12 Kasım 2022 04:20

Avukat Ahmet Ergin: Yetkinin işçiden alındığı bir sistem yasallaştırılmalı

Hak elde etme noktasında fiili mücadelenin önemine dikkat çeken Avukat Ahmet Ergin, "Burjuvazinin karşısında mücadele eden bir sınıf var ve bu sınıf kendi hukukunu yaratarak ilerleyebilir" diyor.

Avukat Ahmet Ergin: Yetkinin işçiden alındığı bir sistem yasallaştırılmalı

Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel

Hilal TOK
İstanbul

Yasalarda işçilerin temel haklarından biri olarak tanımlansa da birçok örnekte sendika hakkını isteyen işçiler çeşitli engellerle karşılaşıyor. İş yeri ve iş kolu barajı, yetki itirazları, grev yasakları... İşçilerin sendikalaşması karşısında patronlar yasalardan da güç alıyor. Yetkinin işçiden alındığı bir sistemin ihtiyacına değinen Avukat Ahmet Ergin, bunun ise yasalaştırılması gerektiğini söylüyor. Hak elde etme noktasında fiili mücadelenin önemine dikkat çeken Ergin, kazanımların korunması içinse “hukukun” önemini vurguluyor. Ergin, “Burjuvazinin karşısında mücadele eden bir sınıf var ve bu sınıf kendi hukukunu yaratarak ilerleyebilir” diyor.

İşçilerin sendikalaşma özgürlüğünde yasalar nerede duruyor? Yasaların engellediği bir durum söz konusu mu?

Sendikal mevzuatımız iş kolu ve işyeri esaslıdır. Yasa ve yönetmelikle belirlenmiş iş kolları bulunmaktadır. Sendikalar da iş kolu esasına göre kurulmaktadır ve kendi iş koluna giren işyerlerinde örgütlenebilmektedir. Ayrıca yetki için iş kolunda yüzde 1 barajını, işletmede yüzde 40, işyerinde ise yüzde 50 barajını aşmak gerekmektedir. Bir kere baraj sistemi yeni bir sendikanın, yeni bir anlayışın serpilip gelişmesi önündeki en büyük engeldir. Çünkü işçi sendikaya, asıl olarak toplu iş sözleşmesi için üye olur. Yetkisi olmayan sendikada bir süre üye olarak devam eder, sonra ilk tercihi olmasa bile barajı aşmış bir sendikaya gitmek zorunda kalır. Bu da yeni bir tarzın, mücadeleci sınıf sendikacılığının önünde engeldir.

"İŞÇİNİN ÖRGÜTLÜLÜĞÜ DAĞITILIYOR"

İş kolu barajının, kaldırılması gerekir ki gerçek bir anlamda sendika özgürlüğünden bahsedilebilsin. Sendika özgürlüğünün önündeki engeller bununla sınırlı değildir. Baraj engelinin yanı sıra baraja rağmen örgütlenen işçilerin çok mağdur olduğu bir süreç de yaşanmaktadır. Sendikal örgütlenme girişiminde bulunan işçiler işten atılıyor, baskı altına alınıyor, örgütlülüğü dağıtılıyor. Sendikal tazminat var ama hem yetersiz kalıyor hem de sendikal tazminatta ispat külfeti işçide olduğu için, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2009/373 Esas, 2009/417 Karar sayılı ve 7.10.2009 tarihli kararında ortaya konulan sendikal tazminat karinesi neredeyse hiç uygulanmıyor.

Sendika ve işçiler bu aşamalardan geçip işyerindeki işçilerin çoğunluğu sendika üyesi olduğunda yetki tespiti istiyor. Ancak yetki tespitine basit bir itirazla, sendikanın yetki belgesi almasını engelleyip süreci 5-6 yıl uzatılabiliyor. Bu sırada işyerindeki sendika üyesi işçiler tasfiye ediliyor, üye işçi kalmıyor. 5-6 yıl sonra yetki tespiti kesinleşse bile üyesiz sendika nasıl sözleşme yapabilir? Sendikayı güçlü kılan üyesidir, iş yerindeki örgütlülüğüdür. Üye yoksa sendika işçi yararına herhangi bir şey yapamaz.

"İTİRAZ TİS SÜRECİNİ ENGELLEMEMELİ"

Yetki itirazı meselesi nasıl ele alınmalı, işçi lehine olması için nasıl olmalı?

Yetki tespitine itiraz doğrudan yetki sürecini sona erdirmek zorunda değil. TİS süreci devam edebilir. Bunun önünü açmak gerekir. 600 işçinin olduğu yerde 500 üye olsa da yetkiye itiraz prosedüründe TİS süreci durduruluyor. Mahkeme en azından bakanlıkla yazıştıktan sonra belgeleri, üyelikleri gördükten sonra dava sonuna kadar tedbiren yetki sürecinin, toplu iş sözleşmesi sürecinin devamına karar verebilir. Mevzuatta buna dair düzenlemeler yapılabilir. Sendikalar da bu konuda çalışma yürütebilir, yürütmelidir.

Fotoğraf: Evrensel

"İŞÇİLERİN GREV HAKKI KOLAYCA ENGELLENİYOR"

Bir işyerinde sendika yetkiyi alarak TİS sürecine gelinse dahi işçilerin grev hakkı başta olmak üzere birtakım hakları da engelleniyor...

Evet, yetki sürecini aşsa bile bir iş yerinde sendikalı işçiler bu gibi engellerle karşılaşıyor. Türkiye’de hâlâ hak grevi yasak, uyarı grevi yasak. Bir sendika toplu sözleşme görüşmeleri tıkandığında, uzatıldığında uyarı amacıyla “Greve çıkıyorum” deyip, ilan edip bunu yapamıyor. Fiili grev yapılıyor ama yasal bir süreç olarak yapılamıyor. Birçok Avrupa ülkesinde bu grevler yasak değil, yapılabiliyor. Greve çıkma prosedürü çok zor ülkemizde. Şimdi sendikalar bu tür engeller nedeniyle, ayrıca sendikaların yapısı nedeniyle iyi sözleşme yapamadığında işçilerin sendikalaşma eğilimi zayıflıyor. Asgari ücret artışlarından sonra sendikalı işyerlerinin büyük çoğunluğunda temel ücretler asgari ücret seviyesinin altına düştü, sendikalı TİS’ten yararlanan işçiler dahi asgari ücret artışından yararlandı. Bu durum da sendikalaşma eğilimini zorlaştıran bir olgudur. Yani sendikaların güçlü olması, mücadeleci olması ve ekonomik hakları, çalışma koşullarını geliştirmesi durumunda sendikalaşma eğilimi güçlenir. Sendikalı ile sendikasız işçiler arasındaki makas açıldığında sendikalaşma eğilimi güçlenir. Bu makas açılmıyor, günden güne daralıyor.

Greve çıkmak çok zor, greve çıkmak için gerekli prosedürleri tamamlamak gerekiyor. Bu prosedürler için çok zaman geçmiş oluyor. Greve çıkıldığında “milli güvenlik”, “genel sağlık” gerekçeleriyle etkili tüm grevler yasaklanıyor. Milli güvenlik ve genel sağlık kavramları çok geniş yorumlanıyor.

Evrensel okurlarını tenzih ederek söylüyorum, grev yasağı değil ertelemesi olabilir diyenler çıkacaktır. Yasada 60 günlük erteleme diyor ama ertelemeden sonra greve başlama imkanı yok. Erteleme sürecinin sonunda anlaşma sağlanamazsa 6 gün içinde Yüksek Seçim Kuruluna gitmek zorundasın. Aksi takdirde sendikanın yetkisi düşer. Yani grevin yasaklandığından kolun kanadın kırık bir şekilde ya işverenin karşısına geçip anlaşacaksın ya da YHK’ye gideceksin. Yüksek Hakem Kurulu da sözleşmeyi taraflar adına kendisi bağıtlıyor. Müzakere şansın da itiraz hakkın da bulunmuyor. Yüksek Hakem Kurulunun çoğunluğu da işçi tarafından oluşmuyor. Bunun için aslında çözümler geliştirmek lazım. Bir mevzuat düzenlemesi lazım. Bu tıkanmış sisteme karşı başka sistemlere bakmak lazım.

Fotoğraf: Evrensel

"FRANSA’DA YETKİ DOĞRUDAN İŞÇİDEN ALINIYOR"

Var mı öyle sistemler?

Fransa örneğini kabaca incelemiştim. İş yerindeki işçi konseyi seçimlerinde en çok oyu alan sendika, o işyerindeki üye sayısına bakılmaksızın yetkili oluyor ve kendi sözleşmesini uygulatabiliyor. Yani hangi sendikanın sözleşmesinin uygulanacağına işçi karar veriyor. Dolayısıyla mücadeleci sendikaların bir şansı oluyor böyle bir sistemle. Benzer şeyler Türkiye’ye de uyarlanabilir. Türkiye’de de aslında bunları üstten getirmeye gerek yok. İş yeri komiteleri deneyimleri var mesela. İşyeri komitelerini yasallaştırmak gerekir. Yetki meselelerini çözmek için sadece mahkemenin devam etmesi kararı yetmeyebilir, aynı zamanda referandum gelebilir. Çünkü iş yerinde birden çok sendika olduğu için de yetki karmaşası yaşanabiliyor. O zaman referandum sistemi devreye girmelidir. Gerek duyuluyorsa seçim kurulunun gözetiminde yapılır. Çok kolaydır bu işleri yapmak, yetki meselesinin en kolay çözümü de aslında budur. Ama önce bunun bir talep ve mücadele alanı olarak görülmesi lazım.

"ANAYASA’DAKİ BAZI MADDELER HAK KULLANMANIN ÖNÜNE GEÇİYOR"

Bu konuda Anayasa maddeleri ne diyor? Anayasa Mahkemesinin tutumu nasıl grev ve sendika hakkı konusunda?

Anayasa iyi de yasalar kötü dememek lazım. Hemen size bir örnek vereceğim. Mesela grevler hakkında diyor ki Anayasa “Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasının ve işverenin lokavta başvurmasının usul ve şartları ile kapsam ve istisnaları kanunla düzenlenir.” Burada bir kere “istisna”nın önünü açıyor. Mesela istisnaları denilmese, kanunla düzenlenir dese o zaman belki Anayasa’nın toplam olarak ruhuna bakmak gerekecek ve Anayasa’ya aykırılık iddiasında bulunulabilecek. Devamında “…Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz” diyor. Bu yasaklama hükmü çok geniş kullanılıyor, grevler bu nedenle yapılamaz durumda! 54. maddede “Grev veya lokavtın ertelenebileceği haller ve işyerleri kanunla düzenlenir” deniyor. Halbuki gerçek bir grev hakkı olacaksa yasaklama ve ertelemenin anayasal hüküm olmaması gerekir. Anayasalar aslında hakların özgürlüklerin tanımlandığı metinler olmalı?

Anayasada “Greve katılmayanların işyerinde çalışmaları, greve katılanlar tarafından hiçbir şekilde engellenemez” diye bir düzenleme var. Bu aslında bir ruhu ortaya koyuyor. Tersine bir hüküm de yok, “Greve katılmak hiçbir şekilde engellenemez” denilmiyor! Greve katılmayanların çalışmalarının engellenemeyeceğini Anayasa’ya koymanıza gerek yok ki. Bu yasada da olabilir ama Anayasa’ya koyarak aslında grevi zayıflatmayı ve grev hakkı lehine değil, greve katılmama lehine tutum alıyorsunuz. Anayasa kolektif haklar, sendika hakkı ve örgütlenme özgürlüğü, grev hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı bakımından yetersiz. Hakkı tanımlıyor ama istisnaları ve sınırlarını da öyle bir ortaya koyuyor ki hak kullanılamaz hale geliyor. Anayasal yasakçı zihniyet yasalara da yargıya da yön veriyor.

‘HUKUK DA MÜCADELEYLE GELİŞECEK’

Tüm bunlara sendikalar nasıl yaklaşıyor, yaklaşmalı?

Bir örnekle anlatayım durumu. Yakın bir tarihte grev ertelenmesi kararında yürütmeyi durdurma talepleri reddedildikten sonra AYM’ye başvurulduğunda AYM sendika lehine ihlal kararı verdi ve kararın bir örneğini gereğini yapmak üzere Danıştay 10. Dairesine ve Adalet Bakanlığına gönderdi. Danıştay, siyasi davalarda ağır ceza mahkemelerinin yaptığını yapıp, bu ihlal kararına rağmen grev ertelenmesinin yasaya uygun olduğuna hükmetti, davayı reddetti. Bu ülke bunu gördü. İlgili muhatap sendika bunun işçiler üzerinde korkutucu etki göstereceğini düşünerek çok dile getirmedi ama kanaatimce yanlış yaptılar. Çünkü bu alan aslında dişe diş, göğüs göğüse mücadele ile gelişebilecek bir alan. İşçinin hukuku da böyle gelişecek. İşçinin hukuku, işçinin hukuki alandaki hakları da gelişir ama hukuki zemindeki hukuk mücadelesini fiili mücadele ile birleştirirsen gelişir. O yüzden hukuk alanı dahil mücadeleci bir tutum almak gerekir.

İŞÇİ KENDİ HUKUKUNU YARATACAK ŞEKİLDE BİLİNÇLENDİRİLMELİ

Nasıl değişecek?

İşverenler boş durmuyor. İşçinin hukuki haklarını geriletmek için dergiler, yayınlar çıkartıyor, sempozyumlar düzenliyorlar. Son dönemdeki yargı kararları, işçilerin bireysel iş hukukundan kaynaklanan haklarını geriletiyor. Bu nedenle başta sendikalar olmak üzere emekten yana tüm kesimler işçi lehine yayıncılığı, işçi lehine hukuki faaliyeti, işçi lehine hukuki mücadeleyi önemsemeliler. Çünkü sendikalar dönemsel olarak fiili mücadeleyi çok iyi yürütse dahi, bu alanı besleyecek ve kazanımı kalıcılaştıracak yöne de bakmazsa, fiili mücadele gücü zayıfladığında kazanımını kalıcı hale getiremez. İşçinin hukukunu geliştirmek için sempozyumlar, seminerler düzenlemek, yayıncılık faaliyeti yürütmek, işçileri bilinçlendirmek, işçilere eğitim vermek, hukuki haklarını doğru bir şekilde anlatmak, bu alanın nasıl genişleyeceğini de işçiye ufuk açarak anlatmak hem sendikaların hem de bütün emekten yana kurumların ve kişilerin görevlerinden birisidir. Ama tabii ki en başta sendikaların görevidir. Çünkü işçilerin temel örgütü sendikalardır. Kapitalizmde egemen sınıf burjuvazidir, yani patronlardır. Ama burjuvazinin karşısında mücadele eden bir sınıf daha var ve bu sınıf kendi hukukunu yaratarak ilerleyebilir, reform niteliğinde kazanımlar elde edebilir. Bu yolla kendi iktidarını kuramaz ama kendi iktidarına dayanak olacak reformların önünü açabilir. Bu reformlar yasal güvenceye ve anayasal güvenceye kavuşabilir.

Ayrıca, sendikalar işçiye mümkün olduğunca ciddi bir şekilde sistemi anlatmak zorunda, ekonomi politiği anlatmak zorunda. Aynı zamanda hukuku da bir mücadele zemini olarak kullanmak zorunda.

İLGİLİ HABERLER

Evrensel'i Takip Et