'Toplum yararına çalışma' gerçekte ne demek?
İşte Toplum Yararına Çalışma Programı; bu geçici işlerin ilginç modellerinden biri. Bu program İŞKUR’un sitesinde şöyle tanımlanıyor: “... İşsizliğin yoğun olduğu dönemlerde işsizlerin kısa süreli istihdam ve eğitimini amaçlayan, doğrudan veya yüklenici eli ile toplum yararına bir iş ya da hizmetin gerçekleştirilmesini sağlayan programlar. Bu faaliyetler, genellikle ekonomik kriz, özelleştirme, ekonomik yapılanma, doğal afetler ve işsizliğin yoğun olduğu dönemlerde Kuruma kayıtlı işsizlerin, çalışma yaşamından uzun süre ayrı kalarak maddi sıkıntıya düşmelerini önlemek, çalışma alışkanlık ve disiplinlerini yitirmemelerini, kısa süreli istihdam ve eğitimlerini sağlamak için yürütülürler.” Bizzat devlet eliyle çalışma alanının taşeronlaştırılması anlamına gelen bu projede dikkat çekici oranda kadın istihdam ediliyor. Peki gerçekte Toplum Yararına Çalışma ne anlama geliyor? Bu tür çalışma biçiminin yaygınlaşması kadın emeği sömürüsü açısından ne tür sonuçları beraberinde getiriyor?
Tunceli Üniversitesi Öğretim Üyesi Servet Gün ve Araştırmacı Nevra Akdemir, sorularımıza yanıt verdi.
YRD. DOÇ. DR. SERVET GÜN’E GÖRE TYÇ PROGRAMININ MESAJI: YOLSULSAN YOKSUL KAL AMA ÇALIŞ!
Toplum Yararına Çalışma Programı ne zaman başladı?
İlk defa 2004’te Trabzon’da, ardından Mersin’de “yoksulların aldıkları yardımlar karşılığında” kaymakamlıklarda çalıştırılmasıyla başlıyor. 2008’in sonuna kadar yasal bir dayanağa bağlanmaksızın ve daha çok kaymakamlıklar düzeyiyle sınırlı kalan dönemlik projeler şeklinde uygulanıyor. Daha sonra ise kurumsal veya yasal alt yapısı da tamamlanarak bugünkü rotasına sokuluyor.
Uygulamaya sokulan bu programın, İngiliz yoksul yasalarından feyz alınarak hazırlandığı söylenebilir mi? Türkiye’de uygulanan programla İngiltere’deki bu yasaların benzerlikleri ya da farklılıkları neler?
Toplum Yararına Çalışma Programı’nın mucidi olan kaymakamın İngiliz yoksul yasaları uygulamalarından haberdar olup olmadığı, dolayısıyla feyz alıp almadığı kesin olmamakla birlikte, her iki uygulamanın ortak birçok noktası olduğu görülüyor. İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu eserinde Engels’in betimlediği sokakları süpüren, hayvan pisliklerini temizleyen yoksullar aldıkları yardımlar karşılığında bu işleri yapıyordu. Ve yapılan işlerin adına da “toplum yararına çalışma” deniyordu. Bizdeki Toplum Yararına Çalışma Programı’nda da emekçiler benzer işler yapıyor ve İngiltere’deki gibi yaptıkları iş tipik bir iş olarak görülmediğinden “toplum yararı” vurgusuyla emek süreçleri gizleniyor. Her iki çalışma biçiminde de emekçilerin tipik bir işvereninin olmadığı anlaşılıyor: İngiltere’de kilise bizde İŞKUR atipik işveren pozisyonunda. Dolayısıyla yardım adıyla ücretler İngiltere’de vergi gelirlerinden sağlanırken; Toplum Yararına Çalışma Programı emekçilerine işsizlik sigortasından ödeme yapılıyor. Her iki uygulamanın yoksulluğu yeniden ürettiğinin de altı çizilmeli. Zira her iki uygulamanın vasıfsız işlerle sınırlı olması ve mesleki beceri kazandırmamasının yanı sıra emekçileri düşük ücretlere mahkum etmesi “yoksulluk döngüsüne” neden oluyor. Kısaca her iki uygulamanın verdiği mesaj ortaktır: “Yoksul, sen yoksul kal!”.
Aslında Program’a sirayet etmiş olan “kurs” ya da “eğitim” vurgusunun belirleyici nedenini, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda yapılan bir eklemede görebiliyoruz. Kanuna yapılan ekleme şunu söylüyor: Fon’un bir önceki yıl prim gelirlerinin yüzde 30’u iş gücünün istihdam edilebilirliğini arttırmak ve çalışanların vasıflarını yükseltmek gibi amaçlarla kullanılabilir. Dahası bahsi geçen yüzde 30’luk oranın Bakanlar Kurulu kararıyla yüzde 50’ye çıkarılabileceği de düzenlenmiş durumda. Tabiri caizse minareyi çalan kılıfını da hazırlamış. Kısacası, TYÇP kapsamında çalışanların finansmanının İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanabilmesinin “tutarlılığı” programın kurs olarak tanımlanmasına bağlı olduğundan, kurs ya da eğitim vurgusu özellikle öne çıkarılıyor. Zaten program, ağırlıkla kapsamlı bir eğitim gerektirmeyen düşük vasıflı işleri kapsıyor. Park bahçe, boya badana, temizlik gibi...
SITMAYA RAZI OLMAK....
Bu tür bir çalışma biçiminin kadrolu ve güvenceli çalışma açısından yarattığı sorunlar neler?
Birkaç yıl önce TYÇP’lilerin yaptığı işi kadrolu işçiler yapıyordu. Örneğin şu an Dersim’de hiçbir okulda kadrolu temizlik işçisi bulunmuyor. Kadrolu işçiler güvenceli pozisyonda çalışırlar ve daha geniş haklara sahiplerdi. Burada güvencesiz ve düşük ücretlerle çalıştırma politikasının vasıfsız işlerden başlanarak yaygınlaşacağını görebiliriz. 10 kadrolu işçinin yapacağı işi yine diyelim ki 10 kadrosuz-güvencesiz işçi yapıyor ise bunu nasıl “işsizlikle mücadele” olarak kavrayabiliriz. Sonuçta çok basit bir hesapla, sıfır toplamlı bir denklem artı bir sonuçla kamuoyuna sunuluyor.
TYÇP kapsamında işe alınanların öncesinde sosyal yardım verilen kişilerden seçilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal yardımlardan yararlananların oldukça yoksul olduklarını kabul edersek –ki öyleler- TYÇP’nin hedef kitlesinin yoksullar olduğu sonucuna varırız. En kötü çalışma koşullarına kimler katlanabilir? Muhtaç durumda olan yoksul ve işsizler. Yıllarca işsiz kalmış insanlar çok kötü koşullarda düşük ücretlerde de olsa bir iş sahibi olmayı işsiz olmaya tercih ediyorlar. Bu durumu “Ölümü görüp sıtmaya razı olmak” özdeyişiyle okuyabiliriz. Aslına bakılırsa bu diyalektik de bir dayatma belki de bir şiddet ilişkisinin olduğu savunulabilir.
SİHİRLİ KELİME: TOPLUM YARARI
Bu çalışma gerçekten toplum yararına mı? Yoksa “taşeron ve güvencesiz, esnek çalışma” biçiminin yaygınlaşması için bir truva atı işlevi mi görüyor?
Çağımızın en sihirli kelimelerinden biri de “kamu/toplum yararı”dır. Neredeyse her derde deva. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasından tutalım özel hayatın gizliliğinin ihlaline en olunmaz yerlere baraj veya HES’lerin yapılmasına kadar, bu sihirli kavram sayesinde meşruiyet kazandırılıyor. Dolayısıyla yoksul emekçiler de bu kavramın hedefi olmaktan kurtulamamıştır. Bu bağlamda, programın isminde geçen “toplum yararı” vurgusunu “Eğreti bir emek rejimine meşruiyet kazandırma” amacı doğrultusunda okumak gerekir.
Son çıkan çalışma yasası ile kıdem tazminatı 1 yıllık bir çalışmanın sonucunda hak ediliyor. Bu projede ise insanlar 9 ay çalışıyorlar. Amaçlanan aslında güvencesiz ve sosyal haklardan arındılmış bir çalışma modeli midir?
Bu 9 ay meselesi çoğunlukla “İşlerin mevsimlik veya dönemlik olması”na bağlanıyor. Ancak bu gerçeği yansıtmıyor. Bir kere kıdem tazminatı hakkı yaratmayacak bir süre sınırlaması olmanın yanı sıra, emekçilerde otokontrol duygusunu da besleyen bir özellik taşıyor. Bir 9 ay daha çalışma niyetinde olan bir emekçi koşullara harfiyen uymak zorunda olduğunu hissediyor; örneğin sendikalara meyletmesi ikinci bir şansı ortadan kaldıracaktır. Bu dokuz ay meselesi, aslında Programa “despotik bir boyut” kazandırıyor.
Bu program neden ağırlıklı olarak doğu, güneydoğu bölgesinde uygulanıyor?
İşsizlik oranının yüksek olmasıyla birlikte yerel yönetimlerin istihdam aracılığıyla oy kazanmaya çalışması önemli bir neden. Van, en yüksek Toplum Yararına Çalışma Programı katılımcısının bulunduğu il. Burada deprem nedeniyle ciddi bir uygulama gerçekleşmiş. Yerel seçimler yaklaştıkça TYÇP aracılığıyla çalıştırılan kişilerin arttığı da gözlemleniyor.
TYÇP’nin “İşsizliğin yoğun olduğu dönemlerde uygulandığı” yönündeki açıklama gerçeği yansıtıyor mu? Yoksa bu, çalışma yaşamını yeniden düzenlemek için hükümetin ortaya koyduğu bir “geçiş” programı mı?
Sosyal yatırım devleti denilen bir süreç karşımızda. Devlet eğitim vererek, meslek edindirerek, işsizliğin tüm yükünü işçinin “beceriksizliğine” yükleyen bir dönüşüm içinde.
“Geleneksel kadın işi” olarak görülen temizlik ve bakım işleri son dönemde kadın istihdamını oransal olarak artıran işler olarak kadınların karşısına çıkarılıyor. Bu tür işler kadın istihdamını sağlamanın ne kadar garantisi olabilir?
Kadın istihdamını sağlamak konusunda daha yapısal sorunlar var. Bunların ortadan kalkmadığı durumlarda kadın istihdamının gerçek anlamda artması mümkün olmaz. Burada bir şey önemli: Kadın istihdamı sayısal olarak artabilir. Örneğin programa çocuk ve yaşlı bakımı eklendiğinde veya evde hasta yaşlı bakımı yaparak “yardım” alan kadınlar işçi statüsünde sigortalansalar ve yardım ücret haline gelse, kadın istihdamı artar zaten. Fakat, biz kadınları güçlendirecek bir istihdam bu değil elbette. Kadınların geçici çalışmaları, gerçek anlamda bir istihdam sağlamaz. Zira geçici çalışıyorsanız vasıf kazanamazsınız, işte deneyim elde edemezsiniz ve daha önemlisi iş kazaları ve meslek hastalıkları karşısında kendinizi koruyamazsınız.
Dahası bir erkeğe bağlı olarak ancak sosyal güvence altında girebilirsiniz. Dolayısıyla şiddete uğradığında kadın sosyal güvence yoksunluğunu göze alıp tepki gösteremezsiniz. Kadınların evdeki sorumlulukları aile bireyleri paylaşamaması, hatta ancak ev işlerini mükemmel yaparsa “dışarıda” çalışma izni alabilmesi da kadınların bu sürekliliği olmayan düşük gelirli işlere razı olması gözden kaçırılmaması gereken bir durum tabii. Bu yüzden kadınlar TYÇP gibi 9’ar aylık zamanlarda belirgin bazı işlerde çalışarak (otoyolların kenarındaki yeşil alanın düzenlenmesi, okul temizliği, vb.) “eve katkı” sağlıyorlar. Yapabilecekleri pek çok işe göre de daha iyi koşulların TÇYP aracılığıyla sağlanmasını da unutmamak gerekli. (İstanbul/EVRENSEL)
Evrensel'i Takip Et