2 senelik faiz bütçesi yıkımı önlerdi
Yaşanan depremler patronların yeni taleplerine kılıf oldu. İktidarın “Yarısı bizden kampanyası”nın ardından “Müteahhit ve vatandaş paylaşım yapmalı” diye çözümler üretilmeye başlandı.

Fotoğraf: Evrensel
Nisa Sude Demirel
Eylem Nazlıer
23 Nisan’da Silivri açıklarında meydana gelen deprem, İstanbul’un depreme karşı hazırlıksızlığını bir kez daha ortaya koydu. Ardından siyasi iktidar dahil siyasi partiler tarafından İstanbul’un depreme dayanıklılığı tartışmaya açıldı. Bu tartışmaların ardından patron temsilcileri ise KDV, tarife ve ücretlerde tam muafiyetin “Engelleri kaldıracağını” söyleyerek müteahhitlerin ve vatandaşın kârı paylaşmasın sorunları ortadan kaldıracağını vurguluyor.
Dünya gazetesine konuşan Kentsel dönüşüm uzmanı Mimar Dr. Nihat Şen, kentsel dönüşümün siyaset üstü bir konu olduğu kılıfıyla “Metrekarenin derdine takılmamak lazım” diyor. Anadolu Yakası İnşaat Müteahhitleri Derneği (AYİDER) Başkanı Hakan Şişik ise aynı haberde taleplerini dile getiriyor: “Bu konuda yapılması gereken kamu özel işbirlikleri ve özel sektörün ilgisini çekecek minimal imar artışları gibi çözümlerdir. Kentsel dönüşüm sürecindeki yapılar ruhsat harçlarından muaf olmasına rağmen çeşitli ücretlerle kamunun müteahhit firmalardan ücretler alındığı bilinmektedir. KDV, tarife ve ücretler konusunda tam muafiyet sağlanması dönüşümün önündeki engellerin kaldırılmasına yardım sağlayacaktır.”
Bu ücretlerle sağlıklı konut sahibi olmak hayal
Öte yandan bir maaliyet hesabı yaptığımızda ise “Yarısı bizden”, “Müteahhitle vatandaşın anlaşması” gibi cümleler emekçinin ev alması için hayalden ötesini vadetmiyor. Bu sene Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına göre 2025’te konut tipi yapılarda metrekare maliyeti 17 bin 100 TL oldu. Buna göre 16 daireden oluşan, 4 katlı bir bina için (Bina ortalama 2 bin metrekare üzerinden düşünüldüğünde) daire başı maliyet 2 milyon 137 bin 500 TL oluyor. İstanbul’da yaklaşık 1.5 milyon riskli konut olduğu ifade ediliyor. Yani bu konutların yerine sağlıklı konutlar yapmanın bedeli 3.2 trilyon TL. 2024 senesinde faiz giderleri için merkezi bütçeden 1 trilyon 270 milyar 455 milyon TL harcandı. 2025’te ise faiz giderleri için 1 trilyon 950 milyar TL ayrıldı. Yani sadece 2024 ve 2025’in faiz ödemeleri bütçesiyle İstanbul’daki tüm riskli binaların yerine depreme dayanıklı konutlar yapılabilirdi. Yine 2024’te toplanan ÖTV ve 2025’te toplanması planlanan ÖTV miktarı toplamı da 3 trilyon 572 milyar TL oluyor. Bu bütçeyle de 1.5 milyon sağlıklı yapının inşa edilmesi mümkün.
Aylık geliri 22 bin 104 TL (asgari ücretli) olan bir işçi bir ayda yüzde 20 tasarruf etse dahi söz konusu tutarı ancak 40 yıl 4 ayda biriktirebiliyor. Asgari ücretin iki katını alan bir işçinin bu bedeli karşılaması için ise 20 yıl boyunca ayda yüzde 20 tasarruf yapması gerekiyor.
Aylık 12 bin 500 TL alan bir emeklinin yüzde 20 tasarruf ile söz konusu tutarı biriktirmesi için ise 71 yıla ihtiyacı var. Söz konusu emekli tasarruf miktarını yüzde 50’ye çıkarırsa, yani aldığı 12 bin 500 liranın 6 bin 250 TL’lik tutarını her ay kenara koyabilirse süre 28.5 yıla düşüyor. Enflasyonun göz ardı edildiği bu hesaplamalara göre dahi asgari ücretli ve emeklinin söz konusu gelirleriyle bu ‘dönüşüm’ içinde depreme dayanıklı ev sahibi olabilmesi imkansız durumda.
Aylık 45 bin 531 TL alan bir kamu emekçisinin ayda ücretinin yüzde 20’sini ayırdığı durumda ise yine ev alması 19 seneyi buluyor. Söz konusu evi 5 yıllık tasarrufu (aylık tasarruf oranı yüzde 20) ile almak isteyen işçinin ise aylık gelirinin en az 178 bin TL olması gerekiyor.
‘Mesele sadece bütçe değil, kentleşme politikasıdır’
Kentsel dönüşüm ve güvenli kentlerin inşasına dair konuştuğumuz Mimar Doç. Dr. Gül Köksal, depremin ardından finans yetersizliğinden bahsetmenin eksik ve yanıltıcı olduğunu ifade ederek, “Bugün yürürlükte olan sistem, dönüşümün iki ana aktörü olduğunu varsayıyor: Yurttaş ve müteahhit. Bu modelde devlet ya da yerel yönetimler sahneden çekilirken, risk ve yükümlülük yurttaşın üzerine bindiriliyor, kazanç ise müteahhide aktarılıyor. Bu durumda eşitlikten ya da güvenli yaşam hakkından nasıl söz edilebilir?”
Köksal’a göre yapılan öneriler yurttaşa daha az metrekare, daha fazla borç ve sermayeye yeni teşvikler anlamına geliyor. Kentsel planlamanın yalnızca fiziksel yapı stokunu değil, sosyal dokuyu ve kamusal yaşamı da kapsaması gerektiğini söyleyen Köksal, “Kent sadece binalardan ibaret değildir. Sağlık, eğitim, açık alanlar, toplanma mekanları gibi yaşam alanları da dönüşümün parçası olmak zorundadır” diyor.
‘6306 sayılı Yasa hiçbir zaman uygulanmadı’
2012 yılında kabul edilen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’a dair konuşan Köksal, “Yasa, başlangıçta afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi için çıkarıldı, ama uygulanmadı. Ancak dönüşüm, yoksul mahallelerden değil, Bağdat Caddesi gibi yüksek rantlı bölgelerden başladı. Hâlâ da böyle devam ediyor. Neredeyse ikinci tur dönüşümler yapılıyor oralarda. Oysa deprem riski olan alanlara müdahale edilmesi gerekir. Bu zaten niyetin ne olduğunu gösteriyor” dedi.
Hatay örneğini veren Köksal, deprem sonrası yapılan inşaatlarda ihtiyaçtan fazla bina üretildiğini, dağıtım süreçlerinin de adaletsiz olduğunu belirtiyor.
Deprem sonrasında dönüşümün “Vatandaşla müteahhittin karşılıklı anlaşmasına” indirgenmesini eleştiren Köksal, bu denklemde yurttaşa sorumluluk yükleyip, sermayeye alan açıldığını belirtiyor:
“Yurttaşın metrekare talebi bir sorun gibi gösterilirken, bu sistemle zenginleşen sermaye gruplarının fazla konut üretimi veya TOKİ aracılığıyla palazlanan inşaat sektörü hiç sorgulanmıyor. Bu yaklaşım, Engels’in 1800’lerde tarif ettiği ‘yerinden etme’nin yeni bir versiyonudur: Bu kez deprem korkusuyla meşrulaştırılıyor. Kiracılar, öğrenciler, işçiler, göçmenler ve evsizler bu dönüşümün dışına itiliyor” dedi.
‘Son depremde bile toplanacak park yoktu’
Depremin hemen ardından halkın kendiliğinden parklara ve açık alanlara yöneldiğini, ancak devletin bu alanlara dahi tahammül göstermediğini söyleyen Köksal, 23 Nisan’da insanların Gezi Parkı’nda kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelmesini örnek gösteriyor. Köksal’a göre planlamada alansal yaklaşım gerekli ama mevcut sistem bunu da sermaye lehine araçsallaştırıyor.
İstanbul gibi bir metropolde yalnızca yapı stokunu yenilemenin yeterli olmadığını belirten Köksal, merkezi ve yerel yönetim arasında eş güdüm olmadıkça herhangi bir çözümün mümkün olmadığını vurguluyor: “CHP’li belediyelere yönelik baskı, kayyım uygulamaları, yerel yönetimlerin elini kolunu bağlıyor. Merkezi iktidar ise TOKİ ve sermaye ortaklığıyla hareket ediyor. Sosyal konut, mülksüzlerin barınma hakkı olarak değil, siyasal bir araç olarak kullanılıyor.”
‘Yeni bir kentsel devrim tahayyülü kurulmalı’
Köksal, kentsel dönüşümün ancak “kentsel devrim” tahayyülüyle mümkün olabileceğini savunuyor. Köksal, mülkiyet ilişkilerinin sorgulandığı, kamusal alanların yeniden tanımlandığı, ezilen toplumsal kesimlerin öncelendiği bir dönüşüm süreci önerdi: “Bu sistem yurttaşları yalnızlaştırıyor. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, öğrencilerin, göçmenlerin, evsizlerin, yani kent yoksullarının birlikte yaşama hakkı üzerine yeni bir kentsel devrim tahayyülüne ihtiyacımız var. Kent hakkı, sadece güvenli konut değil, güvenceli yaşam alanıdır. Bu tahayyülü kurmak zorundayız.”
‘Planlama disiplini yeniden düşünülmeli’
Son olarak planlama disiplininin de mevcut yapı içinde çözüme katkı sunamadığını belirten Köksal, planlamanın yalnızca yapı düzeni değil, toplumsal adaletle ilişkili bir kamu işlevi olarak yeniden tarif edilmesi gerektiğini anlattı. Köksal, “Bugünkü planlama araçları, zaten sermayeye hizmet edecek şekilde kullanılıyor. Dirençli kentler, yapı stoku, dönüşüm kredisi… Tüm bu dil, aslında bir ikna stratejisi. Bizim ihtiyacımız olan şey, direnişi örgütleyen bir planlama tahayyülü. Toplumsal hareketlerin sözü, müteahhidin sözünden daha meşru hale gelmeli.”
Evrensel'i Takip Et