Sabır taşı
Türkiye’nin dört bir yanında emeğiyle geçinmeye çalışan milyonlarca emekçi, artık sabrının son sınırına gelmiş durumda. Aylar geçiyor, ama mutfaktaki yangın dinmek bilmiyor. Market fiyatları neredeyse her hafta yükseliyor; temel gıda maddeleri bile lüks haline geliyor. Kira, ulaşım, elektrik, su ve doğal gaz faturaları karşısında ücretler günden güne eriyor. Ancak ne siyasi iktidar ne de sermaye çevreleri bu yangını söndürmek için bir adım atıyor. Aksine, halktan kopmuş bir anlayışla her fırsatta “sabredin” demeye devam ediyorlar.
Asgari ücret, artık bir geçim ücreti değil, adeta bir hayatta kalma ücreti haline geldi. Gıda, kira, ulaşım ve enerji giderlerindeki keskin artışlar, geniş halk kesimlerini ay sonunu getirmekten uzaklaştırdı. Milyonlarca kişi günü kurtarmaya çalışıyor, çocuklarının karnını doyurmak, evini ısıtmak, işine ulaşmak için hesap kitap yapıyor. Bu koşullar altında insanlar “yaşam kalitesi” değil, “Hayatta kalabilmek” derdine düşmüş durumdalar.
Yılın ilk altı ayında resmi enflasyon oranı yüzde 16,67 olarak gerçekleşti. DİSK-AR’ın ücret kayıpları izleme raporuna göre bu dönemde net 22 bin 105 TL olan asgari ücretin enflasyon karşısındaki reel kaybı 3 bin 685 TL. Başka bir ifade ile bugün asgari ücret alan bir işçi ücreti aynı kalmasına rağmen bugün altı ay öncesine göre 3 bin 685 lira daha az mal ve hizmet satın alabiliyor. Bu da alım gücündeki ciddi bir erime yaşandığına işaret ediyor.
7 aydır toplu sözleşmelerinin sonuçlanmasını bekleyen kamu işçileri için de durum çok farklı değil. Bugün yoksulluk sınırı 90 bin liraya dayanmış durumdayken kamu işçilerinin ortalama ücreti bu sınırın yarısına bile ulaşmıyor. Buna rağmen hükümet ilk altı ay için yüzde 24 ve sonraki altı aylar için gerçekleşen enflasyon teklifi yaptı ve işçilerin yoğun tepkisine rağmen yukarıdan sendikal bürokrasi ile sözleşmeyi imzalayıp oldubittiye getirmeye çalışıyor.
İktidar cephesi ise yıllardır aynı nakaratı tekrarlıyor: “Ekonomik denge, büyüme, istihdam, enflasyonu düşürmek için biraz daha sabır…” Ancak sabır sadece emekçilerden beklenirken, şirket kârları, patronların servetleri ve yandaşların zenginliği artmaya devam ediyor. Halk için büyüyen tek şey ise borçlar, açlık, yoksulluk ve çaresizlik.
Türkiye’de sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ve hukuksal anlamda derin bir kriz yaşanıyor. Emekçilerin taleplerinin duyulmadığı, sendikal hakların bastırıldığı, siyasi tutuklamaların arttığı bir düzende sabır, artık çözüm değil; iktidarın oyalama ve zaman kazanma aracına dönüşmüş durumda.
Bugün gelinen noktada emekçilerin sabır taşı çatlamak üzere. Bu ifade, sadece duygusal bir tepkiyi değil, aynı zamanda uzun süredir etkisini hissettiren toplumsal bir gerçekliği ifade ediyor. Her yeni fiyat artışı, sürekli yok sayılan ya da görmezden gelinen talepler emekçilerin sabrını biraz daha zorluyor. Bu sabır artık yerini, yıllardır çözümsüz bırakılan sorunların biriktirdiği kitlesel bir öfkeye, haklı bir tepkiye bırakıyor.
Milyonlarca emekçi sürekli sabretmekten bıkmış durumda ve artık insanca çalışmak, insanca yaşamak istiyor. Emekçiler bu adaletsizliğe, güvencesizliğe, yoksulluğa razı olmadığını örgütlü bir şekilde göstermedikçe; bu düzen daha da acımasız, daha da eşitsiz hale gelecek.
Evrensel'i Takip Et