi, OHAL ilan edildi. Neoliberal politikaların laboratuvarı ve elektriğin özelleşmesi anlamında bir örnek olan Şili’nin Devlet Başkanı Gabriel Boric “Birkaç şirketin milyonlarca Şililinin günlük hayatını etkilemesi kabul edilemez” diyerek özel şirketleri suçladı. Türkiye’de ise eş zamanlı gündem Çayırhan Termik Santrali ve Maden Ocağının özelleştirilmesi.
1980’lerden bu yana süren özelleştirme politikalarının nedenlerini, sermayenin özelleştirme ihtiyacını Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir anlattı.
Şili’den Çayırhan’a
Özelleştirme politikalarının çıkış noktası nedir? Bu politikaları sadece Türkiye’de mi görüyoruz?
Özelleştirme neoliberal dönemde öne çıkan bir uygulamadır. Fordist ya da Keynesyen olarak adlandırılan dönemin bittiği, üretimin eş güdümünde piyasaların temel belirleyici olarak kabul edildiği bir politikaya işaret eder. Bu politikada kamuya ait malların özelleştirilerek satılması, kamu eliyle sosyal hak olarak yürütülen eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin piyasaya açılması ve emeğin sermaye için yalnızca maliyet unsuru olarak değerlendirilmesi esastır. 1970’lerde Şili’den başlayarak geliştirilen formüllerle, ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher öncülüğünde tüm dünyada özelleştirme yaşanmaya başlar. Haliyle küresel çaptaki dönüşümlerin ürünü olarak karşımıza çıkar. Thatcher’ın 1980’lerin hemen başında dillendirdiği TINA (There is no alternative - Başka seçenek yok) söylemi, özelleştirmenin emekçi sınıflar üzerindeki yıkıcı etkisinin sembolü gibidir. Gerçekten de 1980’ler ve 2000’ler arası, tüm dünya, şiddetli özelleştirme dalgalarına ve buna karşı direnişlere sahne olmuştur.
"Özelleştirme, haklara erişimin zorlaşmasının başlıca sebebi"
Türkiye de 1980 darbesiyle birlikte neoliberal politikalara ve özelleştirme süreçlerine sahne oldu. Bu politikaların Türkiye’deki simge ismi Turgut Özal’dır. Özal’la başlayan süreç ilerleyen yıllarda daha da hızlandı. 1990’lar ve 2000’lerin başı Türkiye’de de özelleştirme karşıtı mücadelenin hayli yoğun yaşandığı bir dönem oldu.
Geldiğimiz noktada, kamu mallarının büyük bölümü satılmış ya da özel işletmeler şeklinde örgütlenmiş, temel hakların hemen hepsi parayla alınır satılır metalara dönüşmüş durumda. Bu süreç haklara sahip olan yurttaşları da müşterilere dönüştürerek derin bir toplumsal kırılma da yaratıyor. Bugün eğitim ve sağlık gibi alanlarda yaşanan uçurumlaşmanın ve insanlık dışı skandalların temelinde de bu politikaların yattığını özellikle belirtmek gerek.
Bir kaynak aktarımı yolu olarak özelleştirmeler
Sermaye ve kapitalizm özelleştirmelere neden ihtiyaç duyar? Özelleştirme sermaye için nasıl bir çıkış noktası?
Özelleştirme süreçleri daha önce gerçekleştirilmiş artı değer üretiminin ele geçirilmesi esasına dayanır. Örneğin bir ulusun kaynakları kullanılarak, diyelim 60 milyar dolar maliyetle bir telekomünikasyon projesi gerçekleştirildi. Daha sonra “kamu verimsiz” denilerek bu projeyi 3.5 milyar dolara bir gruba sattınız. Şu durumda 56.5 dolar kamudan uçup başkalarının eline geçti. Küresel ölçekte gerçekleştirilen özelleştirmelerin tek mantığı olmasa da temel mantığı budur. Kamuya ait imkanların özelleştirilmesine her daim şüpheyle yaklaşmak emekçi sınıfın temel politikası olmalıdır.
Bugün güncel özelleştirmeler üzerinden okuduğumuzda, Türkiye’nin ekonomik yapısı açısından özelleştirmeler nerede duruyor?
Özelleştirmeler, ülkenin 1930’larda kurulan tüm fabrikalarının elden çıkarılmasıdır: Sümerbank fabrikaları, demir-çelik fabrikaları, şeker fabrikaları, SEKA’lar… Bu fabrikalar, işçilerin üretim yaptıkları fabrikaları yalnızca üretim tesisi olarak değil kültürel ve toplumsal amaçları da olan yeni bir yaşam alanı olarak kurmayı amaçlıyordu. Bu fabrikaların sosyal tesisleri, balo salonları, kampları, hem onlarda hem de sonraki kuşaklarda oldukça önemli ve silinmez izler bıraktı. Bunları da yok etmektir özelleştirme.
"Özelleştirmeler sermayenin kalbinde duruyor"
Özelleştirmelerle Sümerbank, Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu gibi yoksul yurttaşların temel ihtiyaç ürünlerini sağlayan; yoksullara ucuz ve kaliteli giysi, ayakkabı ve gıda üreten kurumlar bir bir elden çıkarıldı. Aynı zamanda Türk Telekom, Erdemir, TÜPRAŞ ve PETKİM başta gelmek üzere birçok stratejik kamu işletmesi özelleştirilerek kamudan sermayeye büyük ekonomik ve politik bir transfer gerçekleştirildi.
Sektörel ya da zamansal analizlerin tümü için şunu söyleyebilirim: Türkiye sermayesinin bütün fraksiyonları tartışmasız, kesintisiz ve her daim iki şey ister: Emek maliyetinin düşürülmesi, kamusal kaynakların halka maliyetinden daha ucuz şekilde özel sektöre açılması. Bu istekleri neoliberal politikalarca beslenir. Özelleştirmeler sermayenin kalbinde duruyor kısacası.
"Kamusal bir ekonomi talebi önceliklendirilmeli"
Özelleştirme, bugün siyasal iktidarın piyasacı, yağma ve talana dayalı politikalarını hayata geçirmesidir. Kamu-özel ortaklığı gibi tekniklerle bu yıkım hızlandırılmakta, sermayeye yeni alanlar açılmaktadır. Siyasal iktidarın özelleştirme hamleleri, ucuz-güvencesiz-sosyal haklardan yoksun çalışma biçiminin kurumsallaştırılmasından bağımsız değildir.
Bugün en önemlisi, memleketin yurttaşlarının yediğini, içtiğini, hastalığını, barınmasını, ulaşımını, çocuğunun eğitimini kendi sorumluluğu kabul eden, toplumun ihtiyaçlarını önceleyen kamusal bir ekonomi talebini yüksek sesle dile getirmektir. Gündelik hayatın özelleştirilmesine karşı halk sınıflarını mücadeleye katabilmektir.
Evrensel'i Takip Et