Tepkiyi greve değil, sisteme gösterin
İzmir’de DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası öncülüğünde 23 bin belediye işçisi, “eşit işe eşit ücret” talebiyle greve çıktı. Ancak bu haklı direniş, sosyal medya ve çeşitli mecralarda haksız eleştirilerle karşılaştı. Bu tepkiler, işçi sınıfı içinde ne kadar yaygın bir bilinç bulanıklığı yaşandığını da gözler önüne serdi. “Hizmet aksıyor”, “Şimdi grev mi yapılır?”, “Bu grev iktidara yarar” gibi söylemler, grevin özünü anlamaktan uzak; sadece bireysel rahatsızlıkları önceleyen dar bir bakış açısının ürünü olarak dikkat çekti.
Emekçilerin kendi çıkarlarını görememesi, egemen sınıfın değerlerini benimseyip savunması “çarpık bilinç” olarak tanımlanır. Bu bilinç, emekçiyi sistemin dayattığı kurallara rıza göstermeye, itiraz etmemeye yönlendirir. “Grev yüzünden insanlar mağdur oluyor” gibi tepkiler de grev hakkının tarihsel ve hak temelli anlamını kavramaktan ne kadar uzak olunduğunu gösteriyor. Bu tür yaklaşımlar, işçilerin haklı mücadelesine gölge düşürmeyi amaçlarken, kamuoyunun dikkatinin gerçek nedenlerden uzaklaşmasına neden oluyor.
Belediye işçilerine yöneltilen bu tür tepkiler, sistemin halkı nasıl böldüğünü açıkça gösteriyor. Yıllardır eğitim sistemi başta olmak üzere, medyanın kullanımı ve siyasal dil aracılığıyla insanlar bilinçli biçimde birbirine karşı konumlandırılıyor. İşçilere “Senin yüzünden işler yürümüyor”, işsizlere “Çalışanlar işi beğenmiyor” dedirtilirken beyaz yakalılara ise “Sen onlardan farklısın” denilerek ayrıcalıklı olma duygusu aşılanıyor. Böylece emekçiler arasındaki dayanışma zayıflatılıyor ve ortak talepler görünmez kılınıyor. Grevcileri “tembel” ya da “verimsiz” gösterme çabaları ise emeği değersizleştiren neoliberal ideolojinin en etkili araçlarından birisi olarak baş köşede durmaya devam ediyor.
Oysa grev, zaten işin durmasıyla anlam kazanır. İş durmazsa işçinin pazarlık gücü de oluşmaz. Bugün belediye işçileri grevdeyse, bu bir tercihten çok, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığına karşı geçim mücadelesinin zorunlu bir sonucu olarak görülmelidir. Hizmetlerin aksamasından şikayet edenler, bu işçilerin İzmir gibi pahalı bir şehirde nasıl ve hangi koşullarda yaşamaya çalıştığını düşünmelidir.
Kaygı verici olan, bu kadar meşru bir talebin bazı “demokrat”, “solcu” ya da “sosyalist” çevrelerce bile “rahatsızlık” olarak görülmesidir. Oysa grev hakkı olmayan bir işçinin sendikalı olmasının da bir anlamı kalmaz. Bu nedenle, bir yandan işçilerin hakkını savunur görünüp, diğer yandan “ama”, “fakat” gibi ifadelerle grevi sorgulayanların, bu tutumlarını işçilerin yaşam koşullarını gözeterek gözden geçirmeleri gerekir.
Unutulmamalıdır ki, bu grev sadece belediye işçilerinin değil, tüm emekçilerin ve işsizlerin ortak mücadelesidir. Kazanılan her hak, sadece bugünkü grevcilerin değil, gelecekte benzer koşullarda çalışacak herkesin ortak kazanımı olacaktır. Bu nedenle belediye işçilerinin grevi, sadece bir ücret meselesi değil; aynı zamanda adalet, eşitlik ve insanca yaşam arayışının bir ifadesidir.
Emekçiyi tembel, grevcileri bencil gibi göstermek; emeği küçümseyen ve insanı sadece verimlilikle değerlendiren sistemin ideolojik söylemidir. Bu tür suçlamalara karşı durmak, aynı zamanda toplumsal vicdanı savunmaktır. Tepkiler, grev yapanlara değil; onları bu yola mecbur bırakan sisteme ve onun sözcülerine yöneltilmelidir. Bugün işçilerin mücadelesine sırt çevirenler, yarın kendi mücadelelerinde yalnız kalabilirler.
Evrensel'i Takip Et