17 Haziran 2025 00:05

‘Aslında bu yaşadıklarımız roman da olabilir…’

Erdoğan, 12 Eylül 2010’daki anayasa değişikliği referandumu öncesi kamu emekçilerine grevli toplu sözleşmeli sendika, tüm işçilere genişletilmiş sendikal özgürlükler vadetmişti. Diğer tüm vaatler gibi bu da boşa düşecekti.

Sendikalar Kanunu, Kasım 2012’de, o dönemin ‘ruhu’na uygun bir özgürlükler söylemine paketlenerek değiştirildi. İşkolu sayısı 28'den 20'ye, işçi sendikasına üye olma yaşı 16'dan 15'e düşürülmüş, sendika üyeliği ve üyelikten çıkmada noter şartı kaldırılmış, üyelik ve üyelikten çekilmenin e-devlet üzerinden yapılmasının önü açılmıştı. İşkolu tespitine ilişkin dava ve temyiz süreçleri 4 ayı geçmeden sonuçlandırılacaktı.

Bu sahte reform ambalajının içindeki paket, gerçekte, söylemin tam tersi yönde etki yaptı.

Bir kere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, şu tesadüfe bakın ki, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında sendikalı işçi sayılarını gösteren istatistiği yayınlamadı.

Son veri 2009’a aitti: 9 milyon sigortalı işçiye karşılık 3 milyon 233 bin sendikalı işçi vardı. Kayıtlı işçilerin üçte birinden fazlası (yaklaşık yüzde 34’ü) sendika üyesiydi.

Karartma kaldırılıp ilk veri yayınlandığında [Ocak 2013], sendikalı işçi sayısının 1 milyona düştüğü görüldü. Sendikal hak ve özgürlükleri geliştirmeye yönelik sahte vaatler ve anayasal, yasal düzenlemelerin ardından örgütlü işçi sayısı erimiş, sendikalı oranı yüzde 34’ten yüzde 8’e düşmüştü.

Bugün de tablo farklı değil. İşçi sınıfının oldukça küçük bir bölümü sendikalı, çok daha küçük bir bölümü toplu sözleşme hakkına sahip.

AKP ‘reform’larının ülkeyi sürüklediği dehlizlerden biri de burada. Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketi, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yasal-siyasal-fiziki saldırı altında.

Fiziki saldırıları en son Tüpraş işçisine sıkılan biber gazında gördük. Birtek-Sen Başkanı Mehmet Türkmen, tamamen sendikal faaliyetleri nedeniyle ve patronların şikayetine mahsuben 17 Şubat’tan beri hapiste.

Siyasal saldırılar malum, hükümetin doğrudan destekçisi değilseniz, her türlü soruşturmaya, tutuklamaya açık hale geliyorsunuz, sendikal alanda da… Ayrıca başta kamu sektörü olmak üzere iktidar partisinin “işyerleri kolu” gibi çalışan, işçiye emekçiye zerre faydası olmayan, yandaş sendikalar da bir tür siyasal saldırı. Bunun en açık sonuçlarını da halihazırda yüzde 16’lık hakaret gibi teklifle kamu işçileri yaşıyor.

Yasal saldırılar da sendikal örgütlenme başta olmak üzere işçi sınıfının tüm tarihsel kazanımlarını parça parça koparıp yiyen, kemiren 12 Eylülcü zihniyetin daha ‘gelişkin’, daha yırtıcı bir devamı olarak çok geniş bir cephede gerçekleşiyor. Bunun en sık görünen yüzünde, sendikalaştığı için işten atılan işçiler var. Üstelik patronlar, sözde anayasal güvence altında olan sendikalaşma hakkını kullanmak isteyen işçileri, “ahlaksızlık”, “işini yapmama” gibi onur kırıcı ve iftira niteliğindeki iddiaları öne süren ‘Kod’ları kullanarak kıyıma uğratıyor.

Oysa Sendikalar Kanunundaki 2012 tarihli sözde reform, “İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiasıyla açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene ait olacak” diye pazarlanmıştır. Yani bir işçi “Patron beni sendikalı olduğum için işten attı” diye mahkemeye gittiğinde aksini kanıtlamak patronun görevi olacaktı. Uygulama yine tam tersi oldu. Şimdi işçiler, işyerinde hırsızlık gibi onur kırıcı suçlamalara karşı kendilerini savunmak zorunda kalıyor.

***

Emek Partisinin ocak ayında başlattığı “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” kampanyası, bizzat işçilerle hazırlanan bir kanun teklifine dönüştü. Ücretli emeğin tüm kesimlerinin karşı karşıya olduğu bu sorunlara yönelik teklif, CHP, TİP, DEM Parti ve İYİP milletvekillerinin mutabakatıyla Mecliste. Dün, bizzat bu teklifin hazırlanması sürecine de katılmış, işçilerin, sendikacıların, aydın ve akademisyenlerin bir araya geldiği bir toplantı yapıldı Mecliste. Grev ve direnişlerden gelen işçiler yaşadıkları sorunları anlattı. Temel Conta, Digel Tekstil, İzmir Belediyesi, İzEnerji, Erlau Metal, Tüpraş, TKIS Blinds, TPI, Ravago Petrokimya, Ulusoy Tekstil, gıda işçileri, Antep’in tekstil işçileri, kamu emekçileri, özel sektör öğretmenleri… Pek çoğu ortak olan sorunlarını aktardılar. Sendikalaşma mücadelesiyle örgütlenip yetki aldıktan sonra patronun toplu iş sözleşmesi masasına oturmayı reddettiği, sendikalaşan işçilerin izini sürüp işten attıkları benzer deneyimleri paylaştılar. Patronlar “sendikalı olursanız sizin ve ailenizin sicili bozulur bir daha iş bulamazsınız” demeye varan cüretini, savcılık ve tutuklama tehditlerini, emekçileri birbirine düşürmeye dönük Ali Cengiz tuzaklarını anlattılar.

İzmir’de, bugün direnişlerinin 190. gününde olan Temel Conta fabrikası işçilerinden Sinem Kaya, Çalışma Bakanlığının “grev kırıcılığını” tespit ettiği halde patronun komik bir para cezasıyla kurtulduğunu ama kendilerinin bizzat savcılar görevlendirilerek tehdit edildiklerini anlattığı çarpıcı konuşmasında işçi sınıfının bilgeliğiyle “Sen cumhuriyetin savcısı mısın patronun savcısı mısın” diye sordu.

Yine sendikalaştığı için işten atılan Erlau Metal işçisi Abdullah Özkoç, kısacık konuşmasını, “Aslında bu yaşadıklarımız roman da olabilir, işte bu kadar kısa da anlatılabilir” diyerek bitirdi. Tam da öyle. Dün, 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 55. Yıldönümünde Meclise gidenler yalnızca bir kanun teklifi değil bir mücadele çağrısı duyurdular. Abdullah Özkoç’un dediği gibi, uzun-kısa tüm biçimlerle, tüm yöntemlerle sürdürülecek bir mücadelenin çağrısı. Türkiye’yi içinde bulunduğu karanlıktan çıkaracak olan özgürlük ışığı da burada; emekçiler kendi temel hak ve özgürlükleriyle birlikte ülkeyi de özgürleştirebilirler. Bunun başkaca bir yolu da yok. Ne kadar mücadele, o kadar özgürlük.

ABONE OL

Hakkı Özdal

‘Aslında bu yaşadıklarımız roman da olabilir…’
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et