4 Mayıs 2025

Emperyalizm; dış mihraklar, iç mihraklar

Her şey Doğu Hindistan Kumpanyası ile başlamıştı. 1600’de Kraliçe I. Elizabeth tarafından Hindistan’dan ipek, baharat ve diğer kıymetli malların ticaretini yapmak için kurulan Doğu Hindistan Şirketi ticaretin yanı sıra başta Kalküta, Madras ve Bombay olmak üzere Hindistan sahilleri boyunca karakollar ya da ‘fabrikalar’ da inşa etmişti. Gittikçe binalarını, çalışanlarını ve ticaretini askeri araçlarla koruma ihtiyacı artmıştı. (Fabrikaların sözleşmelerinde kendi amaçları doğrultusunda ‘savaş çıkartma’ hakkı bulunuyordu). Ticaret kısa süre içinde ele geçirme işine dönmüş, ticaret merkezleri kalelerle koruma altına alınmış ve tüccarlar da askerlerin gölgesinde kalmışlardı.*

Sömürgecilik döneminde Hindistan, ticari ve askeri gemileriyle işgal edilip kaynakları yağmalanan, insan gücü baskı altına alınan bir ülkeydi. Bugün emperyalizm eski sömürgecilik döneminin geleneklerini sürdürmese de ulus devletlerle yapılan ticari anlaşmalar, uluslararası zirvelerde imzalanan protokoller, uzaktan kumandalı siyasi baskılar ve dayatmalarla aynı işlevi görmeye devam ediyor. Sömürgeciler artık sömürülen ülkeyi uzak bir eyalet haline getirmiyor. Emperyalizm iktidara gelmeleri için yardımlar ve güdümlü STK’lere yapılan desteklerle arkası kollanan uzlaşmacı ve gönüllü sınıf kardeşlerinin ‘yerli milli’ iş birliğine dayanıyor.

Bugün hiçbir ülkenin iktidarları, kendi stratejik hesaplarını emperyalizmin genel stratejisine uyumlulaştırmadıkça bu sistemin dışında hareket edemez durumda. En yakın sonuçlarını Irak ve Suriye işgalinde gördüğümüz işgal ve iç savaş süreçleri, İran’a yönelik ambargo ve şantajlar ve Türkiye’ye uygulanan burun sürtme operasyonları mali sermayenin ve iktidarlarının dünya hükümranlığından sapmalara izin verilmediğinin de kanıtlarıdır.

Ancak emperyalizm sadece şiddet, işgal, muhalif halkları cezalandırmak için kurgulanan darbeler, açık soygunlar ve provokasyonlardan ibaret değildir. O bir sistemdir ve dayanaklarını bizzat ülkelerdeki en az onun kadar acımasız yerel sınıf kardeşlerinin çıkar ortaklığında ve iş birliğinde bulur.

Yerli-milli ortaklık

Türkiye’de bu çıkar ortaklığı ve iş birliğinin en hızlı ve en şiddetli gelişimi 22 yıllık AKP iktidarı zamanında gerçekleşti. Emekçilerin, kamu malı işletmeler özelleştirilirken yerli-milli sözcük öbeğiyle en çok oyalandığı dönem de bu dönemdir. İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yapılan bir günlük boykot sırasında ‘Milli ekonomimizi çökertiyorlar’ diyerek boykot çağrısı yapan kesimleri suçlayan iktidarın sözcüleri aynı zamanda limanları, SEKA’yı, şeker fabrikalarını, Telekom’u, Eti bakır, krom ve gümüş işletmelerini, PETKİM’i, Emekli Sandığı’nı, barajları vb. yabancı şirketlere özelleştirmişlerdi. Memleketin arazilerini altın şirketlerine açarak ormanlarını yok ettiler. Köprü, yol ve hastane inşaatlarını yabancı şirketlerle ortaklık içinde kendi yandaş sermayedarlarına ‘devletin ödeme garantisi’ şartıyla peşkeş çektiler. Ve nihayet Kanal İstanbul projesi bağlamında İstanbul’un su kaynaklarını talan ederken Ortadoğu’ya arazi satış reklamı yapmaktalar. Buna karşı çıkan herkesi de yerli ve milli çıkarların, ulusal ekonominin düşmanı olarak göstermeye devam ediyorlar.

Bugün başlıca emperyalist devletler arasındaki iş birliği arayışları aynı zamanda yoğun bir rekabet ile sürüyor. Eski rakipler birdenbire yeni partnerler olabiliyor. Rusya ve ABD’nin Ukrayna’yı yıllarca savaş içinde tuttuktan sonra kıymetli metalleri aralarında paylaşmalarında olduğu gibi. Suriye bu iki ülkenin arasındaki anlaşmayla cihatçı, gerici el Şara’ya teslim edilmiş bulunuyor. Türkiye yönetiminin tercihi ise rekabet dönemlerinde bu iki süper gücün çelişkilerini kullanarak bölgesel yayılma imkanı yaratmaktı. Ancak sözde yerli-milli dış politikanın sınırı İsrail ve ABD’nin bölgesel hedeflerinin sınırlarının dışında kalmadı.

Erdoğan ise işler yolunda gitmediğinde ABD’yi, AB ülkelerinin emperyalizmini yüzlerine vurarak içerideki toplumsal mühendislik çalışmalarına devam ediyor. ABD’nin çılgın başkanı Trump da, ‘Biz ne istersek yapıyor’ dediği Erdoğan’ın Rahip Bronson’ı teslim etmek zorunda kaldığı zamanları hatırlatmaya.

Türkiye emperyalizme bağlı ve bağımlı bir ülkedir ve her geçen gün bu kuşatma iktidarın emperyalistlerin hem koltuk değneği hem de rekabetinden yararlanarak bir üst lige çıkma çabalarından yüz geri edilerek hizaya çekilmektedir.

Türkiye’den beklenen emperyalist ticaretin güvenlik kolu olmak, çok uluslu şirketlerin yağmasına kayıtsız şartsız kapıları açmaktır. Bu konuda Saray iktidarının hiçbir tereddüdü de yoktur; çünkü küresel ve ulusal mali sermayenin yayılmacı ağından en çok onlar, eş-dost-akraba sadık sermaye yararlanıyor. Devletin kendisi de bu çok uluslu tekellerle ortaklaşmış, emperyalizmi besleyen yerli-milli kan damarı haline geliyor. Bedelini ise işçi ve emekçi sınıflar yüksek enflasyon, işsizlik, yoksulluk ve şiddet olarak ödemeye devam ediyor.

Çünkü emperyalizm iç güçlere dayanmak zorunda olan bir dış güçtür. Onunla mücadele öncelikle ezilenlerin, iç güçlerle mücadelesini gerektirir. Emperyalizmin sınıf kardeşliğine karşı işçi ve emekçilerin sınıf birliği ve örgütlü mücadelesinden başka yolu yoktur, olmamıştır.

* Shashi Tharoor, Utanç İmparatorluğu-İngilizler Hindistan’da Ne Yaptı, Kronik Yayınları, s. 29)

Evrensel'i Takip Et