18 Haziran 2025 00:02

Biz bu kafalara gelemedik abi…

Bilmediğini bilmek Atina dünyasındaki en bilge kişi yapmış Sokrates’i. Çokça anlatılan bir kıssadır: Sokrates, Delphi kâhini tarafından “en bilge kişi” ilan edilir. Ama Sokrates buna çok şaşırır çünkü kendisini yaşadığı toplumdaki diğer insanlara göre, hele hele yöneticilere, politikacılara, zengin tüccarlara, hâkim, komutan vb.’ne göre oldukça bilgisiz biri olarak görür. Kafasına yatmayan bu işi araştırmaya başlar, hülasa anlar ki, diğer insanlar da bilgisizlik içindedir ama onlar bu bilgisizliklerinin farkında değillerdir. Sokrates’in farkı ise bilmediğini bilmesidir. Buradan, Sokrates'in o meşhur “bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” ifadesi doğar. Böylelikle kâhinin neden Sokrates’i en bilge kişi olarak ilan ettiği de açıklığa kavuşur.    

Buna göre gerçek bilgelik, bilgi iddiasında bulunmadan önce cehaletinin farkına varmaktan geçer. Bu “Sokratik cehalet” bir tür epistemik alçakgönüllülüktür aslında. Ne bildiğini ve ne bilmediğini bilmeye bir çağrı... Ne kadar basit, değil mi? Ama anlaşılan o kadar da zor...  

Bilmediğini bilmediğin zaman inanmak istediklerini bilirsin mesela. Bilmediğini bilmemeyi de aşan bir haldir bu. İnsan bir nedenle söz konusu şeyin gerçek olduğuna, öyle olduğuna inanmak ister. Bu, gerçeklikle desteklenmemiş olabilir ama insan bunu bilinçli olarak kabullenir.  Bu bilinçli tercihler zamanla alışkanlığa dönüşür. Yani kişi bir şeyin öyle olduğuna o kadar inanmak ister ki, sonunda o inancı sorgulamaz hâle gelir. Sokratik cehaletten farklı olarak burada insan hem bilmez hem de bilmediğini unutur. Zamanla kişi, inanmak istediği şeyi o kadar içselleştirir ki, bu onun için hakikat olur. Bir tür kendini kandırmadır bu. Bu bir tür “trajik cehalet”tir çünkü bu cehalet, sadece bilmemek değildir; insanın kendine karşı dürüstlüğünü de kaybettiği bir durumdur.

Sokratik cehalet yani bilmediğini bilmek çok değerlidir. Çünkü iyi bir başlangıç noktası sunar. Bir yanıyla Descartes’in her şeyden şüphe duyması gibidir: Şüphe ediyorum öyleyse varım (Dubito, ergo sum). Ama trajik cehalet çok daha karanlıktır. Sophokles’in Oidipus'unda karakter kendisinin kim olduğunu bilmez ve bu bilgisizlik bir tür felakete yol açar. Felaket telafisi olmayan bir yanlış yapma hâlidir burada. Trajik bir cehalet içerisinde karar alan yöneticiler, politikacılar, “çokbilenler” kitleleri de yanlarına aldıklarında telafisi olmayan yanlışlar kaçınılmazdır.

Ama daha da derin bir tehlikeden bahsedebiliriz. İnsan sadece yanlış bilgiye sahip değildir; neye yönelmesi gerektiğini, varlığının neye dayandığını, neyle sorumlu olduğunu da unutmuştur. Artık kendi kendisine bile yabancılaşmıştır. Tam anlamıyla bir “ontolojik cehalettir” bu. Araçsallaştırılmış insanın varacağı yere işaret eder bu ontolojik cehalet. İnsanın kendisinin amaç olduğuna yönelik bir ontolojik unutma hâli. 

Bir de bilmek zorunda hissetmemenin verdiği hâl vardır. Nietzsche Putların Alacakaranlığında “Birçok şeyi asla ve asla bilmek istemiyorum” diye yazar, Aristo’ya nazire yaparcasına, Metafizikte Aristo “İnsan doğası gereği bilmek ister” demiyor muydu… ve ekler Nietzsche “Bilgelik bilgiye de sınırlar çizer.” Gündelik yaşamda karşılaştığımız türden de bir durumdur bu bir yönüyle, bir tür bilgelik midir bilmem ama insanların büyük bir bölümünün bilmek istediği şeyler konusunda çok seçici ve cimri davrandığını söyleyebiliriz sanırım. Belki de bir tür “seçilmiş cehalet”tir…

Asıl sorun bilmek zorunda hissetmemenin rahatlığı ile bilmediği şeyler hakkında konuşurken kendini sınanmaktan muaf tutma hâlidir. Bu tam da iktidarın sağladığı bir rahatlıktır. Bir nas dersiniz bir pas... Hiçbir şey değişmez... Bir gün bir belediye başkanı hapse atılır, ülke çalkalanır siz “bi haber”… Hiçbir şey değişmez… Duman’ın şarkısı geliyor insanın aklına ister istemez… Biz bu kafalara gelemedik abi… Buna da “muktedir cehaleti” diyelim hadi…

Peki ne yapmalı? Tam da bu… Hamlet gibi “ne yapmalı?​” diye düşünen, bilen ama eyleyemeyen bir figür… bir tür trajik tereddüt hâli, sefaletin farkında ama çoğu zaman elleri kolları bağlı… Çünkü bilmek yetmez; harekete geçmek için uygun zemine, karşılık bulacak bir dile, bir toplumsal yankıya ihtiyaç duyar… O yankı ise çoğu zaman yoktur. Ya da vardır ama duyulmuyordur… Bu da “Hamlet cehaleti”…

ABONE OL

Koray R. Yılmaz

Biz bu kafalara gelemedik abi…
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et