17 Temmuz 2016 04:24

‘Daha önce hayvandık, şimdi insanız!’

Erdoğan’ın vatandaşlık açıklamasıyla birlikte göçmen karşıtı ırkçılık iyice arsızlaşıp ayyuka çıktı.

Paylaş

Foti BENLİSOY

“Bir dal sigara yüzünden kardeşimizi bıçaklayarak hastanelik eden sözde delikanlı ama ülkelerini bırakıp kaçıp gelen Suriyelilerden intikam alma vakti. Arkadaşlarınızı davet edin ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi 5 bin kişiyle girsek yakar çıkarız” diye yazıyor biri. Diğeri de “Cumartesi günü adres belli, gelmeyen bizden değildir” diye cevap veriyor. Ankara’da Suriyeli mültecilerin yoğun olarak yaşadığı Önder Mahallesi’ne dönük tehdit mesajları bunlar. “Suriyelilerden intikam alma vakti” ifadelerinin yer aldığı mesajda buluşma yeri verilerek mahallenin yakılması çağrısı yapılıyor, başka bir mesajda ise Suriyelilerin dükkânları hedef gösterilerek gelenlerin “emanet”lerini yanlarında getirmesi tavsiye ediliyor (Bkz. “Suriyelilere linç planı”, Agos, 15.07.2016).

Erdoğan’ın vatandaşlık açıklamasıyla birlikte uzun zamandır büyük siyaset sahnesinin haricinde sessiz sedasız serpilen göçmen karşıtı ırkçılık iyice arsızlaşıp ayyuka çıktı. Neyse ki son günlerde Suriyelilere dönük hayli pervasızlaşan bu ırkçı reaksiyona karşı özellikle sol cenahta çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. İyi de oldu. Zira siyasal yelpazenin neredeyse bütününe (hatta kısmen sola) şu ya da bu ölçüde sirayet etmiş olan göçmen karşıtı ırkçılık öyle tali bir siyasal sorun değil. Irkçı tepkilerin ürkütücü bir hızla genişleyen boyutları, açık bir karşı duruşu, daha etkin mücadele yöntemlerini gerektiriyor.

Ancak ırkçılığı yeren bu yazı ve açıklamaların çoğunda ciddi bir eksiklik hemen dikkat çekiyor. Irkçılığı ne kadar gür sesle kınasa da göçmen karşıtı tırmanışa karşı uyarı niteliğindeki bu yazı ve beyanların büyük bir bölümünde Suriyeliler basitçe bir mazlum ve mağdurlar topluluğu olarak resmediliyor. Kendi istem ve iradeleri olmayan zavallılar olarak… Yani daha geçen sene epik boyutlardaki yürüyüşleriyle Schengen sistemini hallaç pamuğu gibi atıp AB’nin “Avrupa Kalesi” siyasetini krize sürükleyen, Avrupa’da büyük bir dayanışma hareketini kışkırtan mülteciler, siyasal/sosyal çıkar ve talepleri olan etkin siyasal özneler olarak görülmüyor. Görülmeyince, yani fail sayılmayınca mülteciler, içerisinde bulundukları gerçekten vahim koşullar nedeniyle, acınacak, en iyi durumda yardım edilecek insanlar olarak tasvir ediliyor. Böylece de söz konusu yazı ve yorumlarda ister istemez paternalist, hatta hayırsever bir eda peyda oluyor. En iyi durumda mazlumu mazlumun karşısına koyan ırkçılık soyut ve ahlaki düzlemde kınanmış oluyor.

Oysa ırkçılığın her şeyden önce “ayıp” olduğuna dair bu ahlaki kınama onunla mücadelede kuşkusuz gerekli olsa da tek başına yeterli sayılamaz. Çünkü Nazizm gibi ne olduğunu gizleme gereği duymayan örnekleri hariç tutarsak ırkçılık hiçbir zaman kendini “açık ederek” örgütlenmez. “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” der ama “ırkçıyım” demez, hatta ırkçı olduğunu reddeder. Irkçılık, “yaşasın ırkçılık” türü sloganlarla değil de “Suriyeliler işimizi çalıyor”, “Suriyeliler suç işliyor”, “Suriyeliler IŞİD’ci”, “Suriyeliler oy veriyor”, “depremzedenin parası Suriyeliye veriliyor” türü argümanlarla meşruiyet kazanır. İşsizlik, yoksulluk gibi gerçek sorunlarla birleşir, daha doğrusu bu sorunlar karşısında güya anlamlı bir açıklama şablonu oluşturmaya başlarsa iyice tehlikeli hale gelir. O zaman bu “meşruiyet” sokağa taşar. Önce linçci saldırılar gerçekleşir, zamanla kısmi ve örgütsüz linç girişimleri yerini, en son örneğini Beyşehir’de gördüğümüz üzere, pogromvari örgütlü saldırılara bırakır. O nedenle de ırkçılığın sadece kınanması, mazlumun mazluma haksız ve yanlış bir “ahı” olarak ayıplanması, dahası öfkenin “yukarıdakilere” yöneltilmesi gerektiğinin belirtilmesi yetmez, yetmeyecektir.

Göçmen karşıtı ırkçılıkla gerçek mücadele bizzat onun hedefi olanların örgütlenmesiyle, direnmesiyle ve o direnişlerin daha geniş kesimlerle dayanışma içerisinde büyümesiyle verilebilir. Irkçılığa da mültecilerin siyasal iktidarca araçsallaştırılması çabalarına da karşı durabilmenin gerçek yolu, dayanışma ve birlikte mücadeleden başka bir şey değil çünkü. Bunun için mültecilerin (en iyi durumda) yardıma muhtaç zavallılar olarak değil, siyasal kapasiteleri olan ezilenler olarak görülüp kabul edilmesi elzem. Birlikte mücadelenin harcını oluşturabilecek anlamlı bir iletişim ancak böyle mümkün olabilir. Oysa Suriyelileri (ve tüm mültecileri), kendi belirlemedikleri (çok zor) koşullarda da olsa kendilerinin ve elbet bizim tarihimizi yapan failler saymayınca bu iletişim mümkün olmaktan çıkıyor. Göçmenlerle/mültecilerle ortak mücadelenin, kader birliğinin, somut dayanışmanın yollarını aramak zorlaşıyor.
Aslında kimi istisnalar dışında solun önemli bir bölümü zaten böyle bir derdi hiç yokmuş gibi davranıyor. Suriyelilerin ne isteyip ne istemediğinden bağımsız olarak onlara vatandaşlık “bahşedilip bahşedilemeyeceğine” dair uzun tartışmalara girmekte, tutum almakta bir beis görmüyor mesela. Suriyelileri siyasal iktidarın bir manipülasyon aracı (ve elbette kurbanı) sayarak herhangi bir mücadele ortaklığı arayışına girmiyor. Sol Suriye’yi çok konuşuyor belki ama Suriyelilerle konuşmaktan sanki özellikle imtina ediyor. Daha öncesini geçelim ve dürüst olalım. Şu son beş senede Suriyelilerin irade ve taleplerini dikkate almak, onlarla birlikte (ama ağabeylik-ablalık taslamadan) açık sınırlar için, mültecilik statüsünün tanınması için, sağlığa, eğitime erişim için, eşit işe eşit ücret için, sendikalı olabilmek için, isteyenler için vatandaş olabilmek için birlikte mücadele etmek yolunda gerçekten ne yapıldı ki?
Göçmenlik meselesi bir hümanizm, hayırseverlik ya da siyaseten doğruculuk konusundan ibaret değil asla. Uzmanlık ne kadar önemli olsa da mültecilerle dayanışma da asla uzmanlara, STK’lara devredilemeyecek ehemmiyette bir siyasal mesele. Göçmenlik artık mevsimlik tarım işçiliği ve kot kumlamadan madenlere ve ev içi bakım hizmetlerine, göçmenlerin işçi sınıfının artık bir parçası olduğu Türkiye’de de bir “emekçi ve ezilenlerin birliği” meselesi. İnşaatlarda çalışan Suriyelilerin ya da Islahiye’de biber tarlalarında çalıştırılan Suriyeli çocukların hak ve hukukunun müdafaası da sınıf politikasının vazgeçilmez bir gereği. Bu gerekliliği perdelemeye dönük her girişimin, mültecileri/göçmenleri bu toprakların ve dolayısıyla mücadelemizin asli bir parçası saymayan her kibirli (ve neticede şoven) tutumun bütün toplumsal muhalefet için ciddi sorunlar yaratması kaçınılmaz.

1922 yılının Eylül ayında Çin’de, Hunan eyaletindeki Anyuan maden işçileri, madenlerde Dickens romanlarında tasvir edilenlerden de beter koşullara karşı greve çıkarlar. Madencilere grevin örgütlenmesinde yardımcı olanlar arasında Mao adlı genç bir devrimci de vardır. Madenciler madenlerin girişine kalaslarla barikat kurar ve barikatların üzerine şu satırların yazılı olduğu bir bayrak diker: “Daha önce hayvandık, şimdi insanız!” Bugünden bakıldığında haklı olarak “türcü” sayılacak bu slogan, madencilerin “insanlaşma”, yani kendi eylemleriyle kendi kaderlerine egemen olma mücadelesinin bir simgesi olur. Çağımızın “yeryüzünün lanetlileri” olan mülteciler/göçmenler, Anyuan’daki yoldaşlarıyla aynı mücadeleyi yürütüyorlar aslında. Onların failliklerini yok saymak bir yana, onların harcanabilir bedenler olmaktan çıkıp “insan” olmak için verdikleri, verecekleri mücadeleye omuzdaş olabilmemiz gerekiyor. Mültecileri sadece kurbanlar değil, Arendt’in 1943’te, bir başka devasa demografik alt üst oluşun ortasında yazdığı gibi, “öncüler” olarak görebilmemiz gerekiyor.  

Irkçılığı hasbelkader gündeme geldi diye bugün kınayıp yarın her şey aynıymışçasına devam edip gidemeyiz.

Göçmenlerle/mültecilerle omuz omuza mücadele etmenin, onlarla aynı dili konuşabilmenin yollarını bulmak, yaratmak durumundayız. “Yeryüzünün lanetlileri” ile aynı safta olmayacaksak, göçü ve göçmenliği tıpkı “düzen partisi” misali güvenlik perspektifinden ve bir risk faktörü olarak görüp tartışacaksak solun, “devrimci” sıfatının ne anlamı var ki?

ÖNCEKİ HABER

Hayata sahip çıkalım ya da havuzun tıpasını çekelim!

SONRAKİ HABER

İsyana meyilli kederli şiirler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...