Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet
"Heybeliada Sanatoryumunun bir başka önemli konuğu ile de sevgili çalışma arkadaşım ve dostum Işık Ezber’in "Operadaki Hayaleti' okudun mu?" sorusu ile tanışma fırsatı buldum.
Fotoğraf: Wikimedia Commons
“Şu sanatoryumda kimsesiz ölen Hayalet Oğuz
Çeviri yapıyor hâlâ
İlerinin dünyasından Türkçeye”
Can Yücel
Heybeliada Sanatoryumu, 1924 yılında İstanbul'a bağlı Heybeliada'da kurulan ülkemizin ilk pandemi hastanesidir. Bu hastane 2005 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından kapatılarak çam ormanları arasında, Çam Limanına bakan bir tepede emekliliğe sevk edilmişti. Sanatoryumun emekliliği öncesinde İsmet İnönü, Rıfat Ilgaz ve Ece Ayhan gibi ünlü simalara ev sahipliği yapmışlığı da vardır.
5 Eylül 2020 tarihinde hastanenin, tam da Covid-19 salgınının ülkemizde yeniden tırmanışa geçtiği bu günlerde, "İslami Eğitim Merkezi" oluşturulması amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredildiği bilgisinin basına yansıması ile yeniden gündeme geldi.
Heybeliada Sanatoryumunun bir başka önemli konuğu ile de sevgili çalışma arkadaşım ve dostum Işık Ezber’in "Operadaki Hayaleti' okudun mu?" sorusu ile tanışma fırsatı buldum. Işık’a yanıt olarak okumadığımı ama izlediğimi belirttim. Çünkü aklıma ilk gelen Gaston Leroux'nun 1909 yılında yazmış olduğu ve sonrasında defalarca sinemaya ve operaya uyarlanmış hatta müzikal olarak da sahnelenmiş olan ünlü “Operadaki Hayalet (Le Fantôme de l'Opéra)” idi. Oysa Işık’ın bahsettiği “Operadaki Hayalet” Leroux'nun yazdığı roman, film ya da opera değilmiş. Işık; Sezen Duru ve Orhan Duru tarafından yayıma hazırlanan “O Peradaki Hayalet. Oğuz Haluk Alplaçin’in (Hayalet Oğuz) İnanılmaz Yaşamöyküsü ve Yapıtları”nı kastetmiş.
Duymamış ve okumamıştım Hayalet Oğuz’u. Ne büyük eksiklikmiş oysa. Okudukça, tanıdıkça daha erken karşılaşmamış olduğum için üzüldüm.
Hayalet Oğuz, Oğuz Haluk ya da Oğuz Haluk Alplaçin 3 Eylül 1928 tarihinde doğmuş. Diyarbakır’lı bir aileden geliyormuş. Babası Doktor Kazım Alplaçinmiş annesi ise Tevfik Rüştü Aras’ın bir akrabasıymış. Doğumdan kısa süre sonra annesinin evi terk etmesi nedeniyle annesini tanımamış.
Ben annesinin adını kaynaklarda bulamadım. Ardında bir kimlik bırakmadığı için ya da hiç adını anmadığı için yakın arkadaşları da bilmezmiş Hayalet Oğuz’un annesinin adını. Hatta cenaze töreninde “ana adı” sorulduğunda bir sessizlik olmuş. Ta ki Dürnev Tunaseli “Havva” diye bağırıncaya kadar. Böylece Hayalet Oğuz’un anne adı dini kayıtlara “Havva” olarak geçmiş.
Ankara’da Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1950’li yılların başında havaalanları yapan bir İngiliz şirketinde çalışmaya başlamış. 1954 yılında İstanbul’a gittikten sonra ilk zamanlar mizah dergilerinde yazılar ve şiirler yayımlamış. Ta ki çeviri yapmaya başlayıncaya kadar. Çünkü çeviri işi kelimenin somut anlamıyla Hayalet Oğuz’un başının köşesine yerleşmiş çünkü tek mülkü olan İngilizce Türkçe sözlüğü yastık olarak kullanırmış.
Can Koçak (https://vesaire.org/aylak-anarsist-hayalet-oguz/) Hayalet Oğuz’a dair yazdığı bir yazıda onu; “Evi yok, eşyası yok, kuru temizleyicide duran gömlek ve pantolonu dışında giysisi yok, kimliği yok. Arkadaşının resmini asabileceği bir duvarı bile yok. Sahip olduğu tek şey bir İngilizce-Türkçe sözlük.” şeklinde tanımlamış.
Hayalet Oğuz sanat dünyasından çok kişinin yaşamına değmiş, evlerine konuk olmuş ama sanırım bu dünyada en derin çentiği Türkçenin lirik prensesi Tezer Özlü’nün yüreğine atmıştır. Tezer Özlü, Hayalet Oğuz’u ilk olarak ilkokulu bitirdiği yıl abisi Demir Özlünün odasında uyurken görmüş ve annesine bu adamın zayıflıktan öleceğini söylemiş. Bu ilk karşılaşmadan sonra Tezer Özlü ve Hayalet Oğuz arasında çok yakın bir dostluk gelişir.
Tezer Özlü Hayalet Oğuz’un yeryüzü konukluğunu şöyle anlatmıştır:
“Yaşamının çeyrek yüzyılını elliye yakın dostunun evinde geçirdi. Oğuz, aylarca da benimle kaldı. Onun konukluğu bir kelebek gibiydi. İnsana kendini hiç belli etmemeye çalışır, hiçbir özel isteği olmaz, ince ve sevimli bir sesle konuşur, eve gelirken çiçek ve pasta getirirdi. Oğuz, yanında kaldığı dostlarına aldığından çok daha fazlasını verdi.
Çoğunlukla elinde bir İngilizce polisiye roman bulunurdu. Türkçe’ye çeviri ve derleme olarak yüze yakın kitap kazandırmıştı. Adını hiçbir zaman çevirmen, yazar, ozan, şunu yaptı, buna çalışıyor, bunu hazırlıyor... gibilerden kullanmadı. Yazın çalışmalarında tam bir fabrika işçisiydi. Sığınabileceği bir köşede çalışır, çalışması bitmeden kazanacağı parayı çekmiş, bitirmiş, sayfalarca çeviri bedeli de borçlu kalmış olurdu.”
Hayalet Oğuz’un çevirileri kendi meşrebincedir. Hatta bazen çeviri bile değildir. Örneğin Mickey Spillane’den çevrilmiş gibi yayımlanan çok sayıda Mayk Hammer romanının yazarıdır.
Çevirinin yanı sıra Yeşilçama Bülent Oran’la birlikte yüzlerce film senaryosu yazmıştır Hayalet Oğuz. Bunların çoğunun adını bile bilmediği söylenir. Filmleri de görmemiştir zaten. Bunların yanı sıra dünyadaki ilk rock’n roll kitaplarından biri olan “Dünya Sarsılıyor” kitabını 1956 yılında dünya yazınına hediye etmiştir.
Hayalet Oğuz yaptığı işlerin parasını alınca doğru üstüne başına bir şeyler almaya gidermiş. Yeniler üzerine, üzerindekiler de kuru temizlemeye. Bu nedenle hiç bavulu olmamış Hayalet Oğuz’un. Artan parasıyla iyi bir yemek yer, ardından Kulis, Papirüs gibi barlara uğrar, barmenlere önceki içki borçlarını öder, yanındakilere de içki ısmarlarmış. Eğer hala parası kalırsa da onu da saklaması için dostlarına verirmiş.
Ama genellikle Hayalet Oğuz’un dostlarına emanet edeceği pek parası kalmazmış. İşte o parasız ve kalacak yerinin olmadığı günlerden birinde Emperyal Otel’de Attilâ İlhan’ın adını vererek konaklamış. Ertesi sabah konaklama bedeli olarak çevirmekte olduğu Graham Green’in “Çirkin Amerikalı” kitabının çevirisini verecek kadar gönlü zenginmiş.
Hayalet Oğuz akciğer kanserine yakalandığını bile bilmemiş. Tezer Özlü’nün ifadesiyle “Solurken ciğerlerim acıyor, uyutmuyor beni” demekle yetinmiş. Sonrasında Heybeliada Sanatoryumunun yollarına düşmüş. Yaşamının son 4 gününü sanatoryumda geçirmiş ve 45 yıl önce bugün yani 17 Eylül 1975 tarihinde ölmüş. Öldüğünde 46 yaşında ve 46 kiloymuş.
Dostlarının deyişiyle “Eğlentili bir Gömme Töreni” ile defnedildikten sonra şiirler ve şerefine kalkan rakı bardakları arkasından yetiştirilmiş. Ardından şiir yazan şairlerden biri de Can Yücel’dir. Can Yücel “Gözlerim Doluyor” der Rengahenk kitabında Hayalet Oğuz’un ardından ve “Bir de Ölüm İlanı” verir Ölüm ve Oğlum kitabına. Ahmet Oktay’da “Bir içkinin öğle vaktinde Ege’yle düşsel söyleşi” şiirinde şu dizeleri yazar Hayalet Oğuz’a atfen;
“-Ödenecekler ödendi bu yaşama
demişti Hayalet
kanayan bir yaraya dönüştürdüğü gözlerini
yumarak Panayot’un tezgâhında.
“Bu alım satım dünyasında” demişti
“bir ötekinin yurtsuzu herkes
evimi sırtımda gezdiriyorum bu yüzden.”
Alayın da acıdan kaynaklandığını
ondan öğrendim ben.”
Oğuz Haluk Alplaçin kimilerine göre bir anarşistti, kimilerine göre bir “tutunamayan”, kimilerine göre de yaşama bile isteye bir “tutunmayandı”; ama herkese göre o bir hayaletti.
Çok zayıf olması mı, kelebek adımlarla yürümesi mi, gece alemini sevmesi mi, çevirdiği yabancı yazarların adlarını kullanarak yeni romanlar yazması mı yoksa kaldığı evlerde varlığı ile yokluğunun fark edilmemesi mi ona “hayalet” denilmesine neden oldu bilemem. Demir Özlü’nün ifadesi ile “Chagall’ın resimlerinde havada duran insanlar gibi” bu dünyadan gelip geçti mi Hayalet onu da bilemem.
Belki de “Hayalet” olduğu için Oğuz Heybeliada Sanatoryumu ile öte taraf arasında arafta kalmıştır.
Eğer araftaysan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kapısını üç kere çal “Hayalet”...
Not: Meraklısı için yapımcılığını ve yönetmenliğini İsmail Sancak ve M. Hakan Demiralay’ın yaptığı 20 dakikalık “O Pera’daki Hayalet (Oğuz Haluk Alplaçin)” adlı belgesel filmi buraya bırakıyorum.
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20