Başka bir uzay mümkün
Uzaya giden ‘ilk’ insan, köpek ya da başka bir şey olmak son kertede pek bir şey ifade etmiyor. Önemli olan uzaya bakınca ne gördüğümüz, nasıl bir toplum hayal ettiğimiz.

Kavel Alpaslan
[email protected]
Komik görsellerin ya da fıkraların e-posta yoluyla paylaşıldığı 2000’lerde sıkça karşımıza çıkan bir karikatür vardı: Bir grup Marslı, gezegenlerindeki ABD işgalini protesto etmek için “Yankee go home” pankartı altında toplanırlar. Barış talebiyle toplanan bu uzaylılar ‘Mars, Marslılarındır’ dövizleri ile ABD’nin işgalci uzay politikalarını eleştirirler. Söz konusu görselin dolaşıma girdiği tarih, ABD’nin Irak işgaline denk geliyor. Tasarlayan kişi Vaşington’un emperyalist politikalarını mizahi bir dille topa tutar. Fakat ne karikatürü yapanlar, ne de şakaya gülenler o günlerde bu kompozisyondaki yan anlamın asıl anlama dönüşeceğini tahmin edebilirdi.
Bugün ABD’nin Hükümet Verimliliği Departmanının başındaki isim Tesla ve Space X şirketlerinin CEO’su Elon Musk, ‘Kızıl Gezegen’in sermaye çıkarları için işgali’ üzerine bir kampanya yürütüyor. Giydiği Occupy Mars yazılı tişörtlerle açık açık işgalden söz eden Musk, bunun haricinde de uzayı sermayedarlar için bir oyun alanı haline getiriyor.
Aynı gezegen, ilginçtir, bundan yaklaşık 120 yıl önce insanlığa çok daha farklı bir ilham vermiştir: Bolşevik devrimcilerden Aleksey Bogdanov, 1908 yılında Kızıl Yıldız romanını yazdığında Mars’ta gelişen bir komünist toplumun hayalini kurar. Bogdanov’un hayali, kızıl yıldızın çeşitli komünist hareketlerce benimsenmesine neden olur.
Bugün Musk’ın ve sermayenin hırsı ile gündemimize gelen uzay, tekno-fetişist bir şov alanı olarak karşımıza çıkıyor. Bir füzenin, uzay mekiğini fırlattıktan sonra tekrar yeryüzüne inmesi ‘toplumsal ilerleme’ olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Ancak geçmiş deneyimler olduğu sürece bu pazarlama tekniklerinin işi pek de kolay değil. Öyle ki sadece Bogdanov’un romanı değil; Sovyetler Birliği’nde erken dönemden itibaren uzayın, ‘vitrin’ olarak değerlendirilmediğini görüyoruz. Aksine bir bütün olarak tüm insanlığın ortak ufku olarak belirlenir.
Dilerseniz birkaç örnek üzerinden somutlaştırmaya çalışalım.
Sovyet uzay programının kökleri Ekim Devrimi’nden çok daha öncelere giden Rus kozmizmine kadar uzanıyor. Fakat 1917’den sonra bambaşka bir anlam kazanıp ivmelenir. Emeğin iktidarı ve daha önce deneyimlenmemiş bir mülkiyet ilişkileri içerisinde yeni bir toplumun inşası... Bu anlayışın devrimci yanı ‘geleceğe’ ve şüphesiz imge dünyamızda geleceğin bir yansıması olan ‘göklere’ de yansır.
Bu sebeple 1920’ler sadece teknolojik gelişmelerde değil, kültür-sanat alanındaki üretimlerde de uzay ön plana çıkar. Bogdanov’un eseri erken bir örnek olduğu için ayrıca çarpıcıdır ancak bu alanda ‘tek’ değildir. Fütürist Sanatçı Mayakovski’nin dizelerinden eksik olmayan ‘yıldızlar’ ve ‘uçaklar’ bize 1920’ler gibi erken bir tarihte dahi uzaya olan tutku hakkında ipuçları veriyor. Aleksey Tolstoy’un beyaz perdeye aktarılan bilim kurgu eseri Aelita da öyle. Tolstoy, bu kitabında Mars’taki sınıf mücadelesine dahil olan dünyalı devrimcilerin hikayesini inceliyor*.
Bununla birlikte teknik gelişmelerden de söz etmek gerekiyor. “Dünya insanlığın beşiğidir, ancak insan sonsuza kadar bu beşikte yaşayamaz” ifadeleri ile hatırlanan Sovyet Bilim İnsanı Konstantin Tsiolkovski (1857-1935), arka bahçesindeki kulübesinde yaptığı çalışmalarla yola çıkar. Kendini eğiten bir bilim insanı olan Tsiolkovski’nin roket ateşleme alanında yaptıkları, Ekim Devrimi’nin rüzgarıyla birleşince, ‘göğün fethi’ mümkün hale gelir.
Örnekler çoğaltılabilir. Sovyetler Birliği’nin uzay ile ilişkisini ve bu ilişkinin köklerini doğru anlamak gerekiyor. Yoksa hikaye sadece Sputnik ile başlamıyor. Adına kapitalist-rekabetçi bir perspektifle ‘yarış’ denilen, oysa pratikte ‘Sovyetlerin uzayı keşfi’ olarak adlandırabileceğimiz dönemde en çığır açıcı adımları Moskova atar, bunda bir sorun yok. Ancak uzaya giden ‘ilk’ insan, köpek ya da başka bir şey olmak son kertede pek bir şey ifade etmiyor. Önemli olan uzaya bakınca ne gördüğümüz, nasıl bir toplum hayal ettiğimiz, ne uğruna teknolojiden faydalandığımız.
Şu bir gerçek, Mars bugün ya da yarın kolonilerle işgal edilse, sağa sola ABD ya da şirket bayrakları dikilse buna karşı çıkacak uzaylılar olmayacak (Yine de kesin konuşup uzaylıları karşımıza almayalım durduk yere). O zaman zaten var olmayan uzaylıların mı derdine düştük? Hatta belki günün birinde diğer gezegenlerin yer altı kaynakları da bu işgal ‘sayesinde’ şirketlere akmaya başlayacak.
Peki mevzu ne o halde? Toplumsal yaşamın her alanında karşılaştığımız asıl sorun, uzayı da aşan bir ufuk sorunu. Sermaye, kâr hırsından başka hiçbir değere sahip değilken, Musk’ın ya da başkasının bu hırsın haricinde bir perspektif sunmasını beklemek ahmaklık olacaktır. Oysa tek yaptıkları teknolojik gelişmeleri bize ‘ilerleme’ diye sunmak.
Üstelik bu sunuş bile kendi içerisinde farklı illüzyonlar içeriyor, zira dünyanın sınırlı kaynakları her zaman ‘teknolojik ilerlemeye’ falan da harcanmıyor. Düşünsenize ‘uzay turizmi’yle çılgın masraflarla uzaya devamlı milyoner, YouTube fenomeni ya da şarkıcı gönderiliyor. Uzayda zengin safarisi yapılırken, yeryüzünde türlü bireysel kurtuluş masalı anlatılıyor. Neymiş bu ürün geri dönüştürülmüş atıklarla yapılmış, uçağa binmek dünyaya zarar veriyormuş... Bunlar doğru tabii ancak sorun bu ikiyüzlülüğü açığa çıkartamayıp, her şeyi bireyselleştirerek pasifize etmek sorunu.
Oysa geçmişe baktığımızda şunu görüyoruz Sovyetler, uzayı insanlığın ortak hayali yapmıştı; kapitalizm ise onu bir pazar haline getirdi.
Sözlerimizi Lenin’in uzaylılar hakkındaki dikkat çekici düşünceleriyle bitirelim. İngiliz Bilim Kurgu Yazarı H. G. Wells, 1920 yılında Lenin’i ziyaret eder ve kendisiyle röportaj yapar. Wells’in Lenin’e ‘uzayda yaşam’ üzerine bir soru sorması üzerine konu devrimci şiddet ile başka gezegenlerle temasa gelir. Diğer gezegenlerde yaşam keşfedildiği takdirde devrimci şiddete gerek kalmayacağını söyleyen Lenin şöyle ilginç bir şekilde açıklıyor:
“İnsan fikirleri, içinde yaşadığımız gezegenin ölçeğine dayalıdır. Teknik potansiyellerin, geliştikleri halde ‘yeryüzü sınırı’nı asla aşmayacağı varsayımına dayalıdır. Eğer başka gezegenlerle temas kurmayı başarırsak, bütün felsefi, toplumsal ve ahlaki fikirlerimizin gözden geçirilmesi gerekecektir ve bu durumda söz konusu potansiyeller sınırsız olacak ve ilerlemenin zorunlu bir aracı olarak şiddete son verecektir.”**
Tıpkı başka bir dünya gibi, başka bir uzay mümkün. Hem de sonsuz ihtimalle!
*Kızıl Yıldız’ın aksine bu sefer Marslılar dünyadan çok daha ileri bir komünist toplum olarak yansıtılmıyor
**Susan Buck-Morrs, Rüya Alemi ve Felaket, Metis
Evrensel'i Takip Et