Ne oluyor? Ne yapmalı?

Fotoğraf: CHP
Başlıktaki ilk sorunun sık sorulduğu bir dönemden geçiyoruz. Soruya verilen cevaplar, cevap verenin siyasal koordinatlarını, öngörülerini ve endişelerini de görünür kılıyor. Endişe verici gelişmeleri ‘temelsiz bir iyimserlik’le değerlendirenlerin, ‘rahat ettiren haber kaynakları’yla yetinenlerin, diğer mahallede ne olup bittiğine kulak tıkayanların, henüz ‘kendi yaşam alanı’na dokunulmadığı için ses çıkarmayanların, “Böyle gelmiş böyle gider” diyenlerin ve başlıktaki ikinci soruyu üzerine alınmayanların yorumları kendilerini rahatlatsa da içinden geçtiğimiz dönemin derin karanlığına fener tutmuyor.
‘Ne oluyor?’ sorusu zihinlerimizi meşgul ederken, siyasal gündemin üzerinde şekillendiği ama yeterince ilgi görmeyen ‘çarpık zemin’i ve ısrarla varlığını koruyan ‘süreklilikler’i kısaca hatırlatmakta fayda var.
* Rejimin rant mekanizması hız kesmeden işlemeye devam ediyor. Toplumsal yaşam içinde ve siyasal karar verme sürecinde patronaj ilişkilerinin devamını sağlayacak ekonomik kararlar, hâlâ kamu gücünü elinde tutan iktidar tarafından veriliyor. İktidara yakın şirket ve kişilerin zengin edilmesi ve servetlerini koruması için yaratılan çark hiçbir aksama olmaksızın dönüyor.
* Ceberut kapitalizmin en etkin aracı olarak on yıllar boyunca şekillendirilen ve özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi döneminde yeniden yapılandırılan ‘devlet’ aygıtı baskı siyasetinin yürütülmesinde başat rol oynamayı sürdürüyor. Pozisyonunu yitirmek istemeyen rejim elitleri ve bürokrasi, devlet aygıtını işine geldiği gibi kullanıyor. Kamu kesiminin denetleme mekanizmaları kendi memuru yerine muhalif siyasetçileri sıkıştırmak için çalıştırılıyor.
* Ekonomik karar verme mekanizmasının aşırı merkeziyetçi yapısı, yolsuzlukta gelinen tekelci aşama, felce uğratılmış kurumsal süreçler, yandaş ekonomik elitlerin artan kârları nedeniyle ekonominin rekabet düzeyi hayli gerilemiş olsa da bu durum, demokratik gerileme yaşayan diğer ülkelerle ve bunların etkin olduğu uluslararası mekanizmalarla yapılan faydacı iş birlikleri ile çözülmeye çalışılıyor.
* Yürütme yetkileri kötüye kullanılarak üretilen ‘terörle mücadele’ söylemi hak arayışlarını bastırmak için kullanılıyor. Şiddete başvurmayan pek çok yurttaş tutuklanıp, terörist olarak damgalanıyor.
* İki türlü hukuk işletiliyor: Söylemde temel kaynaklardaki hukuk, eylemde kişiye göre değişen keyfi hukuk. Hukuk normu yandaş olan ve olmayan için aynı değil. İktidarın hukuk üzerindeki keskin tahakkümü adaletsiz yargı sistemini bir siyasal araca dönüştürmüş durumda.
* Medya sıkı bir biçimde kontrol ediliyor. İsimlerinin altında gazeteci yazan görevliler, kamu yöneticilerinden ve yargı mercilerinden aldıkları bilgi, belge ve görüntülerle algı yönetimi sürecinde rol oynuyor. Bu durum kutuplaşmayı artırıp, ulusal ölçekte ortak bir tartışma zemini oluşmasını önlüyor.
* Algoritmaların filtreleme faktörlerinden bağımsız olarak, sosyal medya kullanma pratiklerinden doğan filtre balonları, kişiyi kendi düşünce yapısına benzer içeriklerle sınırlandırıyor. Kendisini yankı odalarına hapseden sosyal medyada kullanıcılarının ezici çoğunluğu sadece kendi mahallesinden gelen sesi duyabiliyor.
***
Yukarıda sıralanan güncel dinamikler, ana muhalefetin uyguladığı stratejinin aşmayı başaramadığı noktaları açıklayan bir ‘siyasal bariyer listesi’ gibi. Harcanan onca enerjiye rağmen rant çarkı dönmeye, baskı mekanizması işlemeye, ana muhalefetten gönderilen mektuplar diğer mahallenin posta kutularına dağıtılmamaya devam ediyor.
Bireylerin içinde bulunduğu zor bir durumla ‘başa çıkma stratejileri’ üzerine düşünen akademisyenler, üretilen tepkileri şu dört kategoride sınıflandırıyor: ‘Kaçınanlar’, ‘isteksizce kabullenenler’, ‘sadakatle kabullenenler’ ve ‘iddialı olanlar’. Ülkemizdeki ağır yaşam koşulları ve siyasal baskıyı ‘isteksizce kabullenen’ emekçilere ve okullu-okulsuz gençlere, demokrasi ve özgürlük mücadelesi gündemiyle ulaşmak için verilen enerjinin, henüz sokağa çıkmamışları teşvik edecek şekilde artırılması gerekiyor. Kralın çıplak olduğunu, çoğul dillerde haykırmak gerekiyor.
1 Mayıs öncesinde evlerin basıldığı, 1 Mayıs günü yasal haklarını kullananların yerlerde sürüklendiği, Sazlıdere’nin kıyısına blokların saplandığı, Nakkaş-Başakşehir otoyolunun ayak seslerinin duyulduğu, ‘Kanal İstanbul’un altı yıl önce alınmış bir ÇED raporu bahane edilerek ilerletildiği ve baskının hız kesmediği bu süreçte, eldeki mücadele seçeneklerinin, parlamento ve seçime hapsedilmeden genişletilmesi ve şimdilik sessizce tanıklık etmeyi tercih edenlere ulaşmak için daha yaratıcı ve cesur olunması gerekiyor. Rejimin özenle koruduğu süreklilikleri unutmadan, kanla bedel ödenerek simgeleştirilmiş Taksim Meydanı’nın içerdiği siyasal kapasiteyi yok sayma hatasına ve benzerlerine önümüzdeki dönemde düşmemek gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et