4 Mayıs 2025 04:39

’68’den bugüne neyi miras edinmeli?

’68 kuşağı emperyalizmi düşman bellemiş ve bu doğrultuda 6. Filo’dan Komer’in arabasını yakmaya, Nurhak’tan Kızıldere’ye kadar bir halkın zihnine bu sayede mıh gibi çakılmayı başarabilmişti.

’68’den bugüne neyi miras edinmeli?

Fotoğraf: AA

Cenk Yılmaz Bayır
[email protected]


Bir kuşak düşünün ki irili ufakları her öğrenci eyleminde, bizden geçti diyenlerin bile içini umutla dolduran her gençlik direnişinde akıllara ilk o gelsin. Öyle bir kuşak ki hiçbir kuşak onlar gibi olamasın öyle bir hareket ki benzerine rastlanmasın. Ya nostalji çok tatlı geliyor bize ya da onlar gerçekten özeldi. Ya da sadece bizler kolektif hareket edebilme yetimizi kaybettiğimiz için onlara tanrısallık atfettik.

’68 bir tarih, bir hareket, bir kuşak ne derseniz deyin hâlâ sosyal bilimcilerin üzerine çalıştığı nedenleri ve sonuçları üzerine birbirinden farklı onlarca yorum yapabildiği bir alan. ’68’i tanımlamak ve sebeplerini analiz etmek için bu satırlar sınırlı olsa da o günden bugüne neyi miras edinebileceğimizi hatırlamak için yeterli.

Her ’68’in ülke bazında özgün yanları vardı. Dünya çapında ortak düşmanlı emperyalizm, ortak paydaları ise demokrasi, özgürlük ve eşitlik talepleriydi. Bu talepler her ülkede farklı bir renge bürünüyorken üçüncü dünyada ise bağımsızlık talebiyle harmanlanıyordu. Türkiye’de de demokrasi, eşitlik, özgürlük, kalkınma için emperyalizme karşı tam bağımsızlık işin ana damarını oluşturuyordu. Bu nedenle öğrenci gençliğin kalplerinin soldan ve kanlarının kızıl akması şaşırtıcı değildi.

1960’lar Adnan Menderes’ten kurtulmuş ve ülke tarihinin en demokratik anayasasını pek de demokratik olmayan yollardan geçerek yürürlüğe koymuş özgün bir Türkiye dönemiydi. Bu dönemde demokratik temsil, kişisel, sendikal ve siyasal hak ve özgürlükler açısından olumlu gelişmeler yaşanmıştı. İşçiler için sendika ve toplu iş sözleşmesi hakları bu dönemde elde edilmişti. Türkiye İşçi Partisi bu dönemde kurulmuş ve milli bakiye sistemi sayesinde 14 milletvekilini Meclise sokmayı başarmıştı.

Türkiye ithal ikameci sanayi politikasını izliyor birçok ithal mal ülke içinde üretiliyor, kamu ekonomik alanda ağırlığını koruyordu. Bu durum kapitalist olmayan yoldan kalkınma tezlerinin ülke içinde uygulanabileceğine dair umut ışığı yakıyor ve emperyalizmle göbek bağının kesilebileceğine yönelik inancı pekiştiriyordu.

1960’lar itibarıyla üniversitelerin sınıfsal kompozisyonu değişmeye başlamıştı. İşçi sınıfının, köylülerin, memurların ve küçük burjuvazinin çocukları üniversitelere daha rahat girebiliyordu. Bu gelişmelerin izinde öğrenci örgütleri kurulmuş ve siyaseten etkilerini göstermeye başladı. Bu örgütlerin en önemlisi Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) ve 1969’da dönüştüğü haliyle Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonuydu (Dev-Genç). FKF daha kurulmadan önce dergi çevresinde Menderes’e karşı 555K’yi örgütleyebilmişti. FKF zamanla dönüşerek üniversite gençliğinin büyük çoğunluğunu kendi çatısı altında toplayacak ve kampüslerle sınırlı kalmayarak bir siyasi parti gibi çalışacaktı.

’68’in işaret fişeği Ankara Üniversitesi DTCF’de gerçekleşen boykot ile başlamış ve ardından tüm üniversiteler yayılmıştı. Temel talepleri eğitimde reform olan öğrenciler çok kısa sürede kampüs sınırlarını aşarak ülke gündemine eğilmeye başladılar. Böylece salt bir öğrenci hareketi değil topyekûn bir gençlik hareketi niteliğine erişebildiler.

Şüphesiz bunun altında kendi taleplerinin ülkenin somut koşulları ve toplumun genel talebiyle ayrışamayacağı gerçeği yatıyordu. Üniversite okuyanın gerçekten de işsiz kalmayacağı o dönemlerde ’68 kuşağı bireysel gelecekten çok toplumsal geleceği kurtarmanın peşine düşmüşlerdi. Bir aydın sorumluluğu taşıyan ve kendi eğitimlerini kamu imkanlarıyla sağladıklarının farkında olan bu gençlerin iradesi hem farklı alanların fitilini ateşlemekte işlev görüyor hem de karşılıklı öğrenmenin önünü açıyordu.

Onların bilincini etkileyen ve böyle bir sorumluluğa teşvik eden etmenlerden biri de yükselen sınıf hareketiydi. Sendikal hak ve özgürlükler, mücadeleci işçi sendikaları ile buluşunca birçok işçi direnişi sahneye çıkıyordu. İşçi direnişine ek köylü hareketleri ve toprak işgalleri yaşanıyordu.

Singer, Demirdöküm, Sungurlar, Horoz Çivi ve birçok işçi direnişine katılan gençler kendi geleceklerini işçi sınıfının mücadelesiyle ortaklaştırıyordu. İşçiler de gençleri dışsal bir unsur olarak görmüyor aksine onları kendi grev ve direnişlerini örgütlemeye yardımcı olmaları için davet ediyordu. İşçiler Türkiye’yi sarstığı 15-16 Haziran’da da gençlerle kol kolaydı.

Öğrenciler yazları tatil yapmak yerine üniversitelerden Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki köylere dağılıyor uğradıkları baskıları, yaşadıkları zulümleri, gerçekleştirmek istedikleri idealleri köylülere anlatıyor duygu ve düşüncede birlik yaratmaya çalışıyorlardı. Hatta bununla sınırlı kalmayarak köylülere anayasanın topraksız köylülere tanıdığı hakları açıklıyor, onları bilinçlendiriyor ve birçok toprak işgalinin gerçekleşmesinde rol oynuyorlardı.

Öğrencilere bu gücü sağlayan ortak bir amaç doğrultusunda birlikte hareket etme kabiliyetleri ve bunun aracı olan üniversiteleri ağ gibi sarmış yerel örgütleriydi. Mücadele ateşine yakıtı taşıyan etmenler sadece ulusal sınırlılıkla kalmıyor uluslararası birçok gelişme bunu tetikliyordu. ABD emperyalizminin Vietnam’daki katliamlarına karşı Vietnam halkının mücadelesi, Filistin halkının siyonizme ve emperyalizme karşı mücadelesi kendilerine örnek oluyor Johnson Mektubu ile aşağılanan bir NATO ülkesinin emperyalizmin sömürüsü altında olduklarını düşünüyorlardı. Kapitalist olmayan yoldan kalkınmanın mümkün sayıldığı bir dünyada cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan sistemin ihanet ile emperyalizmin boyunduruğu altına sokulduğunu, bu nedenle bozulduğunu düşünüyorlar ve bunun karşısında “tam bağımsızlığı” şiar ediniyorlardı.

Bugünlerde tekrar popülerleşen Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli’nin kaynaklık ettiği Milli Demokratik Devrim teorisini benimseyen öğrenciler arzuladıkları dünyaya ulaşmanın reçetesini burada görüyorlar, tarihsel gelişimi bu teorik arka planda okuyorlardı. Ancak bu teoriler gençliğin dinamizmini yerince yakalayamıyor hem MDD hem de sosyalist devrim teorisine (SD) eleştirel yaklaşarak pasifist olarak gördükleri yönlere alternatif arıyorlardı. Oldukça yeni sayılan Çin ve Küba devrimleri ise pasifist olmayan bir biçim olarak görülüyor, onlara ideallerinin gerçekleşebileceğinin bir hayal olmadığının somut kanıtlarını oluşturuyordu.

’68 kuşağı kendilerini güdüleyen birçok faktörle inandıkları amaç uğruna mücadele etmiş, emperyalizmi düşman bellemiş ve bu doğrultuda 6. Filo’dan Komer’in arabasını yakmaya, Nurhak’tan Kızıldere’ye kadar bir halkın zihnine bu sayede mıh gibi çakılmayı başarabilmişti. Günümüz gençliği yaptığı eylemlerde “Dev-GenZ” pankartıyla kendilerinde onlardan izler buluyorsa evet, onlar özeldi. Ancak onlar ne zamanın tanrılarıydı ne de süper kahramanlardı. Dönemin özgünlüğünü içinde taşıyan ancak iradi ve bilinçli bir şekilde bu yola giren herhangi gençlerdi. Herkes için o günlerden bugüne teorik olarak miras edinebilecek ortak şeyler çıkmayabilir. Fakat bugünün gençliğine dayatılan bireyciliğe karşı toplumculuğu, rekabete karşı dayanışmayı, kariyerizme karşı kolektivizmi o günlerden bugünlere miras edinebiliriz. Böylece Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, İbrahim ve daha niceleri yeni doğan bebeklerin isimlerinde değil aynı zamanda bir toplumun içinde yaşamaya devam eder.

Evrensel'i Takip Et