26 Mart 2017 02:00

Üzülerek değiştiremeyiz dünyayı

Nermin Yıldırım son kitabı ‘Dokunmadan’ı Ayşen Güven’e anlattı. İnsanlığın vebası 'suçluluk' hissinin, ölümün ve aşkın peşinde bir kitap bir sohbet…

Paylaş

Ayşen GÜVEN

Beşinci romanı ile yeniden okuruyla buluştu sevgili Nermin Yıldırım. Absürt ve gerçeküstünün hayatın karşısında yaya kaldığını hem dilinin mahareti hem de hayalgücünün cesareti ile yeniden ortaya koyuyor “Dokunmadan” ile... Gazetelerin 3. sayfalarından kurtulamayan kadınları bir daha manşete çekmeyi ihmal etmeden.

Sen ben desen olur romanın ana karakteri Adalet için. Ölümünün vaktini öğrenmesi ile çıktığı yolculukta Adalet, masumiyetini yitirdiği ilk durağa doğru yolculuk ederken yolda kendisinin, insanların nelere “dokunmadığını” tel tel topluyor. Görmeyince olmadı saydığımız, duyunca görmeyi beklediğimiz, görünce şahit aradığımız tüm günahlar, günahlarımızın çetelesi oluyor roman. Sevilmemiş, sevilmiş de yaralanmış “Dokunmadan” yaşamanın biriktirdiği suçlarla Adalet’le birlikte okur da yüzleşiyor. Son romanı vesilesi ile kenardan bakmanın huzursuzluğunu konuştuk Nermin Yıldırım’la... 

İnsanlara birilerine “Dokunmadan” yaşamak fantastik görünüyor. Sence öyle mi? Yabancı sayılır mıyız? 

Tuhaf görünen pek çok şey gibi gayet yaygın bir durum. Mesela çocukların istismar edilmesi, kadınların tecavüze uğraması, insanların katledilmesi, suçluların cezalandırılmaması, adaletsizliğin yaygınlaşması, bütün bunlar olurken insanların hayatın normal akışı buymuş gibi davranması da epey fantastik görünüyor. Hepsinin aynı anda olabilmesini bir romanda okusam gerçekçi bulmam. Ama hayatta olunca, ister inan ister inanma, paşa paşa yaşıyorsun. Şimdi bahsettiğim bütün bu insanların birbirine dokunduğunu, sahiden dokunduğunu, aynı dünyadan birbirine omuz, güç vererek geçebildiğini söyleyebilir miyiz? Hayır. Ve işte bu çok acayip! Yalnızlık gibi ortak noktalarımız var ama buna rağmen maalesef yabancıyız. Yalnızlar, gezegenin en kalabalık topluluğu. Tanışmak için bir şeyler yapmalı!

Adalet nasıl biri? İyi ya da kötü, haklı ya da haksız, zayıf ya da güçlü gibi tanımlamalar yapılabilir mi hakkında? 

Sıradan biri Adalet. Hepimiz kadar zayıf, hepimiz kadar güçlü, hepimiz kadar korkak, hepimiz kadar cesur... Çağımızın vebasından mustarip, kaynağı muamma, güçlü bir suçluluk duygusu var içinde. Vicdan sahibi. Ama bu onu iyi biri yapmaya yetmiyor. Gördükleriyle müdahale etmesini sağlayacak kadar duyarlı bir iyilik değil çünkü bu önceleri. Vicdan dediğimiz, oturduğumuz yerden üzülmekten daha fazlasına yaramalı çünkü. Üzülerek değiştiremeyiz dünyayı.

BÜTÜN BU SUÇLAR İŞLENİRKEN HAYATTAYIZ

“Suçlulukla” neden bu kadar uğraştın?  

Çünkü bu hissin çağımızın vebası olduğunu düşünüyorum. En azından çalışır durumda bir kalbi olanlar için. Suçluluk duygusu ağır bir his ama fena bir his de değil aslında. Hiç değilse utanma duygusunun henüz kaybolmadığının kanıtı. Yani hâlâ umut var demek. Dünyada olup bitenler hakkında suçluluk duymuyorsak, asıl orada sorun var bence. Tamam, tek başımıza büyük bir suç işlememiş, kimsenin canını yakmamış olabiliriz ama bütün bu suçlar işlenirken hayattaydık. Bunların önüne geçmek için ne yaptık? Asıl mesele bu. Çok üzülmüş olmak yetmiyor. Olanı biteni görmezden, duymazdan gelmişsek, susarak zulme onay vermiş, tarafsız kaldığımızı sanarak güçlünün tarafını tutmuşsak, masumiyetin elbirliğiyle katledilişine iştirak etmediğimizi söyleyemeyiz. 

En başından diğer tarafa ne zaman intikal edeceğimizi bilsek gerçekten daha mutlu yaşar mıydık? Nermin sesli düşünse…

Bunu “Dokunmadan”da Adalet düşünüyor epeyce. Ben o gıcık yazar sesimle araya girmeyeyim şimdi. (Gülüyor)

Hatasız kul olur mu? 

Olmaz. İnsan zaten yapı itibariyle sadece iyiye, güzele eğilimli bir mahluk değil. Burada mühim olan, ne kadar iyi olduğumuzdan çok, iyi olmayı ne kadar istediğimiz. 

Hayal gücünün olanaklarını tüm kitaplarının kurgusunda kullanıyorsun. Kavramlara yakıştırdığın yeni isimler, aslında olmayan senin icat ettiğin kurumlar, yer yer gerçeküstü olaylar ve kişiler... İncelikli bir akışı oluyor kitaplarının. Bu defa o kurgu dünyasından gazete haberleri marifetiyle gerçeğe direkt dokunuyorsun. Roman üslubu ve hikâyeyi kurma hali açısından bu geçişler neden daha belirgin? Neden gerçeğe daha doğrudan dokundun? 

Gerçek, yeterince dokunmadığımız için palazlanıp gittikçe daha korkutucu bir boyuta geçmişti çünkü. Gerçek, gerçek olmasına katlanamayacağımız kadar feciydi. Bunu göstermek, dokunarak yaralanmak ve böylece iyileşmek istedim sanırım. 

Bir de aslında üçüncü sayfa haberlerini ilk romanımdan beri kullanıyorum ben. Üniversitede bile bitirme tezimi üçüncü sayfa haberlerinde kadına yönelik şiddet üzerine vermiştim. Bu mevzuya kafayı takışım hiç yeni değil yani. Romanlarda gerçekle kurguyu, hakiki dünyanın bizim kurabileceklerimizden çok daha absürt olduğunu gösterecek şekilde birleştirmeyi seviyorum. Gazetelerde görmeye alıştığımız kimi haberlerin esasen ne kadar feci, korkunç, alışılamaz olduğunu anlamak için onları bazen başka bir bağlamda, mesela bir romanın sayfalarında görmemiz gerekebiliyor. Edebiyat bazen de böyle hayatın saçmalığını ortaya koymaya da yarıyor.  

Sen de Adalet gibi özellikle kadın, savaş, iş cinayeti haberlerinin kupürlerini toplamış gibisin. Bu gerçeklere “dokunmadan” yaşamak neye benzer? Sen bunu neden yapmıyorsun?

Ben bunu yapsam kendimi sevemem artık. Zaten gücüm hiçbir şeye yetmediği için yeterince mücadele ediyorum kendimle. Kişisel bir derdiniz olmaması, sizi mutlu kılmaya yetmez. Felaketler bulaşıcıdır. Başkalarının felaketleri de bizim başımıza gelir aslında. Bu gerçeklere dokunmadan yaşamak, yaşamaya benzemez. Hani uyanık olduğumuzu anlamak için kendimize çimdik atarız ya. Dünyanın şu halinden canımız yanmıyorsa bir şeyler ters demektir. 

Hayatımızın o gazetelerden toparlanan o acı kupürlerine baktığımızda halimiz ancak bir drama olabilir gibi. Sen mizahını nerden yakalıyorsun? 

Mizahı karanlığa fener, bizi yıkımın altından kaldıracak inatçı güç, bir tür direniş biçimi olarak görüyorum. Hüzün yeterince dönüştürücü bir duygu değil. Bizim, çok iyi insanlar olduğumuz inancıyla bir köşede acı çekmeye değil, fark etmeye ve değiştirmeye ihtiyacımız var. 

Kapak tasarımın da çok lezzetli... Sana ne çağrıştırsın istemiştin?

Kapak tasarımı Yetkin Başarır’a ait. Sakin ama derin bir kapak olsun istemiştik. Kendimizden çıkan iplerle bağlayıp bıraktı bizi. Bence tam da halimizin özeti. 

AÇIK BİR YARA GİBİ DOLAŞIR İNSAN SEVİNCE

Aşk ve “tanış olmak”, “güvenmek” ya da “korkmak” arasında Adalet için ayrıca senin için nasıl bir bağ var? 

Yakınlık izafi bir kavram. Tanışmak da öyle. Yaklaştıkça yakınlaştığımız bir yanılgıdan ibaret. Bazen de en uzağındakilere güvenir insan. Daha risksiz olduğu için. Korkmak mesela... Sadece bilmediklerimizden değil, çok iyi bildiklerimizden de korkarız bazen. Birini sevmek, büyük yaralar almayı da kabullenmek demek. Açık bir yara gibi dolaşır insan sevince. Çünkü merhamet ihtiva etmiyor günümüzde sevmekten anlaşılan şey. Aşka gelince, en çok istenenle en çok korkulanın aynı duygu olabileceğinin kanıtı gibi o. Tutkuya merhamet eşlik etmiyor çünkü orada. Baksana Ayşen, ne çok merhamet dedim! En çok tekrarladığım sözcüğün merhamet olması, en az sahip olduğumuz şeyin o olmasından kaynaklanıyor. 

 

KADINLAR DÜNYAYI DURDURMAYA DA YENİDEN DÖNDÜRMEYE DE MUKTEDİR

“Yalnızlık” bir çağ yangını gibi. Ama kadınlar özelinde konuşursak biraz yalnızlık, biraz sevgisizlik bazen anneden miras gibi, bazen de talih. “Ben sana sevmesini öğretemedim” ile kahreden kadınlar, direksiyonu nasıl kırabilir başka? Talihi ya da mirası nasıl reddebilir? 

“Dokunmadan”da Adalet’in annesi, kendi babasına bir soru soruyor: “Baba beni neden sevmedin?”

Kadim bir sorudur bu. Kutsal metinlerden beri biliriz. Hem kadınların hem de erkeklerin, babalarına, analarına, sevgililerine, çocuklarına ve en nihayet dünyaya sorduğu sorudur bu. Cevabı da yine kişinin kendinde gizli biraz. Biz kimi ne kadar ve nasıl sevdik? Sevmekten ne anladık? 

Yalnızlığın zıttı kalabalık değil ki. Talihi ve mirası reddetmeye lüzum yok. Onlara bel bağlamamak yeterli. Duvara toslamak için arabaya binilmez. Bile bile lades demek icap eden zamanlar da olur hayatta ama koca bir hayat lades kemiğine indirgenemez. Velhasıl başka türlü bir ilişkiler ve anlamlar bütünü aramak gerek bence. Çünkü verili olan, eşitlik ve merhamet bakımından çokça hırpalanmış durumda. Ben, kadınların dünyayı durdurmaya da, sonra yeniden döndürmeye de muktedir olduğunu biliyorum. Eminim yani bundan. 

MEMLEKET UZAKLAŞILABİLEN BİR YER DEĞİL

Barcelona’da yaşıyorsun. Türkiye gündemine bu yakın durman neden?

Memleket uzaklaşılabilen bir yer değil. Nereye gidersen git, içinde taşıyorsun. Bir kaplumbağanın kabuğunu taşıyışı gibi taşıyorsun. Korunaklı bir ev, yuva niyetine. Ama bazen seni korumuyor, yaralıyor aksine. Gene de uzak durmak ne mümkün. İnsan kendinden ne kadar uzak durabilir ki?

Fotoğraf: Ali Altuntaş

ÖNCEKİ HABER

Ömrümüz sular gibi…

SONRAKİ HABER

Aynur’dan kadınlara selam var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...