4 Ağustos 2025 04:33

Sözleşme sürecindeki sağlık emekçileri anlatıyor: Sömürü kutsallaştırma üzerinden işliyor

Zeynep Kamil Hastanesinde görev yapan sağlık emekçileri, yaklaşan toplu sözleşme öncesi yalnızca ücretlerini değil, insan onuruna yaraşır bir çalışma düzenini tartışmaya açıyor.

Sözleşme sürecindeki sağlık emekçileri anlatıyor: Sömürü kutsallaştırma üzerinden işliyor

Fotoğraf: Sj Objio/Unsplash

Murat Uysal
[email protected]


İstanbul — Zeynep Kamil Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapan sağlık emekçileri, yaklaşan kamu toplu sözleşmesi öncesi yaşadıkları sorunları ve sistemin ürettiği değersizlik duygusundan bahsediyorlar. Hem ağır çalışma koşullarına hem de yıllardır mücadeleden uzak tutulan kamu emekçilerinin örgütsüzlüğüne dikkat çeken sağlıkçıların anlattıkları meselenin yalnızca ücret değil, aynı zamanda insan onuruna yaraşır bir çalışma hayatı mücadelesine de işaret ediyor.

“Kutsallık” adı altında sürdürülen sömürü

Bir sağlık emekçisi, sürekli tekrar edilen “sağlıkçılık kutsaldır” sözlerinin gerisindeki sömürüyü şöyle tarif ediyor: “Sağlıkçılık kutsaldır, sağlıkçı melek gibidir... Bu laflar bize övgü gibi geliyor ama aslında sömürü bu lafların arkasında işliyor. Nasıl anneliğin kutsallığı kadının ücretsiz emeğini görünmez kılıyorsa, burada da sistemin açıkları bizim üzerimize yığılıyor. Üç saattir bekleyen hastayı ben mi güler yüzle karşılayayım? Kit eksikse ben mi idare edeyim? Bu sistem çökmüşse, bireysel çabamızla biz mi toparlayacağız?​”

Başka bir sağlıkçı, sistemin krizi ile bireysel çabanın yer değiştirdiğine dikkat çekiyor: “Hasta sırada bekletiliyorsa, sistem çökmüşse, randevu saatleri birbiriyle çakışıyorsa, ben buna rağmen güler yüzlü olup onu sakinleştirecekmişim. Bu benim görevim değil. Ama sistem seni hem çalıştırıyor hem de sosyal krizi senin üstüne yıkıyor. Bu kabul edilemez.”

Hastalık garantili hastaneler, iyileşemeyen sağlık sistemi

Bir sağlık çalışanı, şehir hastanelerinin yalnızca rant için planlandığını ifade ediyor: “Şehir hastaneleri denilen o büyük merkezler açılıyor. Yarın bir gün burayı da kapatırlar, herkes o merkezlere yönlendirilir. Kalp krizi geçiren bir kişi bir saatte o merkeze ulaşamazsa ne olacak? Sonra o ailenin psikolojisini sen toparla.”

Bir başka sağlık emekçisi ise kamu kaynaklarının özel işletme mantığıyla kullanıldığını ifade ederek, “Yeni yapılan hastaneler hasta garantili. Araç garantili köprü gibi. Bu ne demek? Hasta edeceğine de garanti veriyorsun. Firmalar fizibilite yapıyor, şu kadar glikoz testi yapılmış diyor, ona göre cihaz yatırıyor. O testleri azaltırsan firma zarar ediyor. Yani insan sağlığı üzerinden kar planlaması yapılıyor.” diyor.

Her birimin kendine özgü yıpratıcılığı var

Laboratuvar çalışanı bir sağlık emekçisi, çalıştıkları alanın özgün sorunlarından şöyle bahsediyor: “Biz laboratuvarda çalışıyoruz. En az hasta ile temas kuran biziz ama yine de nöbetler, uykusuzluk, sürekli uyarıcı sesler, gürültü, hepsi bir arada. Uyku düzeni kalmıyor. Kafamız sürekli yorgun. Düşünün ki röntgende radyasyon, ameliyathanede buz gibi soğuk, laboratuvarda gürültü. Her yerde ayrı bir yıpranma var.”

Ameliyathane personeli olduğunu belirten bir başka emekçi, bazı günler gün yüzü görmeden çalıştıklarını söyleyerek, “Karanlıkta gelip karanlıkta çıkıyoruz. Öğle arası yok, ameliyathanede dışarı çıkmak için bile üstün başını değiştirmek zorundasın. Dışarı çıkmak lüks. Sistem seni tam anlamıyla bir çarkın dişlisi yapıyor.” diyor.

Sistemin krizi, halkla emekçiyi karşı karşıya getiriyor

Poliklinikte çalışan bir sağlık emekçisi, hasta ile emekçiyi karşı karşıya getiren yapıyı eleştiriyor: “Öğlen arasına çıktığımızda insanlar bize düşman gibi bakıyor. Diyor ki sabah 8'e randevu verdiniz, hâlâ bekliyoruz, siz yemeğe mi gidiyorsunuz? Evet gidiyoruz çünkü biz de insanız. Ama öfke bize yöneliyor. Çünkü sistemin kurbanı hem hasta hem çalışan. Ama çalışan daha kolay ulaşılır olduğu için öfke oraya patlıyor.”

‘Ben bu hayatı kuramayacağım galiba’

Bir diğer sağlık emekçisi, sistemin kendini yeniden üretmesini sağlayan “razı gelme” haline işaret ediyor: “Bir noktadan sonra ‘ben bu hayatı kuramayacağım galiba’ diyorsun. Küçük bir konfor alanı yaratıyorsun. Asgari ücretten biraz fazla alıyorum ya, razı oluyorsun. Kendinden daha kötüsünü düşünüyorsun razı oluyorsun. Sistemin senden istediği de bu zaten.”

Sağlıkta ekip değil, rütbe düzeni işliyor

Son olarak bir sağlık çalışanı, performans sisteminin yarattığı parçalanmayı şöyle tarif ediyor: “Performans sistemi bizi hem sömürüyor hem de birbirimize düşürüyor. Herkes onun kaç lira aldığını, benim kaç lira aldığımı konuşuyor. Oysa sistemin kendisine karşı mücadele edeceğimiz yerde, birbirimize rakip oluyoruz. Bu sistem parçalayarak yönetiyor.”

Masada yetkili Memur-Sen ne talep ediyor?

Memur-Sen 2026 için yüzde 88, 2027 için yüzde 46 oranında zam talep etti. Taban maaşlara yapılacak seyyanen artış, refah payı ve dönemlik zam talepleriyle taslak şekillendi. Bu talepler ilk bakışta mevzu Memur-Sen olunca "yüksek" gibi görünse de kamu kaynaklarıyla karşılanamayacak düzeyde değil. Ancak sahada örgütlü mücadele yerine masaya sıkışmış bir sendikal anlayışla bunların kazanılması mümkün görünmüyor.

Emekçiler de yıllardır yürütülen sözleşmelerde kayıpların giderek arttığını, ancak yetkili sendikanın süreci örgütlemek bir yana, çalışanları sürecin dışında bıraktığını ifade ediyor: “Bu zamlar alınamaz değil ama Memur-Sen’in bunu alma gibi bir derdi hiç olmadı ki. Hep göz boyama, hep mücadeleyi erteleme.”

Memur-Sen ne istedi, neye imza attı?

Toplu sözleşme süreçlerinde yüksek oranlar talep eden Memur-Sen, masaya oturduğunda kamu emekçilerinin değil, iktidarın çizdiği sınırların sözcüsü gibi davrandı. 2022-2023 döneminde enflasyon hızla tırmanırken Memur-Sen, yüzde 21 ve yüzde 17 oranında zam istedi, buna ek olarak refah payı ve 600 TL seyyanen zam talep etti. Ancak imza attığı sözleşmede bu taleplerin neredeyse hiçbiri yer almadı. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararıyla memurlara yalnızca yüzde 5 + 7 zam verildi.

2024-2025 dönemi için de benzer bir tablo ortaya çıktı. Memur-Sen'in "refah payı ve gerçekçi artış" söylemlerine karşın imzalanan sözleşme, 2024’ün ilk altı ayı için yüzde 15, ikinci altı ay için yüzde 10 zam içeriyordu. Aynı yıl enflasyon yüzde 65’i aşarken, kamu emekçilerinin maaşları pula döndü. Memur-Sen’in sözleşme masasında attığı imzalar, kamu emekçilerini sefalet ücretine mahkum etti.

Birleşik Kamu-İş: İlk kez masada, talepler kapsamlı

Toplu sözleşme görüşmelerine bu yıl ilk kez katılacak olan Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, kamu emekçileri ve emeklileri için taleplerini açıkladı. Konfederasyon, 31 Aralık 2025 maaşları üzerinden geriye dönük olarak yüzde 72 oranında bir artış yapılmasını, ardından 2026 ve 2027 yıllarının her bir altı ayında yüzde 25 oranında zam uygulanmasını talep ediyor. Ayrıca aylık bazda enflasyon farkının ödenmesi, gelir vergisinin sabitlenmesi, kıdem aylığı göstergesinin yükseltilmesi ve ikramiye ile yan ödeme kalemlerinin emekli maaşlarına yansıtılması gibi düzenlemeler de teklif ediliyor.

Birleşik Kamu-İş, ücret artışlarının yanı sıra sosyal haklara ilişkin de kapsamlı öneriler sundu. Tüm kamu çalışanlarına yönelik kira yardımı, servis hizmeti ya da ulaşım desteği, çocuk ve aile yardımlarının artırılması, ücretsiz kreş imkânı sağlanması ve haftalık çalışma süresinin 35 saate indirilmesi gibi talepler konfederasyonun açıklamaları arasında yer aldı.

Birleşik Kamu-İş, sürece dair yaptığı açıklamalarda, taleplerini sahadan gelen veriler doğrultusunda şekillendirdiklerini ve kamu emekçilerinin geçim koşullarının dikkate alınarak güncel bir toplu sözleşme yapılması gerektiğini ifade etti.

KESK: Toplu sözleşme değil, sefalet sözleşmesi dayatılıyor

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), yaklaşan 2026-2027 dönemi toplu sözleşme görüşmeleri öncesinde kamu emekçilerine sefalet dışında bir şey sunmayan bu düzene karşı bir mücadele çağrısı yaptı. Ankara’da düzenledikleri basın toplantısıyla taleplerini duyuran KESK yöneticileri, bugüne kadar yürütülen sözleşme süreçlerinin tek taraflı ve göstermelik olduğunu belirterek, gerçek bir toplu pazarlığın ancak kamu emekçilerinin iradesiyle mümkün olabileceğini ifade etti. Enflasyon oyunlarıyla eritilen maaşlara karşı insanca yaşamaya yetecek düzeyde bir ücret artışı istenen açıklamada, en düşük kamu emekçisi maaşının yoksulluk sınırının üzerine çıkarılması gerektiği vurgulandı. Gelir vergisi dilimlerinin ücretleri kemirdiğine dikkat çekilerek, vergi yükünün emekçilerin değil, sermayenin sırtına yüklenmesi gerektiği dile getirildi. Aynı zamanda güvencesiz istihdam biçimlerinin son bulması, kadrolu ve güvenceli çalışma hakkının sağlanması istendi. Aşırı iş yükü, angarya ve mobbinge karşı demokratik çalışma koşulları talep edilirken; barınma, ulaşım ve öğle yemeği gibi temel hakların kamu hizmeti olarak sağlanması gerektiği belirtildi. KESK, taleplerin yalnızca masada değil, örgütlü ve ortak mücadeleyle kazanılabileceğine işaret etti.

Evrensel'i Takip Et