15 Mayıs 2025 00:06

Emekçiler ve barış mücadelesi

Dünyada ve Türkiye’de halklara büyük acılar yaşatan savaş politikaları, çoğunlukla ırkçı ve şoven bir propaganda eşliğinde meşrulaştırılıyor. Ancak bu politikaların en ağır bedelini her zaman işçi ve emekçiler ödüyor. Farklı kimlik, inanç ve siyasi görüşlere sahip işçi sınıfı üyeleri, savaş ve çatışma ortamlarında yalnızca fiziksel yıkıma uğramıyor; aynı zamanda sınıfın ortak mücadelesi de parçalanma riskiyle karşı karşıya kalıyor.

Türkiye’de uzun süredir sürdürülen savaş politikaları, toplumda kutuplaşmayı derinleştirirken, milliyetçilik kisvesi altında ırkçılık körükleniyor; farklı kimliklere mensup emekçiler birbirine düşman edilmeye çalışılıyor. Bu kutuplaşma, işçi sınıfının ortak mücadelesini zayıflatırken; iktidar ve sermaye çevreleri ise bu bölünmeden güç alarak emekçilerin kazanılmış haklarına daha kolay saldırabiliyorlar. Savaş atmosferi, emekçilerin hareket alanını daraltırken; özellikle ekonomik kriz dönemlerinde, haklarını savunmakta zorlanan işçiler en ağır bedeli ödeyen kesim oluyor.

Emekçilerin temel hak arayışları, sendikal örgütlenme çabaları, eylem ve direnişleri çoğu zaman “terör” ya da “bölücülük” söylemleriyle itibarsızlaştırılıyor ve bastırılıyor. İşçiler kendi çıkarları için birlik olduklarında ayrıştırıcı savaş dili hemen devreye sokuluyor. Bu dilin etkisinde kalan kesimlerin geri çekilmesi, mücadelenin zayıflamasına ve patronların elinin güçlenmesine neden oluyor.

İktidarın savaş yanlısı politikalarını destekleyen sendikalar ve konfederasyonlar yıllardır el üstünde tutulurken; eşitlik, özgürlük ve barışı savunanlar ise “hain”, “bölücü”, “terörist” olmakla suçlandılar. Ancak yıllardır yaşananlar gösteriyor ki asıl savaş; fabrikalarda, iş yerlerinde, sokakta ve hayatın her alanında devam ediyor. Düşük ücretler, hayat pahalılığı, artan yoksulluk, güvencesizlik ve geleceksizlik savaş politikalarının doğrudan ekonomik sonuçları olarak karşımıza çıkıyor.

Son dönemde yaşanan tartışmalar ve hafta başında açıklanan silahlı mücadeleyi sonlandırmaya dönük yapılan açıklamalar, ülkede barış ikliminin yeniden konuşulması için önemli bir fırsat yarattı. Bu gelişmeleri yıllardır barış, demokrasi ve eşitlik mücadelesi yürüten ve ağır bedeller ödeyen halkların ve emekçilerin ısrarlı ve kararlı mücadelesinin bir sonucu olarak görmek gerekir.

İktidarın bu süreci kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme çabası elbette şaşırtıcı olmaz. Ancak bu durum, ortaya çıkan fırsatın emek ve barış mücadelesi açısından heba edilmesini meşrulaştıramaz. Bu nedenle, başta sendikalar olmak üzere tüm emek ve demokrasi güçlerinin sürece; halkların, emekçilerin ortak çıkarlarını esas alan bir yaklaşımla sahip çıkması; çözümün yasal ve demokratik zeminlerde gerçekleşmesi için seyirci kalmadan aktif rol üstlenmesi büyük önem taşıyor.

Bugün barış talebi ne bir ayrıcalık ne de bir lütuftur; halkların ve emekçilerin yıllara yayılan mücadelesinin ve direncinin meşru bir sonucudur. İktidarın hareket alanı daralmış, toplumun demokratik taleplerini görmezden gelmesi giderek zorlaşmıştır. Kürt sorununun eşit yurttaşlık temelinde, demokratik yöntemlerle çözülmesi; barışın kalıcı olarak tesis edilmesi ve siyasal alandaki tüm antidemokratik uygulamaların son bulması (Özellikle kayyım atamalarının iptali, seçilmiş temsilcilerin görevlerine iadesi ve tutuklu siyasetçilerin serbest bırakılması vb.) bugün artık ertelenemez bir zorunluluk haline geldi.

Emekçiler ve emek örgütleri açısından barışı amasız, fakatsız savunmak; aynı zamanda sınıf dayanışmasını büyütmenin ve ortak mücadele zeminini güçlendirmenin önünü açacaktır. Savaş politikalarının yerine barışı koymak, farklı kimlik ve inançlardan emekçilerin bir araya gelmesini, ortak bir geleceği birlikte inşa etmesini kolaylaştırır. Çünkü barışın, eşitliğin ve özgürlüğün olmadığı bir ülkede, emekçilerin hak kazanması, mevcut haklarını koruması ve yeni haklar kazanması neredeyse imkansızdır.

ABONE OL

Erkan Aydoğanoğlu

Emekçiler ve barış mücadelesi
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et