17 Eylül 2020 00:02

Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet

"Heybeliada Sanatoryumunun bir başka önemli konuğu ile de sevgili çalışma arkadaşım ve dostum Işık Ezber’in "Operadaki Hayaleti' okudun mu?" sorusu ile tanışma fırsatı buldum.

Fotoğraf: Wikimedia Commons 

Halis Ulaş
Halis Ulaş

“Şu sanatoryumda kimsesiz ölen Hayalet Oğuz
Çeviri yapıyor hâlâ
İlerinin dünyasından Türkçeye”

Can Yücel

Heybeliada Sanatoryumu, 1924 yılında İstanbul'a bağlı Heybeliada'da kurulan ülkemizin ilk pandemi hastanesidir. Bu hastane 2005 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından kapatılarak çam ormanları arasında, Çam Limanına bakan bir tepede emekliliğe sevk edilmişti. Sanatoryumun emekliliği öncesinde İsmet İnönü, Rıfat Ilgaz ve Ece Ayhan gibi ünlü simalara ev sahipliği yapmışlığı da vardır.

5 Eylül 2020 tarihinde hastanenin, tam da Covid-19 salgınının ülkemizde yeniden tırmanışa geçtiği bu günlerde, "İslami Eğitim Merkezi" oluşturulması amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredildiği bilgisinin basına yansıması ile yeniden gündeme geldi.

Heybeliada Sanatoryumunun bir başka önemli konuğu ile de sevgili çalışma arkadaşım ve dostum Işık Ezber’in "Operadaki Hayaleti' okudun mu?" sorusu ile tanışma fırsatı buldum. Işık’a yanıt olarak okumadığımı ama izlediğimi belirttim. Çünkü aklıma ilk gelen Gaston Leroux'nun 1909 yılında yazmış olduğu ve sonrasında defalarca sinemaya ve operaya uyarlanmış hatta müzikal olarak da sahnelenmiş olan ünlü “Operadaki Hayalet (Le Fantôme de l'Opéra)” idi. Oysa Işık’ın bahsettiği “Operadaki Hayalet” Leroux'nun yazdığı roman, film ya da opera değilmiş. Işık; Sezen Duru ve Orhan Duru tarafından yayıma hazırlanan “O Peradaki Hayalet. Oğuz Haluk Alplaçin’in (Hayalet Oğuz) İnanılmaz Yaşamöyküsü ve Yapıtları”nı kastetmiş.  

Duymamış ve okumamıştım Hayalet Oğuz’u. Ne büyük eksiklikmiş oysa. Okudukça, tanıdıkça daha erken karşılaşmamış olduğum için üzüldüm.  

Hayalet Oğuz, Oğuz Haluk ya da Oğuz Haluk Alplaçin 3 Eylül 1928 tarihinde doğmuş. Diyarbakır’lı bir aileden geliyormuş. Babası Doktor Kazım Alplaçinmiş annesi ise Tevfik Rüştü Aras’ın bir akrabasıymış. Doğumdan kısa süre sonra annesinin evi terk etmesi nedeniyle annesini tanımamış.

Ben annesinin adını kaynaklarda bulamadım. Ardında bir kimlik bırakmadığı için ya da hiç adını anmadığı için yakın arkadaşları da bilmezmiş Hayalet Oğuz’un annesinin adını. Hatta cenaze töreninde “ana adı” sorulduğunda bir sessizlik olmuş. Ta ki Dürnev Tunaseli “Havva” diye bağırıncaya kadar. Böylece Hayalet Oğuz’un anne adı dini kayıtlara “Havva” olarak geçmiş.     

Ankara’da Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1950’li yılların başında havaalanları yapan bir İngiliz şirketinde çalışmaya başlamış. 1954 yılında İstanbul’a gittikten sonra ilk zamanlar mizah dergilerinde yazılar ve şiirler yayımlamış. Ta ki çeviri yapmaya başlayıncaya kadar. Çünkü çeviri işi kelimenin somut anlamıyla Hayalet Oğuz’un başının köşesine yerleşmiş çünkü tek mülkü olan İngilizce Türkçe sözlüğü yastık olarak kullanırmış.

Can Koçak (https://vesaire.org/aylak-anarsist-hayalet-oguz/) Hayalet Oğuz’a dair yazdığı bir yazıda onu; “Evi yok, eşyası yok, kuru temizleyicide duran gömlek ve pantolonu dışında giysisi yok, kimliği yok. Arkadaşının resmini asabileceği bir duvarı bile yok. Sahip olduğu tek şey bir İngilizce-Türkçe sözlük.” şeklinde tanımlamış.

Hayalet Oğuz sanat dünyasından çok kişinin yaşamına değmiş, evlerine konuk olmuş ama sanırım bu dünyada en derin çentiği Türkçenin lirik prensesi Tezer Özlü’nün yüreğine atmıştır. Tezer Özlü, Hayalet Oğuz’u ilk olarak ilkokulu bitirdiği yıl abisi Demir Özlünün odasında uyurken görmüş ve annesine bu adamın zayıflıktan öleceğini söylemiş. Bu ilk karşılaşmadan sonra Tezer Özlü ve Hayalet Oğuz arasında çok yakın bir dostluk gelişir.

Tezer Özlü Hayalet Oğuz’un yeryüzü konukluğunu şöyle anlatmıştır:

“Yaşamının çeyrek yüzyılını elliye yakın dostunun evinde geçirdi. Oğuz, aylarca da benimle kaldı. Onun konukluğu bir kelebek gibiydi. İnsana kendini hiç belli etmemeye çalışır, hiçbir özel isteği olmaz, ince ve sevimli bir sesle konuşur, eve gelirken çiçek ve pasta getirirdi. Oğuz, yanında kaldığı dostlarına aldığından çok daha fazlasını verdi.

Çoğunlukla elinde bir İngilizce polisiye roman bulunurdu. Türkçe’ye çeviri ve derleme olarak yüze yakın kitap kazandırmıştı. Adını hiçbir zaman çevirmen, yazar, ozan, şunu yaptı, buna çalışıyor, bunu hazırlıyor... gibilerden kullanmadı. Yazın çalışmalarında tam bir fabrika işçisiydi. Sığınabileceği bir köşede çalışır, çalışması bitmeden kazanacağı parayı çekmiş, bitirmiş, sayfalarca çeviri bedeli de borçlu kalmış olurdu.”

Hayalet Oğuz’un çevirileri kendi meşrebincedir. Hatta bazen çeviri bile değildir. Örneğin Mickey Spillane’den çevrilmiş gibi yayımlanan çok sayıda Mayk Hammer romanının yazarıdır.

Çevirinin yanı sıra Yeşilçama Bülent Oran’la birlikte yüzlerce film senaryosu yazmıştır Hayalet Oğuz. Bunların çoğunun adını bile bilmediği söylenir. Filmleri de görmemiştir zaten. Bunların yanı sıra dünyadaki ilk rock’n roll kitaplarından biri olan “Dünya Sarsılıyor” kitabını 1956 yılında dünya yazınına hediye etmiştir.

Hayalet Oğuz yaptığı işlerin parasını alınca doğru üstüne başına bir şeyler almaya gidermiş. Yeniler üzerine, üzerindekiler de kuru temizlemeye. Bu nedenle hiç bavulu olmamış Hayalet Oğuz’un. Artan parasıyla iyi bir yemek yer, ardından Kulis, Papirüs gibi barlara uğrar, barmenlere önceki içki borçlarını öder, yanındakilere de içki ısmarlarmış. Eğer hala parası kalırsa da onu da saklaması için dostlarına verirmiş.   

Ama genellikle Hayalet Oğuz’un dostlarına emanet edeceği pek parası kalmazmış. İşte o parasız ve kalacak yerinin olmadığı günlerden birinde Emperyal Otel’de Attilâ İlhan’ın adını vererek konaklamış. Ertesi sabah konaklama bedeli olarak çevirmekte olduğu Graham Green’in “Çirkin Amerikalı” kitabının çevirisini verecek kadar gönlü zenginmiş.

Hayalet Oğuz akciğer kanserine yakalandığını bile bilmemiş. Tezer Özlü’nün ifadesiyle “Solurken ciğerlerim acıyor, uyutmuyor beni” demekle yetinmiş. Sonrasında Heybeliada Sanatoryumunun yollarına düşmüş. Yaşamının son 4 gününü sanatoryumda geçirmiş ve 45 yıl önce bugün yani 17 Eylül 1975 tarihinde ölmüş. Öldüğünde 46 yaşında ve 46 kiloymuş.

Dostlarının deyişiyle “Eğlentili bir Gömme Töreni” ile defnedildikten sonra şiirler ve şerefine kalkan rakı bardakları arkasından yetiştirilmiş. Ardından şiir yazan şairlerden biri de Can Yücel’dir. Can Yücel “Gözlerim Doluyor” der Rengahenk kitabında Hayalet Oğuz’un ardından ve “Bir de Ölüm İlanı” verir Ölüm ve Oğlum kitabına. Ahmet Oktay’da “Bir içkinin öğle vaktinde Ege’yle düşsel söyleşi” şiirinde şu dizeleri yazar Hayalet Oğuz’a atfen;

“-Ödenecekler ödendi bu yaşama

demişti Hayalet

kanayan bir yaraya dönüştürdüğü gözlerini

yumarak Panayot’un tezgâhında.

“Bu alım satım dünyasında” demişti

“bir ötekinin yurtsuzu herkes

evimi sırtımda gezdiriyorum bu yüzden.”

Alayın da acıdan kaynaklandığını

ondan öğrendim ben.”

Oğuz Haluk Alplaçin kimilerine göre bir anarşistti, kimilerine göre bir “tutunamayan”, kimilerine göre de yaşama bile isteye bir “tutunmayandı”; ama herkese göre o bir hayaletti.  

Çok zayıf olması mı, kelebek adımlarla yürümesi mi, gece alemini sevmesi mi, çevirdiği yabancı yazarların adlarını kullanarak yeni romanlar yazması mı yoksa kaldığı evlerde varlığı ile yokluğunun fark edilmemesi mi ona “hayalet” denilmesine neden oldu bilemem. Demir Özlü’nün ifadesi ile “Chagall’ın resimlerinde havada duran insanlar gibi” bu dünyadan gelip geçti mi Hayalet onu da bilemem.  

Belki de “Hayalet” olduğu için Oğuz Heybeliada Sanatoryumu ile öte taraf arasında arafta kalmıştır.

Eğer araftaysan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kapısını üç kere çal “Hayalet”...

Not: Meraklısı için yapımcılığını ve yönetmenliğini İsmail Sancak ve M. Hakan Demiralay’ın yaptığı 20 dakikalık “O Pera’daki Hayalet (Oğuz Haluk Alplaçin)” adlı belgesel filmi buraya bırakıyorum.

 

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI