7 Mart 2025 01:24

Uzay A.

ODTÜ

Ülkede kadın cinayetlerinin bu denli arttığı, faillerin beraat ettiği, işçilerin insanlık dışı şartlarda çalıştırıldığı, ailelerin yoksul bir hayata mahkûm edildiği, deprem bölgesinde hala daha konteynırlarda yaşamak zorunda olan ailelerin taleplerinin göz ardı edildiği, tatile giden ailelerin ise yanarak öldüğü bu dönemde iktidar; 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etti ve hedef tahtasına LGBTİ’leri koydu.

Bu süreçte Sağlık Bakanlığı üniversite hastanelerindeki cinsiyet klinikleri kontrol altına almak için Cinsiyet Değişikliği Denetim Komisyonu kurdu, 2024’te ise 20 Kasım Trans Anma Günü’nde hormon terapisinde kullanılan ilaçların dağıtımı sınırlandırılmıştı. Geçtiğimiz hafta gündeme gelen yasa değişikliği taslağı da LGBTİ’lerin ana gündemi haline gelmiş durumda. Bu kanun teklifi taslağı, Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve 23 Ocak 2025’te Erdoğan tarafından açıklanan 4. Yargı Reformu Strateji Belgesi esas alınarak oluşturuldu. Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun’da değiştirilmek istenen maddeleri incelediğimizde aslında toplumsal cinsiyet rollerine “uygun olmayan” davranışlar sergileyen herkesin yasalar önünde bir tehdit olarak görülmesi anlamına geleceğini görüyoruz.

Yeni taslak ne anlama geliyor?

Taslağın yasalaşması halinde; 18 olan cinsiyet uyum sürecine başlayabilme yaşı 21 olarak değişecek, cinsiyet uyum sürecine başlamak çok daha zorlaşacak, sadece Sağlık Bakanlığının izin verdiği hastanelerde yapılabilecek ve sürece başlayacak bireylerin üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunması zorunluluğu getirilecek. Ceza Kanunu’nun “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar” bölümüne eklenecek yeni maddeye göre; izin almadan cinsiyet uyum sürecine ilişkin operasyon yapanlar üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve bin günden on bin güne kadar adlî para cezası; yaptıranlar ise bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak. Bu madde, cinsiyet uyum sürecini Türkiye’de tamamlamayı imkânsız bir hale sokarken tedavilerini yurtdışında yaptıran transları cezalandırmayı amaçlıyor. Değişiklik yapılması öngörülen maddelerden bir başkası da Ceza Kanunu’nun “Hayasızca Hareketler” başlığını taşıyan 225’inci maddesi. Taslak, “biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı” davranışları teşvik eden veya öven kişilere bir ila üç yıl arası hapis cezası öngörüyor. Bu ifade muğlak ve keyfi uygulamalara açık. Böylesi bir düzenleme yalnız LGBTİ’leri hedef almıyor: aynı zamanda toplumu katı, heteronormatif bir çerçeveye sokmayı amaçlıyor. Bu işin sonunun nereye gideceği belli. Ahlak kuralları istenilen şekilde eğip bükülebilirken erkeklerin küpe takması veya kadınların pantolon giymesi bile kriminalize edilebilir bir hale geliyor. Atanmış cinsiyetinizle özdeşleşmediğine karar verilen herhangi bir davranış suç sayılıyor. İnsanların kendi bedenleri üzerindeki özgürlüğü kopartılmaya çalışılıyor. Bunların yanı sıra tasarının geçmesi durumunda aynı cinsiyetten bireylerin evlilik veya nişan törenleri yapması da cezalandırılacak. Türkiye’de eşcinsel evlilik zaten yasal olmamakla birlikte sembolik kutlamalar da suç sayılacak, yurtdışında evlenen çiftlerin cezalandırılmasının önü açılacak.

Halk, omuzlarında bin farklı şeyin yüküyle ezilirken günah keçisi yine LGBTİ’ler ilan ediliyor, acil çözülmesi gereken sorunlara harcanmayan efor LGBTİ’leri kriminalize etme çabalarında harcanıyor. Halihazırda her gün evde, yurtta, sokakta, okulda, işyerlerinde, sağlık sektöründe ve bulundukları diğer her alanda baskılarla ve eşitsizliklerle boğuşmak zorunda bırakılan transların kazanılmış hakları da gasp edilmek isteniyor. Kadın düşmanlığı ve transfobi hat safhada iken planlanan değişikliklerin en başta trans kadınların sağlıklarını ve hayatlarını ne denli tehlikeye atacağını vurgulamak çok önemli. Yıllardır toplumda örgütlenen nefret sebebiyle barınma hakları hiçe sayılan, evleri mühürlenen, işe alınmayan, temel insan hakları için sürekli bir hayat mücadelesi veren trans kadınlarla dayanışmak daha da kritikleşti. Herkes LGBTİ’lerin haklı direnişlerinin arkasında durmalı, destek vermelidir.

Kadın ve LGBTİ mücadelesi el ele

Tarih boyunca kadın ve LGBTİ hareketi birbirine paralel yürüyen ve sıklıkla kesişen mücadeleler oldu. LGBTİ karşıtı yasalar, kadın haklarıyla da doğrudan bağlantılı çünkü her iki durumda da bireylerin kendi bedenleri ve kimlikleri üzerindeki kontrolü ellerinden alınmak isteniyor. Mesela son dönemde kadınlara “normal” doğum çağrılarının yapılması, sezaryen doğum yapan kadınlara karşı “biyolojik cinsiyet rollerini” yerine getirmediği gibi bir bahanenin kullanabilecek olması bu yeni tasarının kadınların kazanılmış haklarını nasıl tehdit edeceğine bir örnek. Geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uymayan, “makul kadın”, “makul erkek” sayılmayan herkesin hayatı tehlikeye girecek ve bu politikalar cinsiyet temelli baskıyı daha da derinleştirecektir. Tüm bu “Aile Yılı” politikaları, LGBTİ ve kadın bedenleri tahakküm altına almak için yürütülüyor ve hükümetin örgütlediği homofobi ve transfobi ile mücadelelerimizin bölünmesi amaçlanıyor. Bizler, öğrenciler ve gençler olarak ne olursa olsun trans arkadaşlarımızla dayanışmalı ve hak arayışlarına ortak olmalıyız.

Bu 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’ne giden süreçte de kadınların ortak taleplerini öne çıkarırken trans kadınların taleplerini yükseltmenin önemi büyük. Bu 8 Mart’ta Aile Yılı değil Mücadele Yılı diyoruz.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İmamoğlu'nun tutuklanma gerekçesi ortaya çıktı: "Kaçma şüphesi"

Evrensel'i Takip Et