Silah şirketlerinin kârı, genç işçilerin kanı!
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta silahlanma ve savaş hazırlıklarının işçiler için anlamı, Fransa'da çelik tekelinin kamulaştırılması talebi ve Almanya'da faşizme karşı mücadele tartışmaları var.

Fotoğraf: Arif Bektaş/Evrensel
Birleşik Krallık savunma harcamalarını artırırken 560 bin üyesi bulunan GMB sendikasının Genç İşçiler Ağı Başkanı Nathan Hennebry, sendikaların “savunma harcamalarını” desteklemesine karşı çıkıyor. İskoçyalı Hennebry, Morning Star gazetesinde yayımlanan yazısında, planlanan savaşları silah şirketlerinin kârları için “İşçilerin işçilere öldürtülmesi” olarak niteleyerek, “Avrupa’da savaş devam ederse, kendilerini yabancı topraklarda savaşmak için askere alınmış ve kaçırılmış bulan genç işçiler olacaktır” diyor: “Faşizm ve savaş dürtüsü Avrupa çapında büyürken, genel bir ‘vatanseverlik’ sarhoşluğu dönemine giriyoruz. İskoçya’nın işçileri öne çıkmalı ve ‘Dünyanın işçileri birleşin!’ sloganına sadık kalmalıdır.”
8 Mayıs 1945’te başta Almanya olmak üzere dünya Hitler faşizminden kurtuldu. Sovyet Kızıl Ordusu’nun Berlin’e ulaşması faşizme ölümcül darbeyi indirdi. 8 Mayıs’ı 9 Mayıs’a bağlayan gece Nazi Almanya’sının şartsız teslimiyeti imzalamasıyla birlikte İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndaki yenilgisi de kesinleşmiş oldu. 8-9 Mayıs da faşizme karşı zafer günü olarak tarihe geçti. Bugünkü Almanya’da ise 80. yıl kutlamaları toplumun askerileştirilmesinin esas alındığı şimdiki koşullarda daha da önemli ve “Savaşa ve faşizme hayır, bir daha asla!” demeyi gerektiriyor.
Tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da pek çok şehirde işçi sınıfının biriken öfkesi 1 Mayıs’ta sokaklara taşarken, bazı kentlerde yaşanan gelişmeler hem katılımı artırdı hem de yürüyüşlere siyasi bir ağırlık kazandırdı. Bu şehirlerden biri de ülkenin kuzeyinde yer alan liman kenti Dunkerque oldu. Burada, dünyanın en büyük çelik üreticilerinden ArcelorMittal’in 636 işçiyi işten çıkarma kararı, halkın sabrını taşırdı. Şirketin aldığı bu karar, sadece bölge halkını değil, tüm Fransa’yı ayağa kaldırdı. Halk, sendikalar ve muhalefet partileri artık açıkça şirketin kamulaştırılmasını talep ediyor.
İşçilerin işçileri öldürmesi ‘istihdam’ değildir
Nathan Hennebry
Morning Star
İşçi Partisinin bahar bildirisi hem refahı hem de kamu hizmetlerini keserken, silah endüstrisi için kutlamaya neden oldu. Ve böylece, kemer sıkma politikalarıyla mücadele edecekleri konusunda yalan söyleyenler tarafından getirilen yeni bir kemer sıkma dalgası başladı.
Sosyal yardım ve hizmetlere vurulan bu darbe, Britanya’da yoksulluk ve iş yeri yoksulluğunun artmaya devam ettiği bir dönemde geldi. Şu ana kadar Westminster, Holyrood (Kuzey İrlanda) ve Senedd (İskoçya) hükümetleri bu koşulları hafifletecek önlemleri almakta başarısız oldu ve toplumumuzun en savunmasız kesimlerine yönelik saldırılar devam edecek.
Emekliler kışlık yakacak yardımını kaybetti ve yardımlarda iki çocuk sınırı hâlâ yürürlükte. Engelliler 5 milyar sterlin değerinde kesinti tehdidi altında. Artan enerji ve diğer maliyetler nedeniyle enflasyon yeniden yükselecek. Bu durum tüm çalışanları ve özellikle de zaten zor durumda olan düşük maaşlıları vuracak.
Hükümet savaşın alevlerini de körüklemeye devam ediyor. Rusya ile savaşa doğru devam eden ve pervasızca ilerleyen süreç, eski NATO şefleri ve İngiliz politikacıların zorunlu askerlik tartışmasını güçlendirmesiyle Britanya’da hoşnutsuzluğun gölgesini bıraktı. Hareketimizin, hem üçüncü dünya savaşına giden yolda hem de İşçi Partisinin kendi kemer sıkma politikalarıyla mücadelede izleyeceğimiz yol nedir? Öncelikle, kamu hizmetlerinin ve refahın kesintiye uğratılması ile savaşların finanse edilmeye devam edilmesi arasındaki bağlantıyı her seferinde ortaya koymalıyız. İşçi Partili politikacılar “Sihirli bir para ağacı yok” diyerek kamu hizmetleri ve sosyal yardım harcamalarını saptırmaya çalıştılar. Oysa arkalarında, satılmış belediye hizmetlerimizi ele geçiren özel girişimler ve yurt dışındaki suç eylemlerinden elde ettikleri kana bulanmış banknotlarla yıkanan silah şirketleri için bir cennet bahçesi yatıyor.
İşçi Partisinin özel teşebbüse verilen para ve sözleşmeler ile yerel konseylerimizin ve refah sistemimizin yağmalanması arasındaki bağlantıyı kabul etmeyi reddeden tutumuna meydan okuyarak, işçilerin İşçi Partisinin ve temsil ettiği çıkarların sınıf temelli bir analizine adım atmaları için kapıyı açabiliriz.
Üyeleri ve yurt dışındaki işçiler pahasına kariyerler inşa eden parazitlerle enfekte olmuş kendi sendikal hareketimize meydan okumak da hayati önem taşımaktadır. Tıpkı Unite gibi GMB de, genç işçilere iş ve gelecek sunması nedeniyle Britanyalı işçiler için faydalı olduğu kisvesi altında “savunma harcamalarının” artırılmasına bağlı kaldı. Ancak durum böyle değildir, çünkü Avrupa’da savaş devam ederse, kendilerini yabancı topraklarda savaşmak için askere alınmış ve kaçırılmış bulan genç işçiler olacaktır. GMB ve Unite gibi sendikaların sürekli olarak savunduğu silah şirketlerinin kârları için işçi arkadaşlarını öldürmeleri emredilen işçiler olacaktır.
2023’te İskoçya için vergilerin artırılması raporu, bize İskoçya’daki kamu hizmetleri genelinde artan yatırımları aşamalı ve basit bir vergi artışı paketi kullanarak finanse etme potansiyeli olduğunu göstermiştir. Rapor, kısa vadede vergi sisteminde bir dizi reform yapılmasını önermiş ve bu reformların nisan 2024 gibi erken bir tarihte uygulamaya konulması halinde 1.1 milyar sterlinden biraz fazla ek gelir elde edilebileceğini ortaya koymuştur. Rapor, uzun vadede ise vergi sisteminde yapılacak bir dizi daha karmaşık reformla yılda yaklaşık 2.6 milyar sterlin daha fazla gelir elde edilebileceğini göstermiştir.
Bunu akılda tutarak, yerel TUC’ların önderliğindeki bir mücadele, bu belgeyi, ücret ve kamu sektörü kesintileri gibi konuları İskoçya için savaş ve yoksulluktan uzak ortak bir ekonomik vizyona bağlamak için temel olarak kullanmalıdır. Faşizm ve savaş dürtüsü Avrupa çapında büyürken, genel bir “vatanseverlik” sarhoşluğu dönemine giriyoruz. İskoçya’nın işçileri öne çıkmalı ve “Dünyanın işçileri birleşin!” sloganına sadık kalmalıdır.”
Çeviren: Sarya Tunç
Dunkerque’te 1 Mayıs: Herkesin aklında ArcelorMittal’in kamulaştırılması vardı
Ludovic Finez
Humanite
Fransa’nın kuzeyindeki Dunkerque kentinde bu yılki 1 Mayıs gösterisi her zamankinden daha kalabalıktı. Nedeni ise birkaç gün önce açıklanan bir haber: Çelik devi ArcelorMittal’in* Dunkerque’teki fabrikasında 636 işçi işten çıkarılacak. Bu fabrika, şirketin Fransa’daki en büyük tesisi ve sadece kadrolu 3 bin 200 işçi çalışıyor.
Sekiz yaşındaki bir kız çocuğu, “Babam işini kaybetmesin diye yürüyorum” yazılı bir pankart taşıyordu. Babası Emerson Haegman, ArcelorMittal’de bakım işçisi olarak 2006’dan bu yana çalışıyor.
Yürüyüş öncesi yapılan konuşmalarda Fransa Genel İş Konfederasyonu (CGT), Birleşik Sendikalar Federasyonu (FSU) ve Dayanışma Sendikası (Solidaires), Gard bölgesindeki bir camide öldürülen Aboubakar Cissé’nin katledilmesini kınadı, Ukrayna ve Filistin halklarıyla dayanışma çağrısı yaptı, kamu hizmetlerinin tasfiye edilmesine tepki gösterdi ve halkçı, antifaşist bir mücadele çağrısında bulundu.
Ama gösteriye asıl damgasını vuran, ArcelorMittal’deki işten atmalardı. 1500’e yakın kişinin katıldığı yürüyüşe, Sosyalist Parti Lideri Olivier Faure ile Yeşiller Partisi Eş Başkanı Marine Tondelier gibi ülke çapında tanınan solcu siyasetçiler de katıldı.
ArcelorMittal Dunkerque’nin CGT Temsilcisi Gaëtan Lecocq, “Bu katılım güzel ama aslında başka seçeneğimiz yok. ArcelorMittal çökerse, domino etkisiyle tüm bölge ve sanayi çöker” dedi: “Bir yıldır uyarıyoruz. Çelik, elektrik gibi ortak bir maldır. Fransız çelik sektörünün kamulaştırılmasını talep ediyoruz.” Lecocq, hükümete iki ay süre verdiklerini söyledi. CGT Kuzey Bölge Sekreteri Jean-Paul Delescaut ise “5 Temmuz’da yapılacak Tour de France’ın Dunkerque etabını iptal ettiririz” diyerek uyarıda bulundu.
Kamulaştırma talebi yükseliyor
Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) Milletvekili Aurélie Trouvé, “Şirket temettü dağıtırken borsa gerekçesiyle işten çıkarma yasaklanmalı” dedi. “Devlet yardımı verilecekse, karşılığında kamu hissesi alınmalı” diyen Notre France (Bizim Fransa) Milletvekili François Ruffin, Avrupa’da ithalata karşı gümrük duvarlarının örülmesini önerdi.
Fransa Komünist Partisi (PCF) Kuzey Bölge Sekreteri Karine Trottein, “serbest rekabet ve serbest ticaret anlaşmaları”nın da sorgulanması gerektiğini belirtti. Yeşiller Partisi Milletvekili Benjamin Lucas ise, işten atmalara karşı kamu kurumlarının yetersizliğiyle ilgili kurulan meclis soruşturma komisyonunun ArcelorMittal yöneticilerini yeminli ifade vermeye çağıracağını açıkladı.
Yatırım eksikliği bilinçli bir tercih
ArcelorMittal Fransa CGT Merkezi Temsilcisi Reynald Quaegebeur, “Çin’le rekabet var ama Fransa’da yatırım yapılmaması stratejik bir tercihtir. Şirket, bilgi ve patentleri aldıktan sonra daha ucuz iş gücüne ve çevre maliyetine sahip ülkelerde üretim yapıyor,” dedi. 2006’da yedi yüksek fırına ve yıllık 20 milyon ton üretime sahip olan ArcelorMittal, bugün üç fırınla yalnızca 8 milyon ton çelik üretiyor.
Fabrikanın revirinde çalışan Hemşire Colette, personel azaltmalarının sağlık hizmetlerini bile etkilediğini anlattı: “Eskiden vardiyalı çalışırdık, 24 saat görevde olurduk. Şimdi gündüze alındık, ‘yaşam kalitesi’ gerekçesiyle. Sonuçta işçiler ya hastaneye gitmek zorunda kalıyor ya da hiç tedavi olmuyor.”
Taşeron temizlik şirketinde çalışan Laura ise, “Ben yakında emekli olacağım ama yeğenlerimin geleceği için endişeliyim,” dedi. ArcelorMittal’e bağlı çok sayıda yan kuruluş da risk altında. Örneğin fabrikanın gaz atıklarını yakarak elektrik üreten Engie grubuna bağlı DK6 santralinde 75 kişi çalışıyor. CGT Temsilcisi Stéphane Avonture, “Oyuna gelmek istemiyoruz” diyerek durumu özetledi.
*ArcelorMittal, merkezi Lüksemburg’da bulunan, dünyanın en büyük çelik üreticisi. 2006 yılında Avrupa merkezli Arcelor ile Hindistan kökenli Mittal Steel’in birleşmesiyle kurulan bu dev şirket, dünya çapında 60’tan fazla ülkede faaliyet gösteriyor. Avrupa’da çelik sektörünü büyük ölçüde elinde tutan şirket, ucuz iş gücü ve çevre standartlarının zayıf olduğu ülkelerde üretimi artırırken, Fransa gibi ülkelerde fabrikalarını küçültme ya da kapatma eğiliminde.
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım
Faşizm ve savaştan kurtuluşun 80. yılı
Dr. Ulrich Schneider
Uluslararası Direniş Savaşçıları Federasyonu
Bu yıl, antifaşistler sadece bu ülkede değil neredeyse tüm dünyada Müttefiklerin askeri birlikleri ve Hitler karşıtı koalisyonun toplumsal güçleri tarafından Nazi barbarlığının yenilgisinin 80. yıl dönümünü anıyor.
Gerçekten de bu tarihte, sadece Nazi rejiminin sonunu işaret eden askeri kurtuluşu değil, aynı zamanda kişisel bağlılıkları aracılığıyla, zulüm koşulları altında bile, siyasi kurtuluşu mümkün kılmaya ve Buchenwald Toplama Kampından sağ kurtulan tutsakların yemininin sloganıyla yönlendirilen antifaşist, demokratik yeni bir başlangıcın temellerini atmaya katkıda bulunan kadın ve erkekleri şu ilkeyle hatırlamak önemlidir: “Yeni bir barış ve özgürlük dünyası yaratmak.”
Almanya’daki Hitler karşıtı koalisyonun toplumsal güçleri kimlerdi? Fransa, İtalya ve Alman faşizminin işgal ettiği hemen hemen tüm ülkelerde, ellerinde silahlarla bile olsa, ana vatanlarının özgürlüğü için savaşan direniş güçlerine veya partizan hareketlerine aşinayız. Almanya’da bile, doğal olarak komplo koşulları altında, inançlarının arkasında duran ve onlar için çalışan cesur kadınlar ve erkekler vardı. Bunu yaparken, Nazi rejiminin hedeflerine karşı çıktıklarının farkındaydılar. Buna yalnızca 1933’ten önce bile NSDAP ve derneklerinin ilerlemesine karşı savaşmış olan işçi partilerinin destekçileri ve yetkilileri dahil değildi. İlk zulüm gören, toplu tutuklamalara maruz kalan ve faaliyetleri, örgütlenmeleri ve yayınları yasaklananlar onlardı. Dini inançları yeniden silahlanma ve savaş hazırlıkları hedefleriyle çelişen insanlar bile, bunu yapmayı planlamasalar bile, direniş savaşçısı olmaya zorlandılar. Temelde pasifist inançları nedeniyle genç erkeklerin orduya hizmet etmeyi reddetmesine yol açan “Yehova Şahitleri” askeri morali bozdukları gerekçesiyle tutuklandılar ve hatta bazıları toplama kamplarına sürüldüler.
Gestapo tarafından silah sanayisinde sabotaj veya faşist savaş politikasına karşı propaganda nedeniyle yakalananların hepsi hain olarak kabul edildi, birçoğu savaş sırasında ölüme mahkum edildi ve idam edildi.
Savaşa karşı direniş, askeri hizmet için seferber edilen Alman iş gücünün yerine savaş ve silah üretimini sürdürmesi gereken yabancı savaş esirleri ve zorunlu işçilerle dayanışmayı da içeriyordu. Faşist üstün ırk ve silah üreticileri açısından işçi köleleri olan bu insanlarla dayanışma göstermek ve onlara -genellikle mütevazı- yardım sağlamak, faşist savaşa karşı Alman direnişinin bir parçasıydı. Heinrich Himmler, ekim 1943’te zorunlu çalıştırmayla ilgili bir SS grup lideri toplantısında, 10 bin “Rus kadının” bir tanksavar hendeği kazarken ölmesinin kendisi için önemli olmadığını, önemli olan tek şeyin tanksavar hendeğinin bitirilmesi olduğunu söylediğinde, Nazi rejiminin savaş ideolojisinin insanlık dışı doğasını ortaya koydu. Daha sonra, emek kölelerinin bu şekilde sömürülmesi değişti. Şimdi, “emek yoluyla imha” prensibiyle, emekleri son damla kanına kadar faşist savaş için seferber edilecekti.
Bugün hâlâ antifaşist direnişin savaşın uzatılmasına karşı koymaya ve sivilleri kurtarmaya ne kadar çabaladığını hatırlamaya değer. Ve bu, 20 Temmuz 1944’te son anda bu hamleyle nihai askeri yenilgiyi önlemek isteyen subayların başarısız suikast girişimini de içeriyor. Başarılı olsalardı, gerçekten de birkaç yüz bin kişi kurtarılmış olacaktı. Savaşın etkileri ve Nazi rejiminin kitlesel suçları nedeniyle savaşın son aylarında hayatlarını kaybedenler kurtarılmış olurdu.
Gerçekten de 1933’ten önce bile siyasi sloganlarında “Hitler’e oy veren savaşa oy verir!” diye vurgulayan antifaşist güçlerin tutarlı bir duruşuydu bu. Ve çeşitli eylem alanlarında savaş hazırlıklarına karşı savaştılar, yeniden silahlanmayı vurguladılar ve savaş ve silah üretimini engellediler. 8 Mayıs 1945’te özgürleştikten sonra, Müttefikler tarafından herhangi bir “yeniden eğitim”e ihtiyaç duymadılar. Yeraltında, sürgünde ve hatta toplama kamplarında bile, yalnızca Nazizmin ve köklerinin yok edilmesini değil, aynı zamanda ülkenin silahsızlandırılmasını sağlamayı amaçlayan ortak siyasi programlar formüle etmişlerdi. Bunun yalnızca ordu ve SS’nin askeri birliklerini ortadan kaldırmakla ilgili olamayacağı, aynı zamanda toplumun ve yaşamın tüm alanlarındaki militarizasyonun üstesinden gelmekle ilgili olabileceği açıktı. Ekonominin militarizasyonu, emir ve itaatin ortadan kaldırılması ve üretimin halkın ihtiyaçlarına yönlendirilmesiyle aşılmalıydı. Eğitim sistemi ve gençlerin yetiştirilmesi, milliyetçi ve militarist propaganda fikirleri tarafından değil, barış ilkesi tarafından yönlendirilmeliydi.
Bu yeniden yönlendirmenin kapsamı, antifaşist, demokratik yeni bir başlangıcı savunan güçlerin ortak sonucu olarak görülebilen Hessen Eyalet Anayasası’ndan ölçülebilir. Barış sorunuyla ilgili olarak, 69. madde şöyle diyordu: “Hessen barışa, özgürlüğe ve uluslararası anlayışa bağlıdır. Savaş yasaklanmıştır. Savaşa hazırlanma niyetiyle yapılan her türlü eylem Anayasa’ya aykırıdır.” Ve tarih derslerinde bir eğitim hedefi olarak, 56. madde tam anlamıyla şöyle diyordu: “İnsanlığın büyük hayırseverleri, devletin, ekonominin, medeniyetin ve kültürün gelişimine öncelik verilmelidir, savaşa, silahlanmaya değil. Demokratik devletin temellerini tehlikeye atan görüşlere müsamaha gösterilmemelidir.”
Elbette, hiçbir yanılsamaya kapılmamalıyız. Faşist savaş deneyimlerinden elde edilen bu antifaşist sonuçlar anayasada yer alabilir, ancak bunlar içinde bulunulan durumdan çok uzaktır. Bu çelişki, gelecek nesillere faşizmden ve savaştan kurtuluşun yıl dönümünü sadece “derin bir üzüntüyle” ve o zamanın kurbanları için çelenkler koyarak değil, aynı zamanda 8 Mayıs 1945’i, bugünün siyasetinin başlangıç noktası olarak kullanarak, antifaşist mücadelenin kadın ve erkeklerinin bugün hâlâ bize rehberlik edebilecek hangi sosyopolitik alternatifleri formüle ettiğini düşünmenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
“Nazizmin ve köklerinin yok edilmesinden” bahseden herkes, aşırı sağ Almanya İçin Alternatif AfD’nin federal ve eyalet düzeylerindeki ilerlemesinden fazlasıyla şoke olmuş olmalı. Bugün aşırı sağa ve onun iktidar iddialarına karşı harekete geçersek, faşizmin askeri yenilgisinin bir sonucu olarak anayasalarda ve toplumsal normlarda yer alan demokratik ve toplumsal özgürlükleri ve hakları savunmuş oluruz. Saldırıların AfD’nin kendisinden mi yoksa AfD’nin sloganlarını izleyerek mültecilerin ve diğer “yabancıların” temel haklarını ortadan kaldırmaları gerektiğine inanan, savaşa, silahlanmaya milyarlar ayıran çeşitli çizgilerdeki iktidar partilerinden mi geldiği önemli değil. Dolayısıyla, bu “yıl dönümü yılında”, faşizmden ve savaştan kurtuluşun anısı, kurbanların yasını tutmaktan daha fazlası olarak kalıyor; demokrasimizin daha da gelişmesi için rehberlik sağlıyor: Savaşa ve faşizme hayır!
Çeviren: Semra Çelik
Evrensel'i Takip Et