08 Kasım 2015 07:38

Met Üst: Her şeyi devletten, bir de mizahtan beklemeyelim!

Paylaş

Devrim ACAROĞLU 

Her şey mizahın konusu olabildiğine göre her konu mizahçıyla konuşulabilir oluyor sanırım. Met Üst’ten bahsediyorsak hele, beklentinizi ufak tutmak ahmaklık olur. Kitap Fuarı’nın bu seneki konusu mizah olunca lafın ve çizginin büyük ustasının yanında aldık soluğu. Mizahtır, gençliktir, yaşlılıktır, Aşktır, Gezi’dir derken TÜYAP’a da geldi laf. 

TÜYAP demiş ki: “Mizah; hayata gülümseyerek bakmak.” Öyle midir hakikaten? 
Mizah hiç de öyle değildir. Gülümsemek çünkü o kadar basit değildir. Gülümsemek hele, bakmak hiç değildir. Bakan değil, gören insan güler. Bunlar çok klişe laflar tabii. Felsefe; hayata düşünerek bakmaktır ya da tiyatro, insana, insanı, insanla falan. Mizah için böyle klişe laflar vardır ama: “Güldürürken düşündürtmek” gibi mesela. Düşünmeden gülemezsin ki! Düşündüğün, karşılaştırdığın, kıyasladığın, mevzuyu çaktığın için gülüyorsun. Bunlar klişe laflar ama klişeleri seviyoruz maalesef. 

Bugüne kadar hiç gülümsemek için mizah dergisi okumadım sanırım... 
Şart değil zaten gülümsemen. Bir dergide bazen sadece tek bir karikatüre gülersin. Özellikle gülmek için almazsın. Mizah çok daha başka şeyler verir okuruna. Bir düşünüş biçimi, bir bakış açısı, bir tespit, bir saptama, kanka muhabbeti... Kahkaha ile güldüğün üç dört karikatür olur bir dergide, o da çok zorlarsan. Hayat nasılsa mizah dergileri de öyledir. Hayat sıkışmışsa, mizah da sıkışmıştır. Çünkü bu dergilerin yazar çizerleri de bu ülkede yaşıyorlar. Baskı dönemlerinde mizah patlar derler ama o dönemlerde sadece mizah patlamaz. Muhalif olan her şey patlar. Gazeteler, tiyatro, sinema, edebiyat, tüm kültür sanat, hepsi patlar. Şu dönem ama çok enteresan. Sadece mizahın patlaması bekleniyor. Bütün muhalefeti mizah dergileri yapsın gibi bir algı var. Böyle bir şey yapamaz mizah. Parti, sendika, medya, herkes görevini yapacak ki mizah da rahatlasın. Her şeyi devletten, bir de mizahtan beklemeyelim! Bir de genç işi mizah. Futbolculuk, mankenlik gibi. Beynin hep genç kalması gerekiyor. Ülkemizde bir vakitten sonra mizahçıların çoğu cozutuyor. Kadın mizahçılar başka ama. Onlar Allah’tan bu kadar pervasız değiller. Erkek mizahçılar çok huysuz ve rahatsız oluyorlar. Tonton, mutlu ihtiyar bir mizahçı kalmak zor. Çünkü mizah, bu ülkenin gündelik siyasetiyle çok içli dışlı. Dünyaya baktığımız zaman komedyenler, mizahçılar, sevimli ve rahat insanlar. Diyeceklerini espri süzgecinden geçirerek söylüyorlar. Çünkü mizah en çok felsefe ve şiire yakın bir sanat. Yani diyeceklerini süzmek, rafine etmek gerekiyor. Ama sürekli kendisini tekrar eden bu ülke, mizahçısını da hasta ediyor. 

Erken emekli oluyor zaten di mi mizahçılar? Cayır cayır gençler geliyor alttan ve hemen out oluyor eskisi. Pozisyonu bozuluyor ve yeni bir pozisyon kuramıyor mu yaşına başına uygun? 
Kendi adıma söyleyeyim. Futbola çok benziyor mizah dergileri. Genç biri geldiği zaman ben de coşuyorum. ‘Ha, evet yaa, eskiden biz de böyle yapıyorduk, bir röveşata da ben atayım’ diyorum. Benim halimi görüp genç de coşuyor. Onun efsane takımında yer almışım, efsane yazar çizeriyim mesela. Başlıyoruz karşılıklı coşarak, oynamaya. Ama genci kıskanırsan, onun ayağını kırmaya çalışırsan, zaten bitmişsin sen, mizah da her şey de biter. Ben hep gençlerin enerjisiyle eski günlere dönmeye ve hep paslaşmaya çalıştım. Otuz beş yıldır hep ilk beş yazar çizer içinde yer alıyorsam, hep böyle yaptığım içindir. 
Onların getirdiği dille kendimi yeniledim, bildiklerimi de onlara gösterdim. Sadece usta çırağa öğretmez, çırak da ustaya çok şeyler gösterir.

BİR YAŞTAN SONRA ROMATİZMA AŞKTAN DAHA ÖNEMLİ OLUYOR! 

Bir de mesela, yirmi yaşında bir okursun, yaşıtın bir mizahçıya bayılıyorsun. Sonra kırk yaşına geliyorsun ve artık yaşıtın mizahçıya değil yine yirmi yaşındakilere gülüyorsun. Bu haksızlık değil mi? 
Lokanta da öyle. Bunamış aşçının yemeğini yemiyorsun. Bu işlerin de bir, müşteri daima haklıdır tarafı var. Sen haklısın yani. “Hacı kırk yaşın karikatürü böyle olur” deyip yaşının karikatürünü çizse belki sen ona yine gülersin ama kırk yaşında ve yirmi yaşındaymış gibi çizince, acıklı oluyor. Yine kendimden örnek vereyim. Pazar Sevişgenleri’nde ilk çizdiğim şeyler şimdi gülünmeyecek şeyler, çok saçma sapan geliyor. Bir yaştan sonra aşk, romatizma kadar önemli değilmiş gibi geliyor. Gençlik işiymiş aşk. Çılgınlar gibi aşık olmak üzerine yazıp çizmiyorum sonuçta. Zaten dönem de o değil artık. Çok korunaklı, çok mantıklı, aşkların ilişkilerin zamanı şimdi. Dağ delmek, çöl aşmak, yok artık. Aşk iki kişiyi ilgilendiren, o iki kişiyle yeniden tanımlanan bir şey. Bir de her aşkta bir gizli özne var. Mesela Leyla ile Mecnun aşkında gizli özne: Çöl. Üçü olunca aşk oluyor. Şimdi gizli özne İKEA! Ya da şimdi özne yok ki, gizlisi saklısı olsun. İnternet, cep telefonu nedeniyle her şey çok hızlı ve ulu orta yaşanıyor. Yine de büyük konuşmamak lazım. Aşk, aşar hepimizi. 

METAFORLAR ACİZ KALIYOR 

Büyük konuşmamak lazım deyince Gezi geldi aklıma ister istemez. Gezi zamanı da seninle röportaj yapmak istemiştim ama olmadı. Madem bu daha başlangıç dedi çocuklar, sorum baki.... Gezi’de mizah yüklü bir bomba patladı ya. O bomba nasıl, niçin, ne zaman doldu? Kimse fark etmeden üstelik... 
Biz farkındaydık. Dergiye karikatür getiren amatörlerden dahi anlaşılıyordu. Akacak mecra aranıyordu. İktidar o günlerde her şeyi yaptı. Her kesimi çıldırttı. Herkesin her şeyine karıştı. Herkesin öpüşmesine, sigara içmesine, oturup kalkmasına... Millete babası gibi davrandı. 

Babası günün sonunda kafasını okşar üstelik... 
Evet, okşamadı. Bir haysiyet ve “Aha taa burama geldi” hareketi oldu. Sinirleri bozuldu çocukların. Biz dergilerde sabahlarken olur. İyi anlamda diyorum, bu sinir bozukluğunu. Gece ikiye kadar mantıklı espriler üretirsin. İkiden sonra sinirlerin bozulur, leb dense gülersin. 

Daha iyi espri mi çıkar sinirler bozulunca? 
Genellikle çok daha iyi espri çıkar. Bilinçaltı kalmaz, baskı kalmaz, ket vurulmaz. Saçmalarsın ve gülersin. Mesela Gezi’nin fiziki bir tarafı bu. Düşünsene, üzerine feci şekilde gaz geliyor, su geliyor, cop geliyor, hem kaçıyorsun, hem de arkadaşın duvara, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” yazıyor. Sen de o kadar eğleniyorsun ki cevaben “Mustafa Keser” yazıyorsun. “Çare Drogba” yazıyorsun. Bu tamamen çok iyi anlamda sinir bozukluğu. Eskiler anlayamaz bu neşeyi. En büyük muhalefet neşe üretmektir. Ne zamandır muhaliflik diye karamsarlığı çoğaltıyoruz. Eski kuşak “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” diyor, yüzündeki hiç bir kas oynamıyor. Genç çocuk “Çare Drogba” diyor, yüzündeki bütün kaslar oynuyor. O kadar içten, samimi ki. Üzerinden zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacak Gezi, bence. Bir de ne kadar üstünü örtmeye çalışırlarsa çalışsınlar, on beş yıllık iktidarları boyunca bu on beş günü hiç unutamayacaklar. Bir de şu var: Anarşist hareket, iktidar olmak istemez. Ayar verir ve geri çekilir. Ayrıca neşeli muhalefetten anlamıyorlar. Şiir okuyorsun, fıkra anlatıyorsun, halay çekiyorsun, onlar canlı bombayla geliyor. Gel futbol oynayalım diyene uçan tekme atıyorlar yani. Metaforlar bile aciz kalıyor durumu anlatmaya. 

TÜYAP NEYE, KİME, HANGİ KRİTERLERE GÖRE, ‘ONUR YAZARI’ SEÇİMİ YAPIYOR ACABA? 

Sloganının klişe olması dışında TÜYAP’ın mizahı konu etmesine ne diyorsun? Özel bir hazırlığınız var mı bununla ilgili? 
Karikatürcüler her fuarda olduğu gibi yine son hafta gidecekler fuara ve başka da hiç bir şey yapmayacaklar. TÜYAP seçim konusunda her sene çok keyfi davranıyor. Sadece mizahla ilgili değil, diğer alanlarda da böyle. TÜYAP Kitap Fuarı’nın dinamosu, lokomotifi mizah dergileridir. Gidin bakın imza günlerine. Kitap Fuarı’nda Tepebaşı’dan başlayarak, kalabalığı ve hele o genç, coşkulu kalabalığı toplayan, hep mizah dergileri olmuştur. Ama onur çizeri seçilirken niye kimse mizah dergilerine danışmıyor. Sonuçta ticari bir fuar bu. Slogan madem: ‘Mizah, hayata gülümseyerek bakmak’ ise, onur konuğu niye Cem Yılmaz veya Yiğit Özgür değil? Cem, çizer üstelik. Tan Abi’nin karikatürleri hayata gülerek değil, düşünerek bakıyor. Seçtikler slogana pek uymuyor. Ya da şunu sorayım, geçen sene kimdi: Onur yazarı, hatırlıyor musun? Ben hatırlamıyorum. Demek ki ticari de değil tercihleri. Çünkü ticari olsa hatırlardık. Deniz Kavukçuoğlu’dan rica ediyoruz, yaşayan tek bir etkinliği var insanların artık. Fuara, dağ taş aşıp kitap görmeye, yazarlarla tanışmaya geliyorlar. Karikatürcüler, mizahçılar o fuardan eksildiği zaman, fuar eski coşkusunu yitirir. GIRGIR ve sonrası Oğuz Aral başta olmak üzere hiç kimsenin onur çizeri seçilmemesi enteresan değil mi? Oğuz Aral yaşarken onur çizeri seçilmeliydi bence, mesela. Soruyorum: Onur çizerini neye, kime, hangi kriterlere göre seçiyor TÜYAP? Bu söylediklerimden Tan ağabey’in (Oral), seçilmesine itiraz ettiğim anlaşılmasın. O kendisini kanıtlamış bir sanatçı, karikatürcü zaten. Ama TÜYAP’taki herkes, muhtemelen Deniz Kavukçuoğlu da bir dönem okuru olmuştur GIRGIR dergisinin ve Oğuz Aral’ın. Ticari olarak bile bakılsa hâlâ fuara gelen o genç kalabalık, GIRGIR’ın ve Oğuz Aral’ın torunları. Vefa yoksa, neyin onur ödülü ki o?

ÖNCEKİ HABER

‘Ölü’ Charlie Hebdo ve ‘Yeni’ Charlie Hebdo

SONRAKİ HABER

Mizahın üç atlısı Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...