06 Temmuz 2018 23:05

Sinemacı-Yazar Soner Sert: Tarafsız değilim, uzun bir yolun başındayım

Soner Sert ile, görmezden gelinen insanların öyküleriyle ülkenin karanlıkta kalan gündelik tarihine odaklandığı ilk öykü kitabı Duvar'ı konuştuk.

Soner Sert'in Duvar adlı kitabının kapak görseli

Paylaş

Deniz ERDEMLİ

Yazar ve Yönetmen Soner Sert’in ilk öykü kitabı “Duvar” okurlarıyla buluştu. Öykülerde, görmezden gelinen insanların geçmişleri, bugünleri ve gelecekleriyle birlikte ülkenin karanlıkta kalan gündelik tarihine odaklanılıyor.

Son zamanlarda adını kısa film çalışmalarından elde ettiği başarılarla sıkça duyduğumuz Yazar, Yönetmen Soner Sert’in, 2018 yılı içinde “Film Çekmek - Yönetmenler İlk Filmlerini Anlatıyor” adında bir de röportaj kitabı bulunuyor. İthaki Yayınları’ndan çıkan ve içinde dokuz öykünün olduğu “Duvar” ise yazarın ilk öykü kitabı. Sert; belki de her gün temas kurmasak da bir arada bulunduğumuz insanların görmediğimiz taraflarını kadraja almış öykülerinde. Kısa filmlerinin ardından öyküleriyle de meraklısına başka bir dünya yaratan Sert’e edebiyat ve sinema bağlamındaki düşüncelerini sorduğumuzda; “Her iki sanat dalı arasında bir uçurum olduğunu düşünmüyorum. Aksine, birbirlerine en çok benzeyen sanat dallarıdır, ikisi.” cevabını veriyor. Genç yazarla “Duvar” kapsamında bir söyleşi gerçekleştirdik. Mağdur edebiyatını sevmediğini söyleyen Sert; sanata ve yaşama olan yaklaşımını şu sözlerle dile getirdi: “Tarafsız değilim, uzun bir yolun başındayım ve bir şekilde mücadele etmeye çalışıyorum.”

DUVAR, TEMELDE BİR METAFORDUR

"Duvar”ı yazarken neleri referans aldınız? Mesela; “Duvar”ın derdi ve hikayelerin ortak noktası nedir?
Bana göre bir üretim sürecinin içindeyken, belirleyici olan şey, referanslardan ziyade geleneğin kendisi. Bağlı olduğunuz geleneğin içinde pişe pişe, damıtıla damıtıla bir yola girmişsinizdir ve o referanslar aradığınız her an yanı başınızdadır. “Duvar”, temelde bir metafordur. Her hikayede görünen ve görünmeyen duvarlar karşımıza çıkıyor. Üreticisi olarak elbet bende bir karşılığı var ama okuyucunun yorumlamasını tercih ederim.

Heidegger yersiz yurtsuzluk kavramının patolojik bir anlama da sahip olduğunu belirtir. Bu durum annesini kaybetmiş bir çocuğun durumuna benzemektedir der ve ekler: “Annemizi kaybetmemiz bizim için onu her yerde arama ve ona sahip olma arzumuzu ve buna dair özlemimizi kamçılamaktadır”. Bu bağlamda aslında yeryüzünde yaşayan bütün insanlar doğuştan yersiz yurtsuzdurlar; çünkü annelerini hiçbir zaman bulamayacaklarıdır. Bütün denemeleri başarısız kalmaya mahkumdur.” Bu bağlamda “Duvar”daki karakterleri de baz alırsak; siz ne söylemek istersiniz?
İnsan, binyıllardır hareket halinde olan bir canlı türü. Görmediği diyar, geçmediği yol yok gibi. Dokunduğu, değdiği her yeri, her şeyi mahvetmekle birlikte, yer yer güzelleştirdiği de olmuştur. Ancak, bu hareketlilik halinin, bu bitmeyen yolculuğun, hissel karşılığının ise ait olamama mefhumu olduğunu düşünüyorum. Gerek sinemada ele aldığım hikayelerde, gerek edebiyatta kaleme aldığım hikayelerde, içerikle ilgili bir alt okuma yapıp, kendimi eleştirdiğimde, karşı çıkan ilk şey, bu ait olamama hali oldu. Kentte yaşayan yalnız adam/kadın hamasetinden bahsetmiyorum. Güzel şeyler düşleyen, o şeyleri düşlerken sistem tarafından itelenen, ötelenen ve “ait olmadığı yerde” yaşadığı düşünen insanların öykülerini anlatmaya çalışıyor ve umudu hep diri tutuyorum. Tıpkı Adorno’nun dediği gibi, “Yine de yarından umudu kesmemek gerekir. Çünkü ışıklar söndüğünde, sinemalarda hâlâ öpüşenler var.”

BİN YILLARDIR SÜREGELEN BİR RİTÜEL

Bir söyleşinizde kitaptaki karakterlerin ortak noktasının sistemin “kurban”ı olmaları diyorsunuz; Tanpınar’ın bir sözünü hatırlattı bana: “Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.” Sizce?
Tanpınar’ın bu sözü hangi refleksle söylediğini bilmiyorum fakat benim tasavvur ettiğim, altyapısını kurmaya çalıştığım kurban mefhumu, ritüellerin kültüre olan etkisi ve çağdaşlaşan ya da çağdaşlaştığını iddia eden “uygarlığın” bu ritüelleri ideolojisine göre tüketmesidir. Kurban etme/olma hali, binyıllardır süregelen bir ritüel. Tarih okumalarından ve arkeolojiden anladığımız, ilk çağlarda bile bu durumun yaşandığı üzerine. Sonradan ortaya çıkan dinlerin ve ideolojilerin ise bu durumu kendi anlayışları için meşrulaştırdığı noktası fazlasıyla önem taşıyor. Dinlerin ve ideolojilerin temelinde bir sisteme hizmet ettiğini düşünürsek, kurban mefhumunun, sistemi yeniden üretmek için kullanıldığını söylemek mümkün. Ben de bu şekilde ele almaya çalıştım. Binyıllardır değişmeyen tek şey şu bence: “Tanrılar kan istiyor!”  

Ufukta yeni kitap ya da proje var mı?
Geçtiğimiz günlerde “Alarga” isimli senaryosunu yazıp, yönetmenliğini üstlendiğim son kısa filmimi bitirdim. Sonbahar gibi festival yolculuğuna başlayacak. Ek olarak da yazmayı düşündüğüm bir roman fikri var. Dönüp duruyor aklımda…

'BÜTÜN SANAT DALLARI BİR HİKAYE ANLATIR'

“Köprü”, “Baba”, “Ses”  ve “Alarga” gibi ödüllü kısa filmlerin yazarlığını ve yönetmenliğini yaptınız. Bu da ilk kitabınız; edebiyat ve sinema dendiğinde sizdeki karşılığı neye denk düşüyor?
Temelinde bütün sanat dalları bir hikaye anlatır. Her iki sanat dalı arasında bir uçurum olduğunu düşünmüyorum. Aksine, birbirlerine en çok benzeyen sanat dallarıdır, ikisi. Benzeşen noktalarının ise bir atmosfer kurma ve o atmosfere inandırma becerisi olduğunu düşünüyorum. Her ikisi için de, elimden geldiğince sağlam atmosferler kurmaya çalışıyorum.

'KURAMSAL ALTYAPISINI KURMAYA ÇALIŞIYORUM'

İnsan hakları, ezilenlerin sinemadaki yeri, işçi sınıfının sinemadaki temsili konuları üzerine makaleler kaleme alıyorsunuz, bunların üzerine kafa yoran biri olarak; günümüzdeki sanat ve edebiyatta tüm bunların ele alınışını ve karşılığını bulup bulamamasındaki düşünceleriniz nedir?
Herhangi bir konu ile ilgili yazılan makalenin üretim sürecinin bir aşaması olduğunu düşünüyorum. Sanatçı bir eseri üretir, akademi tanımlar, endüstri satar. Bu böyledir. Ben, halihazırda üniversitede yüksek lisansına da devam eden biri olarak, üretimin diğer aşamalarından da bağımsız kalmamaya çalışıyorum. Aklıma gelen fikri öyküleştirirken, nasıl tanımlayabileceğim noktasında da ayrıca düşünüyor, kuramsal altyapısını kurmaya çalışıyorum. Bu bağlamıyla da dikkatli olmaya çabaladığımı iddia edebilirim.

SONER SERT KİMDİR?

1989, İzmir doğumlu olan Soner Sert, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Televizyon Bölümünü bitirdi. Pek çok sinema, belgesel ve dizi film setinde çalışan Sert’in, Emin Alper, Tolga Karaçelik, Ezel Akay, Deniz Akçay, Hüseyin Karabey ve Seren Yüce gibi yönetmenlerin, ilk filmlerinin teorik ve pratik yönlerini anlattığı röportajlarından oluşan, “Film Çekmek - Yönetmenler İlk Filmlerini Anlatıyor” isimli kitabı 2018 martında h2o Kitap’tan çıktı. Duvar, Bianet ve K24 gibi mecralara kültür ve sanat hususunda düzenli olarak yazılar yazan Sert’in, BirGün Kitap, Cumhuriyet Kitap, Kitapeki ve Altyazı gibi dergilerde de yazıları yayımlandı.

ÖNCEKİ HABER

PSG, Gianluigi Buffon ile 1+1 yıllık sözleşme imzaladı

SONRAKİ HABER

Gözaltına alınan Nuriye Gülmen, ifadesinin ardından serbest bırakıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa