“Kamu düzenini bozma tehlikesi”, doğuştan hükümlüler

Sayanlar olmuş, son bir buçuk ay içinde Adalet Bakanı Yılmaz Tunç kırk defa “Türkiye'de yargı bağımsızdır” demiş. Yeni bir adalet sarayının açılışını yaparken konuşmasında sözü, bunu sık dillendirmesine laf edenlere getiriyor. “Hazmedemiyorlar” diye çıkışıyor Tunç, “Yargımız, her zamankinden bağımsız ve tarafsızdır.” Bağımsız, üstelik sanki birimleri varmışçasına her zamankinden daha da bağımsız.

“Türkiye'de yargı bağımsızdır. (...)Türkiye bir hukuk devletidir. (...)Yargı bağımsızdır, görevini yapar. (...)Türk yargısı, yalnızca Anayasa'ya, hukuka ve milletin iradesine bağlıdır. (...)Bağımsız Türk yargısı karanlıkta ışık arayan herkesin umududur.”

Belli ki yargının bağımsızlığı meselesi üzerine her zamankinden fazla düşündüğü zamanlar. 

*

Alelâde bir kelimeyi dahi üst üste tekrarlamanın yarattığı yabancılaşmayı da ekleyince yüksek ateş kaynaklı bir sayıklama gibi geliyor kulağa. Bir yandan telkin gibi, içten bir dilek, hatta nasıl diyorlar “manifest”. Önce bu cümleleri tekrarlayanın kendini ikna etme arzusu çağrışıyor, bundan bir salise şüphe duymayacak denli sıkça tekrarlamalıyım, diyor sanki. Sonra elbette dinleyenleri ikna niyeti var. Bundan bir salise şüphe duymayacakları kadar sık tekrarlamalı. Reklam dünyasının bilinç dışına oynayan pazarlama trükleri gibi, kişisel gelişim endüstrisinin hayatı yaşanmaz kılan düzene dokunmadan “karanlıkta ışık arayanlara” aforizma satması gibi. Yahut altına imza atılması beklenen bir sorgu tutanağı, cezaevinde durmaksızın çalan marş ya da bir akıl oyunu, bir kara büyü gibi.

Kelimeler her zamankinden daha güçlü, çünkü hakikat yerine geçecek olanı inşa ediyorlar. Kelimelerin artık hükmü yok, çünkü Adalet Bakanı'nın diyeceklerine koşulsuz ikna olacak olanların kelimelere ihtiyacı yok. Kelimeler iktidara yapışmıyor; diploma mı, hırsızlık mı, yolsuzluk mu, israf mı, cevap vermeye kalmadan bir hareketle karşı tarafa, muhalefete atıyor. Makul, ahlaki, tutarlı ve yasalara uygun kılmak için çabalamasına gerek yok. 

*

Yönetmen Louis Theroux'un BBC için hazırladığı ve kısa bir süre önce yayınlanan “The Settlers” (Yerleşimciler), işgal edilmiş Filistin topraklarında kameranın ağırlıklı olarak İsrailli yerleşimcilere çevrildiği bir belgesel. Theroux bazı anlarda o kadar basit, düz sorular yöneltiyor ki, karşısındakine düşüncesini o düzlükte ifade etmek kalıyor. Sussa bile bu da çıplak gerçeklik demek. En uzun görüşmeyi yaptığı Daniella Weiss, başından itibaren yerleşimciler hareketinin mimarlarından olan, hayatını bu ideale adamış olmasıyla ve hükümete etkisiyle açıkça gurur duyan bir kadın. Şaşırtmayan fanatizmi ve acımasızlığı bu mercekten daha da yalın ve zehirli görünüyor. Weiss, Bağlantılar'ın burasına asıl Filistinlilerin soykırım yaptığını söylemesiyle ekleniyor. Bu yaklaşımın zaten İsrail devletinin ve Filistin topraklarındaki bu yasadışı İsrail yerleşimlerinin temel fikri olduğu aşikâr ama yine de sayısını bilemediğimiz kadar Filistinli ölmüşken ve topraklarından sürülmüşken, kalanların ağaçtan zeytin toplamasına bile izin verilmezken, “soykırım” kelimesini karşı diye gördüğü tarafa bu denli kolay atması sarsıyor, sinirlendiriyor. 

*

Yakında Meclis'e sunulacak olan 10. Yargı Paketi'nden kimi düzenlemeler saçılıyor ortalığa. Yeni bir tutuklama nedeni olarak “kamu düzenini bozma tehlikesi oluşması” anılıyor örneğin. Nasıl yorgun bir tamlama. “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu gibi mevcut kimi yasa maddelerinin muğlaklığı zaten pratikte böylesi bir “önleyici” cezalandırmayı andırıyordu. Fakat bu netlikte/ muğlaklıkta düzenlenmesinin ne anlama geleceğini, kimler için, nasıl kullanılabileceğini anlamak için fazladan kelimeye ihtiyaç yok. 

*

“Daha geniş bir hükümlü kitlesinin” yararlanabileceği söylenen infaz alternatifleri var bir de. “Konutta infaz, geceleyin infaz ve hafta sonu infaz” uygulamalarında yapılacak değişiklikler bunlardan biri. Farklı ülke ceza kanunlarında örnekleri olan bu “geceleyin infaz” bu düzenin hayalindeki yurttaşlık modeli gibi bir yandan. Gündüz işe gidiyorsunuz, öyle cezaevinin işliklerinde, atölyelerinde çalıştırılmak falan değil, basbayağı serbest piyasada emeğinizi satmaya dışarı çıkıyorsunuz, mesai bitince cezaevine dönüyorsunuz. Bu seçenek “siyasilere” sunulmadığı için de söz edilen ideal yurttaş. Borçlanmak için çalışan, çalıştığı yetmediği için daha da fazla borçlanan, her an kanunlarla sınanan ama yeri gelince diplomasından tapusuna hiçbir hakkı korunmayan ama dışarıda olduğu için mutlu olması gereken ama hep de yaşıyor olmaktan dolayı hükümlü gibi bu cezayı çeken ideal yurttaş...

*

“Türkiye'de yargı bağımsızdır. (...)Türkiye bir hukuk devletidir. (...)Yargı bağımsızdır, görevini yapar. (...)Türk yargısı, yalnızca Anayasa'ya, hukuka ve milletin iradesine bağlıdır. (...)Bağımsız Türk yargısı karanlıkta ışık arayan herkesin umududur.”


Not: “Yerleşimciler” belgeselinin tamamını sosyal medya üzerinden bulmak mümkün.
 

Evrensel'i Takip Et