25 Temmuz 2025 00:06

İç dış, dış da iç oluyor

Daha önce iç ve dış politikanın bu kadar iç içe girdiği bir dönem olmadı. Genel bir doğruluk taşıyan şu tespit, yani dış politikanın iç politikanın devamı ve uzantısı olduğu tespiti, neredeyse iç politikanın dizaynına doğru genişledi. Geçmiş ve bugünkü iktidarların genellikle karşı çıktıkları, coğrafi konum anlamında değil, ama yönetim biçimi ve rejim olarak farklılığa dikkat çekerek, itiraz ettikleri ve hayır dedikleri tespit şuydu: “Türkiye bir Ortadoğu ülkesidir.” Artık bu tespit bir gerçeklik haline geldi ve ülkeyi yönetenler gerek uygulamaları ile gerekse de bu gerçeği onaylayan açıklamaları ile ‘Artık böyleyiz’ diyorlar. Bu tespitleri yapma gerekçemizin nedenlerini aslında güncel politik gelişmeleri dikkatle takip eden her okur çok iyi biliyor. Burada sadece bu güncellikten çıkan genel bir sonucun adını koymuş oluyoruz.

Önce bu tespiti neden yaptığımızı vurgulamak için kısaca bazı hatırlatmalar yapmalıyız. ABD’nin Türkiye Büyükelçisi, Suriye Özel Sorumlusu, aslında Ortadoğu Genel Valisi Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi”nin en iyi yönetim biçimi olduğu yönündeki açıklamalarını hatırlayalım.  Ardından Erdoğan’ın “Türk, Kürt, Arap birlikte olduğunda, tarihin parlak sayfalarının yazıldığı” yönündeki ümmetçi ve mezhepçi açıklamasını bunun ardına koyalım. Sonra da Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanının bir Kürt, bir Alevi yardımcısı olsun” açıklamasını bunlara ekleyelim. Bir yapbozun parçaları gibi birbirini tamamlıyorlar değil mi? Elimizde tespitimizi kanıtlamak için sadece açıklamalar mı var? Elbette hayır.

İlk olarak: Bu iktidar döneminde ülkenin ordusu hem Irak içinde hem de Suriye’de çok sayıda üs kurmuş, bu ülkelerde operasyonlar yapmış, besleme ordular kurmuş, kaymakamlar atamıştır. Bütün bunları tamamlayan ekonomik ve siyasi ilişkileri de eklemek gerekir. Açıkça işgal ve ilhak eğilimleri beslenmekte, bu ülkelerin iç işlerine doğrudan müdahale edilmektedir. Bu gerçeklere şöyle karşı çıkılmaktadır: ‘Ülkenin bir güvenlik sorunu var ve bu sorunla karşılaşan her ülke benzer adımları atar ve oralara yapılan operasyonlar sadece bu dönemde olmamıştır.’ Kendi vatandaşlarına demokrasi ve eşitlik tanımayan, adaleti ve hukuku keyfince uygulayan bir devletin iç güvenliğini dışarıda araması hem çıkmaz bir yol, hem de sonuç vermeyecek sınırsız bir saldırganlık peşinde koşmaktır. Bu dış politikanın içe yansıması sürekli “milli birlik ve beraberlik, devletin bekası, iç cephe” zırvalarıdır ve beraberinde halk üzerinde baskı ve terör uygulamalarını getirmekte, emek sömürüsünü yoğunlaştırmakta, yoksulluğu yaygınlaştırmakta, ücret köleliğini ağırlaştırmaktadır.

İkinci olarak: Bugüne kadar üsler kurmak, operasyonlar yapmak ülkenin güvenliği gerekçesi ile yapılıyor, bunların geçici olduğu, işgal ve ilhak anlayışının bulunmadığı ileri sürülüyordu. Bugün artık bu gerekçelerle sınırlanılmıyor ve zaman zaman dillendirilen ama sınırları ve çerçevesi çizilmemiş şekilsiz bir Yeni Osmanlıcılık rüyası ete kemiğe büründürülüyor. Bölgeye Osmanlı millet sistemi, Türk, Kürt, Arap kardeşliği, içeride mezhebe ve Kürt olmaya dayanan cumhurbaşkanı yardımcılıkları - mezhepçiliğin modeli olarak Cumhurbaşkanı Türk ve Sünni olacak!- önerisi yapılarak, Ortadoğu ülkelerinde görülen mezhepsel, aşiretsel, etnik kimliğe dayalı yapı ve yönetimler, içeride ülke yönetimi içinde Lübnan misali bir model olarak ileri sürülüyor. Bahçeli’nin önerisini politik saflıkla ve iyi niyet taşıyarak okuyanlar bu öneriyi Kürtlerin ve Alevilerin tarihsel eşitsizliklerini ve onlara yapılan haksızlıkları “telafi eden” bir öneri olarak yorumluyorlar. Bu temelden yanlıştır. Kürtlerin talepleri bellidir: Eşitlik, özgürlük ve demokrasi temelinde kollektif haklarının tanınması. Alevilerin talepleri de bellidir. Aleviliğin ezilen ve zulme uğrayan bir mezhep olmaktan çıkarılması, tüm taleplerinin kabul edilmesi ve tanınması. Bu haklar tanınmadan, bu kimliğe sahip birilerinin mevcut devlet mekanizmasının en tepesi dahil, neresine getirilirse getirilsin, geçmiş örneklerinde kanıtladığı gibi çözüm olmayacağı, belli değil midir? Ama bugün çözüm adına yapılanların merkezinde oyalama ve zamana yayarak geçiştirme taktiği var.  

Sözün özü, ülke ABD emperyalizminin stratejik çıkarlarına hizmet için Ortadoğu bataklığına boylu boyunca girmekte, ama girerken de zaten sınırlı ve kısıtlı olan tüm tarihsel kazanımlarını da terk etmektedir. İktidarın yandaşları yaptığı olumsuz çağrışımlar nedeniyle bu bataklık nitelemesine itiraz etmektedirler. Ortadoğu’da yerinden oynayan her taşın tekrar yerine oturtulabilmesi için onlarca süren ve halen de devam etmekte olan bitmez tükenmez çatışmalar bölgeye bu adın verilmesine neden olmuştur ve somut bir gerçekliğe sahiptir. Ama bataklıkların bir özelliğini de hatırlatmak gerekir. Bataklıklar aynı zamanda doğanın kendisini yenilemesine yardım eden oluşumlardır. Türk, Kürt, Arap, Acem vb. her ulustan, dinden ve mezhepten bölge halkları da bütün bu karmaşa içinde hem içeride kendi gericilerine ve iş birlikçilerine, hem de dayanışma ve birlikte mücadele ile dış emperyalist ve diğer hegemonyacı yerel güçlere karşı mücadele ve onları püskürtme yeteneğine kuşkusuz kavuşacaklardır. Çabamız odur ki bu sürece Türk ve Kürt işçi ve emekçileri önderlik etsin.

ABONE OL

EVRENSEL'İNMANŞETİ

50 lira sadaka
İktidarın ve sendikal bürokrasinin 600 bin işçiye reva gördüğü:

50 lira sadaka

Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisi, 600 bin işçiyi ilgilendiren kamu sözleşmesi sürecinde iktidarla el ele vererek işçileri sefalete sürüklüyor. Beştepe’ye giden sendika bürokratları, işçilerin karşısına ‘olumlu gelişme’ diyerek 50 liralık sadakayla çıktı. Patron örgütü İTO’nun bile yıllık enflasyonu yüzde 42.48 açıkladığı gün, işçileri yıllık yüzde 33 zamma iknaya uğraştılar.

Türk-İş ve Hak-İş’in talep ettiği ikinci 6 ay zammı: Yüzde 25

Kamu işçisine dayatılan ikinci 6 ay zammı: 50 lira + yüzde 11 zam

Dayatılan ortalama net ücret: 44 bin 270 lira

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Ağustos 2025 - Sefer Selvi

Ahmet Yaşaroğlu

İç dış, dış da iç oluyor
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et