06 Ocak 2017 01:20

Necmiye Alpay: Toplum, ‘barış açısını’ oluşturmalı

Cansu Pişkin, 121 gün sonra tahliye olan Dilci Necmiye Alpay ile görüştü.

Paylaş

Cansu PİŞKİN
İstanbul

Özgür Gündem Yayın Danışma Kurulu Üyesi Yazar ve Dilci Necmiye Alpay ile söyleştik. 121 gün kaldığı Bakırköy Cezaevindeki OHAL şartlarını anlatan Alpay, gazetemize yaptığı değerlendirmede cezaevi önünde başlatılan nöbetin kendileri için koruma kalkanı olduğunu söyledi. “Biz Özgür Gündem’in barış diyen ucuna destek verdik” diyen Alpay, toplum olarak barış açımızı değiştirmemiz gerektiğine vurgu yaptı.

Önce cezaevi günleri ile başlayalım. 121 gün nasıl geçti, cezaevi şartları nasıldı?
Bakırköy Cezaevindeki şartlar daha çok bir tehdit düzeyinde, “Sizi Silivri’ye ya da Kandıra’ya göndeririz” şeklindeydi. Bunlar, Demokles’in kılıcı Bakırköy’de. Koşullar özellikle kötü değildi ama kötüye doğru gidiyordu. Haklar OHAL bahanesiyle sınırlanıyordu. Görüş haklarından tutun da kitap haklarına kadar. Örneğin, önceden sınırsız olan kitap sayısı kişi başına 15 kitapla sınırlanmıştı. Görüşçülerde de sınır vardı, yalnızca birinci derece akrabalarınız ziyaretinize gelebiliyordu. Akraban olmayan 3 kişiyle görüşme hakkın engelleniyordu. Avukat görüşünde tutuklular için bir sınırlama yoktu. Ancak “FETÖ” davasından tutuklu çok sayıda kadın vardı ve avukat görüş koşulları kabul edilir gibi değildi. Avukatla görüş yapılan kabinlerde 2 adet kamera ve ses kayıt cihazının yanı sıra avukatınızla konuşurken bir de görevli bulunuyor başınızda. Bu koşullar savunma hakkının sıfırlanması anlamına geliyor. ‘FETÖ’nün silahlı ucunun yaptığı şey kabul edilir gibi değil. Ama hukuk hukuktur, tutuklu tutukludur, insan hakkı insan hakkıdır.

HAYATINIZ BALTAYLA KESİLMİŞ GİBİ...

Kasım ayında yapılan tutukluluk incelemesinde tahliye edildiğiniz yönünde haberler çıktı. Fakat sonra anlaşıldı ki mahkeme yalnızca, “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” suçundan tahliyenizi istemiş. Bu haberin koğuşa yansıması nasıl oldu?
Tahliye haberimizi televizyondan öğrenmiş arkadaşlar. Ben o esnada avukat görüşündeydim. Döndüğümde çok şaşırdım koğuş pırıl pırıl parlıyor ve mutlu sesler çıkıyordu. Görüşüme gelen avukatın da tahliyeden haberi yoktu. Sevindik tabi, veda konuşmalarını bile yaptık. Ama saatler geçti ve bizi almadılar. Sonra yine televizyondan tahliye olmadığımızı öğrendik. 3 ayrı iddia ile suçlanıyoruz. Meğer mahkeme, ağırlaştırılmış müebbet istenen maddeden tahliyemizi isterken diğer 2 maddeden yargılanmamıza devam edilmesine karar vermiş. Asap bozucuydu doğrusu. Ben buna hayatınızın baltayla kesilmesi diyorum, çünkü hakikaten birbirinden çok ayrı iki hayat. Birinden ötekine hiç beklemediğiniz bir anda geçiyorsunuz. Hiç beklemediğimiz bir haberdi üstelik. Dolayısıyla sarsıcı bir şey tabii ki. Ama sonuç olarak tutuklusunuz ve her şeye alışıyorsunuz. O zaman Ahmet Altan’a üzülmüştük çünkü onu bıraktılar, bir gece evinde yattıktan sonra tekrar tutukladılar. Biz hiç değilse koğuşumuzdan bile hiç çıkmadık.

‘CEZAEVİ ÖNÜNDEKİ NÖBET KORUMA KALKANI OLDU’

Bakırköy Cezaevi önünde Aslı Erdoğan ve sizin için ‘Özgürlük Nöbeti’ başlatılmıştı. Bu nöbetin içeriye yansıması nasıldı?
İnanılmaz bir moraldi hem koğuş için hem de bizim için. Bir çeşit burukluk oluyordu. Bana sorarsanız oradaki hiçbir insan içeride kalmayı hak eden insanlar değil. Koğuş ise hem burukluk hissediyordu hem memnun oluyordu. Çünkü her nöbette mutlaka bir avukat geliyordu bizi görmeye ve hem dışarıdan haber getiriyordu, hem notlarımızı alıyorlardı, hem de koğuştaki durumu izliyorlardı. Mesela 3 arkadaşımızı Kandıra’ya sürgün etmiştiler. Onu nöbet sayesinde bildirebildik ve bunun gibi bir çeşit koruma kalkanı oldu nöbet. Bizim şahsımızı çok aşan bir şeydi nöbetler, onun da farkındaydık. Daha demokratik talepler çerçevesinde dönüyordu, sadece bizim tahliyemizle olacak bir şey değildi. Hatta bir defasında bizim adımızı hiç geçirmeyen pankartlar taşıdılar ve en mutlu günüm oydu. “Kadın tutsaklara özgürlük” pankartı bütün nöbetlerde benim gönlümü en çok fetheden pankart oldu.

‘DİKTATÖRLÜK SURİYE’YE BENZEMEK DEMEK’

İçinden geçtiğimiz dönemi önceki baskı dönemleri ile kıyaslayacak olursak ne değişti?
12 Mart ve 12 Eylül’e göre temel haklar ve özgürlükler dediğimiz meselede daha yüksek bir bilinç ve talep var. Daha önceki çağlarda toplumun içinde herkes uçlarda duruyordu. Ya devrimciydiniz ve devrimle her şeyi bir anda düzelteceğinize inanıyordunuz. Birisi temel haklar ve özgürlükler, demokrasi, barış dediği vakit ‘Küçük işlerle uğraşıyorsunuz’ diye küçümserdik. Toplumun diğer kesimi ise zaten ya hiç ilgilenmiyordu. Çoğu bilincinde değil veyahut korkuyor, ne olup bittiğini bilmiyor. Toplum böyle iki uçta toplanıyordu. Şimdi sanki yavaş yavaş toplumun çok daha büyük bir kesimi bu temel hak ve özgürlükler meselesinin hayati önemde olduğunu kavradı. Şu an bizim için en büyük devrim demokratik bilincin daha elle tutulur hale gelmesi ve somutlaşması. Sen ister sosyalizmi kur, ister kapitalizmde devam et ama mutlaka bir temel hak ve özgürlükler ve demokratik ilkeler lazım topluma. Bundan daha aşağısı tipik bir diktatörlük. Mesela Berlusconi’ye de İtalya’da diktatör diyorlardı ama orası Suriye olmadı, olmayacaktı. Ama bizim gibi ülkelerde diktatörlük Suriye’ye benzemek, Irak’a benzemek yani parçalanmak yani iç savaş anlamına geliyor. IŞİD’in neler söylediğini ve neler yaptığını biliyorsunuz. Benzer biçimde bence silahlı Kürt hareketi de bu son TAK eylemleriyle hiçbir şekilde hoş görülemeyecek bir yola girmiş oldu. Umarım derhal nokta koyarlar.

‘KİTABIN TEHLİKELİ OLDUĞU FİKRİNİ YERLEŞTİRİYORLAR’

Özgür Gündem davası duruşmalarında mahkemeden “Kitaplar ele geçirildi” ifadesinin kullanılmamasını talep ettiniz. Bu talebin temeli neydi?
1
2 Mart – 12 Eylül askeri darbe dönemlerinde televizyonda ve gazetelerde suç aletlerinin fotoğrafları yayımlanırdı. Suç aletleri masanın üzerine dizilmiş silahlar, tüfekler, tabancalar, mermiler, bombalar… Aynı fotoğrafta bunların arkasında bazen de önünde kitaplar dizilirdi. Suç aletlerinin arasında kitaplar… Bu görüntü insanları kitaptan korkutuyor. Bilincinde veya bilinç dışında “Kitap tehlikeli bir şeydir” etkisi yaratıyor. Kimin kitabı olursa olsun, bunlar kitaptır ve bunlara karşı kafamızı çalıştırmamız lazım, onları yasaklamak değil. Ve o ifadeyi kullandığınız sürece siz 12 Eylül faşizm döneminin yaptığı şeyi yapıyorsunuz. Yani insanların bilinçaltına veya bilincine subliminal olarak ‘Kitabın silah kadar tehlikeli olduğu’ fikrini yerleştiriyorsunuz.

‘BARIŞ VE ÇÖZÜMDEN BAŞKA YOLUMUZ YOK’

Çözüm süreci henüz devam ederken  birçok isimle bir araya gelerek “Barış Açısını Savunmak” adlı rehber kitap çıkarmıştınız. Süreç sonlanmış, baskı ortamı artmışken barış açımızı nasıl savunabiliriz?
‘Barış Açısını Savunmak’ kitabını, insanların elinde bir başvuru kaynağı olsun diye hazırladık. Başka ülkelerde nasıl oldu, bizde nasıl olabilir, başka ülkelerin deneyimlerinden nasıl yararlanabiliriz gibi... Kitabın ön sözünü ben yazmıştım ve şunu söylemiştim, ‘Türkiye çözüme mecbur, başka bir yolu yok’. Kürtlerden ayrı yaşayamayız çünkü Kürtler ve diğer bütün halklarla beraber iç içeyiz. Hepimizin ortak bir ülkesi var. Biz tek toplumuz. Ortak bir tarihimiz var, ortak geleceğimiz de olabilir. Ne var ki Kürtler üzerinde inanılmaz bir zulüm var. Cumhuriyetin tekçi politikalarının yanlışlığı ortaya fazlasıyla çıktı. Onun üzerinden yeni bir değerlendirme ve yeni bir kuruluşa gitmemiz lazım. Barış ve çözüm politikası uygulamaktan başka çaremiz yok. Dolayısıyla yeniden başlatmak zorundalar ve tabii işin pek çok boyutu var. Devletin elinde silah var, bir de örgütün elinde silah var. Bunların oturup konuşması lazım. Silah işini onların çözmesi lazım. Sivil kesim yani vatandaş da, birbirimizi anlama ve birbirinin haklarına sahip çıkma, saygı gösterme ile kendimizi eğitmek zorundayız.

‘BİR GAZETEYE NEREYE KADAR SİLAHLI ÖRGÜT MUAMELESİ YAPACAKLAR’

Özgür Gündem’de Danışma Kurulu üyesi olduğunuz için tutuklandınız. Bu algı gazeteyle dayanışma gösteren herkesi “terörist” ilan etti...
İddianameyi okuduğum vakit şunu gördüm savcı gazeteye bakınca orada bir silahlı örgüt görüyor. Bense ve muhtemelen diğer Danışma Kurulu üyeleri de oraya bakınca bir gazete görüyoruz. Silahlı örgütün bazı fikirlerini bir gazete yayınlıyor olabilir. Ama sonuç olarak bu bir gazetedir ve orada çok çeşitli insanlar var. Mesela ben dil konusunda yazan Zana Farqini’yi ilgiyle izlemişimdir hep. Barış açısından yazan birçok insan vardı. Hatta tutun ki silahlı örgüte yakın bir gazete, orada barış açısını savunan yazarların yazmasından başka daha iyi ne düşünülebilir? Sizin aracılığınızla şunu söylemek istiyorum. Karar gazetesinde Hakan Albayrak diye bir yazar, benim ve Aslı’nın yargılanmasına karşı çıkıyor ve beraatımızı istiyor. Ama öte yandan, “Hem şiddete karşıyız diyorsunuz hem de şiddeti savunan bir gazetenin danışma kurulundasınız” diyor ve etik açıdan yargılanabileceğimizi söylüyor. Etik açıdan acaba nereye kadar bir gazeteye silahlı örgüt muamelesi yapmaya devam edecekler diye sormak istiyorum. Hakan Albayrak acaba bir barış açısından baktı mı hiçbir gazeteye ve bakarsa acaba ne düşünüyor? Mesela barış diye konuşuyoruz ya bunun ayrılmaz bir parçası da gazetedeki barış ucunu tutmak. Siz hiç IŞİD’in barış diyebilecek bir ucunu görüyor musunuz mesele bu. Özgür Gündem’in barış diyen bir ucu her zaman olmuştur. Biz bu uca destek vermek istedik.

ÖNCEKİ HABER

Göğe bakma durağı: Durma Sovyetler'e bakalım

SONRAKİ HABER

'OHAL’de referandumun meşruluğu son derece zayıf olur'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...