Karahan-Şimşek çelişkisi nasıl çözülecek?

Fotoğraflar: DHA&AA
Geçtiğimiz hafta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve beraberindeki ekonomi yönetimi heyeti, IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantıları ile G20 zirvesine katılmak için uzun bir ABD ziyareti gerçekleştirdi. 19 Mart operasyonu sonrasında gelen bu ziyaret sadece rutin bir uluslararası toplantı trafiğinden ibaret değildi. Zira Şimşek’in açıkladığına göre, ABD ziyaretine 60’ın üzerinde toplantı sığmış. Bunlar arasında üç önemli uluslararası kredi değerlendirme kuruluşuyla birer saatlik toplantı, New York’ta küresel yatırım bankalarının düzenlediği konferanslarda yapılan konuşmalar, Dünya Bankası, Asya Altyapı ve Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası ile yapılan toplantılar ve çeşitli düşünce kuruluşlarında yapılan sunuşlar var.
Bu toplantı trafiğinden de anlaşılabileceğine göre bu ziyaret bir ‘hasar tespiti’ ve onarma seferi olarak görülebilir. (Bu konuda daha geniş bir değerlendirme için geçen haftaki Kriz Notları programına bakılabilir.) Bu yazıda Şimşek’in ABD seferinden çıkan sonuçları ve bunun önümüzdeki dönemdeki olası ekonomik ve siyasi yansımalarını ele alacağım.
19 Mart’ın etkileri
Öncelikle toplantılarda ne konuşulduğunu ele alabiliriz. Tahmin edilebileceği gibi temel konu 19 Mart operasyonu ve etkileri olmuş. Şimşek’in belirttiğine göre uluslararası yatırımcılar temel olarak ‘İçerideki siyasi gelişmelere karşı programın dayanıklı olup olmadığı’ konusu üzerinde durmuş. Bu verilen yanıt ‘Programa olan siyasi destekte de bir gerileme yok’ şeklinde.
Şimşek’in aktardığına göre yatırımcılar ‘demokrasi eksikliğinden’ ya da ‘hukukun üstünlüğü’ konusundaki sorunlardan ziyade kendilerine bir çeşit kâr garantisi vadeden ekonomi politikasının sürüp sürmeyeceğiyle ilgilenmiş. Zira TL’nin reel olarak değerlenmesine ve reel ücretlerin baskılanmasına dayanan ekonomi politikası, 2023 sonrasında yabancı yatırımcılar için cazip getiri imkanı sunmuştu. ‘Yatırımcıların’ derdi, bu cazip imkanın sürüp sürmeyeceği. Verilen garantilerden, en azından bir süre daha bu cazip imkanın süreceği anlaşılıyor.
TCMB rezervleri
ABD’deki yatırımcı görüşmelerinde gündeme gelen bir diğer konu ise TCMB’nin rezervleri. Bilindiği gibi 19 Mart sonrasındaki dönemde, TL’nin değersizleşmesini önlemek için TCMB rezervlerinden yaklaşık 50 milyar dolar kullanılmış durumda. Bu gelişme, TCMB rezervlerini bir kere daha gözlemcilerin odağına yerleştirmiş durumda.
Şimşek açıklamalarında, rezerv kayıplarını teyit ediyor. Ancak bunun bileşimine dikkat çekiyor. Buna göre rezervlerdeki düşüşün yarısı yabacı çıkış (yüzde 58) nedeniyle, önemli bir kısmı firmalardan gelen talepler (yüzde 34) nedeniyle gerçekleşti. Tüm bu harekette hane halkı talebi, sınırlı kalmış gibi görülüyor. Bakana göre hane halkı kaynaklı rezerv kaybı yüzde 7-8 düzeyinde. Gerçekten de 2018’deki ve 2021’deki döviz krizlerini düşündüğümüzde hane halkının dövize yönelmesinin çok daha etkili olduğunu görebiliriz.
Şimşek, hane halkının dövize yönelmesinin sınırlı olmasını, ‘Toplumun programa güveninin bir kanıtı’ olarak gösteriyor. Ancak dövize geçişin sınırlı olmasında yapılan faiz artışı ve buna paralel olarak mevduat faizlerinin yeniden artmasının etkisi herhalde yadsınamaz.
Rezerv konusunda son olarak, Şimşek’in ilginç bir açıklamasına değinmek istiyorum. Bakanın ‘Tabii ki bir rezerv kaybı söz konusu, çünkü biz bu rezervleri cari fazla vererek biriktirmedik. Bu rezervleri büyük oranda içerdeki portföy tercihleriyle, kısmen de yurt dışı yatırımlarla biriktirdik’ açıklaması bir çeşit itiraf niteliğinde. Bilindiği üzere merkez bankası rezervlerinin, sermaye çıkışlarına karşı bir tampon olarak kullanılması, 1997 Asya Krizi’nden sonra gündeme gelmişti. Bu tarihten sonra pek çok ülke, sermaye hareketlerinin yaratacağı olumsuzluklara karşı rezerv biriktirmeye başladı. Ancak Şimşek’in açıklamaları, cari açık veren ülkelerin rezerv birikiminin kumdan kale yapmaya benzediğini göstermesi açısından ibretlik.
Karahan-Şimşek çelişkisi
Ekonomi yönetiminin ABD seferiyle ilgili değerlendirmelerine kısa bir ara verip Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 93. Hesap Dönemi Olağan Genel Kurul Toplantısında konuşan Fatih Karahan’a kulak verelim. Karahan, yaptığı sunumda talep göstergelerini yakından izlediklerini, ‘Talebin dezenflasyonu olumsuz etkilemeye başlaması halinde gerekli önlemleri alacaklarını’ belirtmiş.
Bu yaklaşıma göre enflasyonun temel nedeni iç talepteki gelişmeler. Enflasyonu düşürmek için iç talebin canlı olmaması gerekiyor. İç talepte bir canlanma görülürse faiz artırmaktan çekinmeyeceklerini belirtiyor TCMB Başkanı.
Şimdi ekonomi yönetiminin ABD seferine geri dönelim. Şimşek, uluslararası yatırımcılardan gelen sorulardan birinin de, belirsizliklerin ve ticaret savaşlarının arttığı bir ortamda Türkiye’nin nasıl etkileneceği üzerine olduğunu belirtiyor. Bakana göre Türkiye ticaret savaşlarından olumsuz etkilenmeyecek. Bunun temel nedeni, ekonomik büyümenin ihracata bağımlı olmaması. Gerçekten de Türkiye’de büyümenin kaynaklarına baktığımızda iç talebin büyümeyi sürüklediği biliniyor.
Ancak burada ciddi bir çelişki var: Şimşek, Türkiye’nin ticaret savaşlarından etkilenmeyeceği görüşüne kanıt olarak ekonomik büyümenin iç talep kaynaklı olduğunu söylerken Karahan, enflasyonun iç talep kaynaklı olduğunu ve enflasyonu düşürmek için iç talebi baskılamaktan çekinmeyeceklerini söylüyor.
Karahan-Şimşek çelişkisi, önümüzdeki dönemde ekonomi yönetiminin temel çelişkisi haline gelecek. Enflasyonu düşürmek için talebi daha da baskılamak mı, yoksa ekonomik büyümeyi canlandırmak için iç talebi desteklemek mi? Bu soruya nasıl yanıt verileceği hem ekonomik hem de siyasi gelişmelerin gidişatını şekillendirecek, hem de ekonomik ve siyasi gelişmeler, bu soruya verilen yanıtı belirleyecek.
Gelişmeleri takip edeceğiz.
Evrensel'i Takip Et