16 Ocak 2021 22:31

5 maddede Leninizmin güncelliği

Arif Koşar, 21 Ocak 1924'te yaşamını yitiren Sovyet Devrimi'nin Mimarı Lenin'in fikirlerinin güncelliğini yazdı.

Kaynak: Steve Harvey/ Unplash

Paylaş

Arif KOŞAR 

30 Ağustos 1918’de Lenin’e suikast girişiminin yapıldığı yerde dikilen anıtta şu sözler yazıyor: “Tüm dünyanın ezilenleri bilsin ki tam burada kapitalist karşı-devrimciler dünya proletaryasının lideri Vladimir İlyiç Lenin’in hayatına ve emeğine kastetmişlerdir.”

Sosyalist Devrimci Parti üyesi bir militanın silahından çıkan üç kurşundan ikisi Lenin’in omuzuna ve kürek kemiğine isabet etti, akciğerinin bir kısmını parçalandı. 21 Ocak 1924 tarihinde Lenin dördüncü kez felç geçirip yaşamını yitirdi. Ölümünde bu suikastın ve çıkarılamayan kurşunun hangi ölçüde etkili olduğu konusu, bugün hâlâ belirsizliğini koruyor.

Lenin’in ölümünün üzerinden yüzyıla yakın bir zaman geçti. Eserleri en fazla yabancı dile tercüme edilen yedinci kişi. Hâlâ milyarlarca insanın saygıyla andığı, eylemlerini haklı bulduğu, dehasını takdir ettiği, yine çok sayıda insanın tarihsel ve ideolojik önder olarak gördüğü bir isim. Lenin’i bu kadar ünlü yapan temel şeyse -kısa bir süre hayatta kalan Paris Komünü bir yana- tarihte ilk kez milyonlarca işçi ve emekçinin kaderini eline aldığı, kapitalizmi yıkarak kendi iktidarını, yani sosyalizmi kurduğu 1917 Sovyet Devrimi’nde oynadığı kritik ve öncü roldür. Lenin, ayrıca taktik ve strateji, parti, devlet, uluslar, emperyalizm ve sosyalizmin inşası gibi çok sayıda konuda Marksizme önemli katkılar sunan bir teorisyendir.

Bununla birlikte Lenin’i güncel kılan şey sadece her işçi ve halk hareketine sosyalistlerin bir biçimde dahil olması ya da geçmişte yaşanmış sosyalizm deneyimine duyulan nostaljik bir sempati değil. Onu önemli, canlı ve güncel kılan içinde yaşadığımız dünyanın gerçek olgu ve olayları, bu olgu ve olayların teşvik edip kışkırttığı eğilim ve olanaklardır. Burada, bunların sadece bir kısmına dikkat çekmekle yetineceğiz.

1. EMPERYALİZM

Günümüz dünyası, yeni sektörler eklenip bazı şirketler değişse de tekellerin egemen olduğu, kapitalist rekabetin ticaret savaşları biçiminde sürdüğü, bir kısmı küme düşüp bazıları yükselse de dünyanın emperyalist ve bağımlı ülkeler arasında bölündüğü ve emperyalistler arasındaki çelişkilerin her siyasal gündemde gözler önüne serildiği bir dünyadır.

Engels’in henüz yeni yeni belirginleştiği bir dönemde ön analizini yaptığı tekel olgusu, Lenin tarafından kuramsallaştırılmış ve günümüz dünyasının temel bir özelliği olarak ortaya konmuştur. Emperyalizm isimli kısa broşüründe yaptığı şey kapsamlı bir veri analizinden çok nispeten yeni bir toplumsal olgunun kapitalizm bağlamında ve elbette verilere/olgulara dayalı analizidir. Tekellerin dünya genelinde iktisadi ve siyasi egemenliği, sermaye ihracının egemen hale gelmesi, dünyanın emperyalist ülkeler ve bağımlı ülkeler olarak bölünmesi emperyalizmin temel özellikleriydi.

Tüm yeni olgu ve gelişmelere rağmen, hâlâ Lenin’in genel çerçevesini çizdiği bir dünyada yaşıyoruz. Lenin’i güncel kılan olguların başında bu nesnel manzara geliyor.

2. TEORİ VE PRATİĞİN BİRLİĞİ: PARTİ

Emperyalizm tahlilinde de gördüğümüz üzere Lenin, bir yanda gerçek hayatı dogmatik bir çerçeveye sıkıştıran teorisizm, diğer yanda teoriyi bir kenara bırakıp “gerçek harekete” vurgu yapan dar pratikçilik ve ekonomizm karşısına teori ve pratiğin birliğini koyuyordu.

Toplumsal olgulara her bakış kaçınılmaz olarak ideolojik ve politik bir kavramsallaştırmayı içerir. Günümüz pozitivizminin kuramsal olandan kaçışı ve “tarafsızlığı” kabul ettiği varsayımların ideolojik niteliğini gizlemek için bir paravandan ibarettir.

Lenin’in yaptığı ise olguları kendi tarihsel ve toplumsal bağlamında analiz etmek, bu analizi yaparken kuramsal çerçeveyi bu gerçeklik temelinde geliştirmektir. Marksizmi donuk bir ilkeler ya da metinler toplamı olmaktan çıkartan, ona sürekli olarak hayatın gerçek renkleri ile yenilenme olanağı sağlayan da bu diyalektik yöntemdir. Politik programda somutlaşmış bir kuramın yol göstermediği pratik faaliyet rotasını kaybetmiş bir gemi gibidir. “Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olmaz.”[1]

Teori ve pratik arasındaki bu ilişkinin önemi son yıllarda daha yakıcı bir biçimde görüldü. 2008 krizi sonrasında Yunanistan, İspanya, İtalya ve çok sayıda Avrupa ülkesinde kemer sıkma önlemlerine karşı grev ve direnişler, Arap coğrafyasında diktatörlere karşı ayaklanmalar, Latin Amerika’da baskıcı ve neoliberal yönetimlere karşı isyanlar ortaya çıktı. Wall Street’i İşgal Et eylemleri ile daha çok teşhir boyutunda, siyahlara yönelik polis şiddetini protesto eylemleriyle kitlesel boyutta bir eylem dalgası emperyalizmin en önemli merkezi ABD’ye kadar ulaştı.

Ekonomik ve sosyal adalet, eşitlik ve özgürlük taleplerini gündeme getirmesine, yer yer kısmi başarılar sağlamasına rağmen bu mücadeleler hedeflerine ulaşamadan geri çekildi. Elbette süreç ve mücadele devam ediyor. Ancak geri çekilmedeki en önemli nedenlerden birisi bu talepleri formüle eden devrimci bir siyasal programa ve bu programı takip etme yeteneğine sahip bir örgütlülüğe sahip olmamalarıydı. Bütün karşıt argümanlara rağmen her geçen gün daha fazla kanıtlanan şey kalıcı bir kazanım için devrimci bir program ve bu programın ifadesi olarak komünist bir partinin etkili varlığının zorunlu olduğudur. Bu, başlı başına Lenin’in yaşayan ruhudur.

3. SOMUT DURUMUN SOMUT TAHLİLİ

Lenin’in kuramsal ve pratik çabası, 19. yüzyılın sonunda, Rusya’da bağımsız bir Marksist hareketin biçimlenmesi açısından, Georgi Plehanov’la birlikte belirleyici önemdeydi.

Lenin’in doğduğu, büyüdüğü ve siyasal mücadeleye giriştiği Rusya, yasal olarak kaldırılmış olsa da toprak köleliğinin fiilen sürdürdüğü, feodal mülkiyetin varlığını koruduğu, bununla birlikte kapitalizmin hızla geliştiği, yarı-feodal kapitalist/kapitalistleşen bir ülke idi. Dönemin halkçı (Narodnik) hareketinin kuramcıları Rusya’nın özgün bir toprak sistemine sahip olduğu, kapitalist yıkımla karşı karşıya kalmadığı, dolayısıyla miri (ortakçı) toprak rejimine dayalı bir tür sosyalizmin tek gerçekçi alternatif olacağını ileri sürmüştü. Lenin’in henüz 24 yaşında iken yazdığı, “Halkın Dostları Kimlerdir?​” (1894) bir yana, ilk kapsamlı kitabı olan “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”nde (1899) tarımdaki ticari ve kapitalist ilişkilere dikkat çekerek miri sistemin hızlı bir çözülüş sürecinde olduğunu, buna dayalı bir sosyalizmin gerçekçi olmadığını ifade etmişti. Gelişen kapitalist ilişkiler ve büyüyen işçi sınıfı sosyalizmin gerçek dayanağı olabilirdi, öyle de oldu.

Dönemin çoğu Marksisti için, sosyoekonomik yapısı nedeniyle Rusya burjuva demokratik devrim aşamasındaydı ve tarihteki örneklerinde görüldüğü gibi bu devrime ancak burjuvazi önderlik edebilirdi. Menşevik akımın belirgin hale geldiği temel ayrışmalardan biri de bu konuydu. Oysa Lenin’e göre, a- burjuvazi egemen sınıfa dahil olmuş ve ilerici niteliğini kaybetmişti, b- radikal bir demokratik devrimden yana olması mümkün değildi, c- burjuvazinin bir kısmı, mesela liberal burjuvazi muhalif olsa bile devrimi ılımlı ve uzlaşmacı bir çizgiye çekmeye çalışıyordu, d- böyle bir dönüşüm halkın değil burjuvazinin çıkarlarını yansıtıyordu, e- işçi sınıfı, Rusya koşullarında geniş köylü yığınları ile ittifak halinde demokratik devrime öncülük edebilirdi, f- bu devrim sonucunda kurulacak bir nevi halk iktidarı (“işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü”) gücü oranında hızla sosyalizme geçmek için en uygun seçenekti. Bu, Marx ve Engels’te ipuçları olan ama somut koşulların somut tahliline dayanan yeni bir analizdi. Lenin, dönemin Marksistleri içerisindeki “ana akım”a karşı çıktı. Bu tutumla belki de, Marksistleri ve işçi sınıfını liberal burjuvazinin yedeği olmaktan kurtardı. Sonuçları 1917 yılında görülecekti.

1917 şubatında, Rusya’da bir demokratik devrim gerçekleşmiş, bu devrim Bolşeviklerin öngördüğü gibi işçi köylü iktidarı ile sonuçlanmamıştı. Burjuvazi iktidara gelmiş, sokaklarda ise fiili bir iktidar olan sovyetler ortaya çıkmıştı. Demokratik devrimin talepleri (ekmek, barış, köylüye toprak dağıtımı vb.) hayata geçmemişti. Bolşevikler içindeki çoğunluk demokratik devrimin tamamlanması gerektiğini düşünüyordu. Lenin buna itiraz etti. Hayatın gerçek akışı, güç ilişkilerinden dolayı partisinin stratejisindeki gibi gerçekleşmedi. Yapılacak şey teoriyi dondurup onu tekrar etmek değil, yeni koşulları analiz ederek gerekirse politik hattı güncellemekti. Sovyet iktidarı sloganı öne sürüldü. Artık hedef demokratik devrimi tamamlamak değil, bunu kapsayan bir sosyalist devrimdi. Lenin, işçi hareketini burjuva sınırlara hapsetme tehlikesini barındıran “Demokratik devrimi tamamlama” yaklaşımını ısrarla reddetmeseydi, Ekim Devrimi mümkün olmayabilirdi.

4. ENTERNASYONALİZM

Rus Çarlığı çok sayıda ulus ve etnik topluluk için bir halklar hapishanesiydi. Bu nedenle Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisinin (RSDİP) kuruluşundan itibaren ele almak zorunda olduğu konulardan birisi de ulusal sorundu. RSDİP, programlarında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıdı. Bu basitçe bir ilkenin savunulmasının ötesinde farklı milliyetlerden işçilerin birbirine güven duyması ve ortak mücadelesi için zorunlu bir koşuldu. Lenin’in dediği gibi, “Her nerede, uluslar arasında zora dayanan bağlar görürsek, biz, her ulusun ayrılma gereğini vaaz etmeye asla kalkışmadan, her ulus için, kendi siyasal kaderini serbestçe tayin etme hakkını, ayrılma hakkını azimle ve kayıtsız şartsız savunuruz. Bu hakkı savunmak, tanımak ve ondan yana olmak, ulusların hak eşitliğini savunmaktır, zora dayanan bağlara karşı çıkmaktır, hangi ulus olursa olsun, onun siyasal ayrıcalıklarına karşı savaşım vermektir, ve bu yüzden de ayrı ayrı ulusların işçileri arasında tam bir sınıf dayanışmasını geliştirmektir.”[2]

Bu yaklaşım, dünya savaşından sonra yükselen antiemperyalist kurtuluş hareketleriyle birlikte yeni bir boyut kazandı. İkinci Enternasyonal partilerinin çoğu savaş sırasında kendi ülkelerindeki burjuva milliyetçi hükümetleri desteklerken, Lenin’in önderliğinde Bolşevikler süren savaşın emperyalist bir savaş olduğunu, işçi sınıfının diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerine karşı değil kendi ülkelerinin burjuva ve hükümetlerine karşı savaşması gerektiğini ilan etmişti. İkinci Enternasyonalde emperyalist savaşla başlayan kopuş süreci 1919 yılında Üçüncü Enternasyonalin kuruluşu ile sonuçlandı. Enternasyonalin ilk çağrısı “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları, birleşin” oldu.

Dünya genelinde milliyetçiliğin, göçmen düşmanlığının ve ırkçılığın yükseldiği bir dönemde baskı altına alınmış halkların haklarını ve eşitliğini savunmak, zulüm ve baskının her türlüsüne karşı çıkmak ve bunları gerçek bir halk demokrasisi ve özgürlük mücadelesiyle, emperyalizme karşı mücadele ile birleştirmek… Farklı milliyetlerden işçi sınıfının birliği, dayanışması ve ortak mücadelesi için enternasyonalizm zorunlu bir koşuldur. Enternasyonalizmin en az bunun kadar önemli olan diğer yanı ise kapitalizmin dünya genelinde egemenliğine karşı işçi sınıfının dünya genelindeki dayanışma ve ortak mücadelesinin yükseltilmesidir. Milliyetçi histerinin karşısında gerçek alternatif işçi enternasyonalizmidir.

5. DÜNYAYA İŞÇİ SINIFINDAN YANA BAKMAK

Sınıflı bir toplumun sorunlarının çözümü bu sınıfsallığın damgasını taşır. Örneğin bugün uzun ve bıktırıcı çalışma süreleri ya da gelir dağılımında derinleşen uçurumun nedeni sermayenin daha fazla kâr elde etme eğilimi ve bunu giderek örgütsüz hale gelen işçi sınıfına çeşitli araçlarla dayatma gücüdür. Karşıt sınıf çıkarları söz konusudur, çözümler de bu nedenle karşıttır.

Günümüz dünyası “çözüm”lerin sermaye lehine işlediği bir dünyadır. Olası bir ekonomik krizin ardından batan ve zora düşen, hatta zora düşmeyen kapitalistlere bile milyarlarca dolarlık kamu fonları aktarılır. Teşvikler, vergi indirimleri, vergi afları, işçi maliyetlerinin azaltılması gibi onlarca uygulama sermaye birikimini kolaylaştırmak içindir.

İçinde yaşadığımız kapitalist toplumda sorunların büyük kısmı sınıfsaldır ve kalıcı bir çözümü kapitalist sömürü ilişkilerinin lağvedilmesine bağlıdır. Doğrudan iktisadi sömürüye indirgenemeyecek ulusal, cinsel, etnik, ırksal tahakküm biçimleri ve diğer sorunlar da kapitalist üretim ilişkileri tarafından yeniden üretilmekte ve onun sınıfsal yapısı tarafından biçimlendirilmektedir.

Lenin, taktik ve strateji ya da örgüt biçimi veya sosyalizmin inşasına dair her sorunda daima konuya işçi sınıfının çıkarları açısından bakmıştır. Bu, sadece toplumun sınıflı yapısını dikkate alarak dünyaya bilimsel yaklaşma sorunu değil, süregiden mücadelede bir tarafı seçmek suretiyle işçi sınıfı ve halktan yana net bir tutum alma iradesidir.

İşte bu irade ve ısrar, İkinci Enternasyonal reformizminin sürüklendiği karanlıktan sıyrılıp güçlü bir komünist hareketin doğuş yolunu açmıştır. Her şey bir yana Lenin’i güncel kılan şeyin esası budur: İşçi sınıfı ve emekçi halkın kurtuluşunda ısrar, sosyalizmde ısrar. Tam da bugün ihtiyacımız olan şey.

Nâzım’ın dediği gibi;
ölüm
protoplazmın ataletidir!
fakat
bugün
her
proleter,
yarın
yarınki sınıfsız cemiyette her yeni doğan çocuk
bulacak kendi maddesinde lenin’in şuurunu!

[1] Lenin, V.İ. (1990) Ne Yapmalı?, çev. M. Erdost, Sol Yayınları, Ankara, sf. 32.
[2] Lenin, V.İ. (2014) Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, 12. Baskı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 131.

ÖNCEKİ HABER

Eleştiri mizahın temel işlevidir

SONRAKİ HABER

CHP Milletvekili Mehmet Güzelmansur: Vatandaş elektrik faturasını ödeyemiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...