Anadolu kadınının şiirli tarihi
Seçtiği mitolojik hikayelerle kadının yaşamını, tarihsel süreç içinde geçirdiği değişimleri anlatan Cengiz, cumhuriyet öncesi ve sonrasında yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal olgularla etkileşim halindeki şiirlerle anlatımını sürdürüyor.
7 ayrı bölümden oluşan ‘Kadınlar İçin Söylenmiştir’de Cengiz, bölüm başlıklarını Gülten Akın’ın ‘Kadın Olanın Türküsü’, Fikret Demirağ’ın ‘Kızım Ürkek İçli Bir Kuştur’, Arif Damar’ın ‘Analar’, Süreyya Berfe’nin ‘Sevgiyle Başlarız İşimize’; Hilmi Yavuz’un ‘Doğu’nun Kadınları’, Sabahattin Yalkın’ın ‘Kör Yaşam’, Sennur Sezer’in ‘Doğuran Bir Kadına Direnç’ şiirlerinin adlarını seçmiş.
Gülsüm Cengiz, antolojisi Kadınlar İçin Söylenmiştir, İlkel komünal topluluklarda Anadolu topraklarında da kadının kutsandığını, köleci sistemde, özel mülkiyetin ve ailenin doğuşuyla durumun değiştiğini söylüyor. Pandora’nın Troya Savaşı’na neden olan Helene, Adem’i cennetten kovduran Havva kadının yaşadığı dönüşümlerden nasibini alanların içinde en ünlüleri. İÖ 4000 yıllarında ortaya çıkan Gılgamış Destanı’ndan başlayıp İS 2000 yılının sonuna dek uzanan bu tarihi inceleyen Cengiz, incelemelerini sürdürürken pek çok ilginç karşılaşma yaşar. Cengiz’in bu incelemesi tarihler boyunca kadının toplumsal yaşamdaki yerine şiir gözüyle bakan geniş bir çalışma olma niteliğini taşıyor.
‘Kadınlar İçin Söylenmiştir’de şiirli bir tarihle birlikte mitolojik, sosyal ve siyasal bir tarihi ele alıyorsunuz. Hazırlama süreci nasıl geçti?
Kadınların toplumsal yaşamdaki ikincil konumu, kadın yaşamlarının tarihsel süreç içinde geçirdikleri değişimler ve kadının kurtuluşu mücadelesi benim her zaman ilgi duyduğum bir konu oldu. Ülkemizdeki kadınların yaşadıkları gerek ‘80 öncesinde gerek ‘80 sonrasında yazdığım şiirlere doğrudan yansıdı. Ak Yazmanın Ağıdı, Kapılarda Bir Ana, Çalışan Bir Annenin Türküsü, Kamber Ateş Nasılsın?, Dokumacı Kızın Türküsü, bu duyarlıkla yazılmış şiirlerimden bazılarıdır.
Araştırma bölümünde, şiir örneklerine ve dizelere yer vermeden önce, şiirlerin yazıldığı dönemin ekonomik, toplumsal, siyasal özelliklerini de kısaca ortaya koymaya çalıştım. Çünkü kadın yaşamlarının içinde yaşadıkları toplumsal sistemden bağımsız değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Kadınlar için yazılan şiirlerin çoğunluğu, yazıldıkları dönemdeki kadınların toplumsal yaşam içindeki yerlerini ve o dönemdeki kadına bakışı neredeyse bire bir yansıtmaktadır. O nedenle, İÖ 4000 yıllarında ortaya çıkan ve ilk edebi metin olan Gılgamış Destanı’ndan başlayıp İS 2000 yılının sonuna dek yazılan şiirlerdeki kadın yaşamlarını yansıtan bu çalışmayı, Anadolu’da Kadınların 6000 yıllık Şiirli Tarihi olarak adlandırmanın çok da abartılı olmadığını düşünüyorum. Bu çalışmam sırasında Kemal Özer, Sennur Sezer, Eray Canberk ve Adnan Özyalçıner birikim ve deneylerini benimle paylaştılar.
Çalışmanın 20 yıl gibi uzun bir zamana yayılmasının birçok nedeni var. Bu süreç içinde yaptığım çalışmalar, yazdığım öteki kitaplar nedenlerden bazıları. Ancak en önemli neden; daha önce bu konuda yayınlanmış bir kaynak olmadığı için el yordamıyla yürüttüğüm bu çalışmayı olabildiğince eksiksiz tamamlama kaygısıdır. Sonunda, 2000 yılının sonuna dek ilk şiir kitabını yayınlayan şairlerin şiirleriyle sınırlandırarak çalışmamı tamamladım.
İlkel komünal topluluklarda Anadolu topraklarında da kutsandı kadın; ana tanrıça, doğa ana olarak adlandırıldı. Sonra, köleci sistemde özel mülkiyetin, ailenin ve devletin doğuşuyla durumu değişti. Önce bereket, doğurganlık, yılın döngüsü vb. özel ve olağanüstü olayları simgeleyen kadın, ataerkil sistemin doğuşuyla kötülüğün kaynağı olarak gösterilmeye başlandı. Zeus tarafından yaratılıp yeryüzüne kötülükleri getiren karakter olarak çizilen Pandora, Troya Savaşı’na neden olduğu söylenen Güzel Helene iki örnek yalnızca. Ayrıca bütün tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında Adem’in günah işlemesine ve cennetten kovulmasına neden olarak Havva gösterilir. Kadınların nasıl bir dille anlatıldığını somutlamak için pek çok örnek var. İbrani mitlerinde ilk kadın olarak anlatılan Lilith, Adem’e, onunla eşit olduğunu söyleyip bazı isteklerine karşı çıkınca, Asur dilinde dişi ifrit-rüzgar ruhu anlamına gelen Lilith sözüyle adlandırılmıştır.
Kitabınızda da görüyoruz ki kadın, yaşama etki eden her şeyden direkt etkileniyor. Siyasi gelişmeler, sosyal alanlardaki farklı durumlar ve bilhassa savaşlar... Peki, şiir bu sorunlardan nasıl etkileniyor?
Bu soruyu yanıtlamak için şiirin kaynağına bakmamız gerek. İlk yazın türü olan şiir; ilkel toplum insanının gereksinimlerini, istek ve özlemlerini ifade etmek, duygu ve düşüncelerini öteki insanlarla paylaşmak isteğinden doğmuştur. O nedenle gerçekçi ve işlevseldir. Şiirsel anlatımın başka bir türü olan destanlarsa; savaş, göç vb. olayları anlatan yazın ürünleridir. Yaşanılana tanıklık eder, bir başka deyişle yaşamın izdüşümüdür yazınsal yapıtlar… Kitabımda bu konuda pek çok örnek var. Bunlardan biri, ilkçağ şairlerinden Halikarnassoslu Herakleitos’un şiirindeki, ikiz doğumunda ölen Aretemias’ın yaşadıklarını anlatan dizelerdir. Cumhuriyet dönemi şairlerinden Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Ayşe’nin Aşkı Uşak’taki halı dokuyan kızları anlatırken, Melih Cevdet Anday’ın Gelinlik Kızın Ölümü, 2. Dünya Savaşı yıllarındaki kuraklık ve kıtlık nedeniyle yaşamını yitiren bir genç kızın ölümüne tanıklık eder. Bu, şiirin yaşamla kurduğu bağdır.
EDEBİYAT GERİDE KALANLARIN YAŞAMLARINA DA TANIKLIK EDER
Savaşın etkisi kadar yıkıcı olmasa da 1950’lerde artan göç olgusu yine kadınların yaşamını olumsuz olarak etkilemiş. Göç ve kadın olgularının şiirle buluşmasına kitabınızda yer vermişsiniz. Bu iki olgunun şiire yansımalarından biraz bahseder misiniz?
Savaşlar ya da ekonomik zorunluluklar nedeniyle yaşanan göçler de en çok kadınları vuruyor. 1950’li yıllarda topraksızlık nedeniyle büyük artış gösteren iç göç olgusu, kadınların yaşamlarını doğrudan etkilemiştir. Kırsal kesimden gelen ve vasıfsız işçi olarak nitelendirilen kadınlar, genç kızlar yaygın olarak tütün işçisi, dokuma-konfeksiyon işçisi, gündelikçi olarak çalışırlar. İşçileşen kadınların bazılarında sınıf bilinci uyanır; sendikal haklar ve siyasal haklar için mücadeleye katılanlar olur. Kadınların yaşamlarındaki bu değişimler, edebiyatın öteki dallarında olduğu gibi şiirde de karşılığını bulur. Dönemin özellikle toplumcu şairlerinin şiirlerinde kırsal kesim kadınlarının yaşamlarına tanıklıkların yanı sıra, kentlerde çeşitli işlerde çalışan emekçi kadınların yaşamları da şiire konu olur. Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, Hasan Hüseyin, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Fethi Savaşçı, Ozan Telli, Kemal Yalçın ve daha pek çok şair yazar; dilini, yaşam biçimini bilmedikleri bir ülkeye giderek orada yaşamaya çalışan işçilerin ve aile bireylerinin durumlarını anlatan şiirler, öyküler, romanlar yazarlar. Edebiyat geride kalanların yaşamlarına da tanıklık eder.
Kitabınızın 4. bölümünde ‘80 darbesi sonrasında kadın şairlerin arttığına vurgu yapıyorsunuz. ‘80 darbesi ülkenin gördüğü en şiddetli darbe olmasına rağmen bu artışın daha önce görünür olmamasını neye bağlıyorsunuz?
‘80 ŞİİR VE YAŞAM İLİŞKİSİNİ ZAYIFLATTI
Süreyya Berfe’nin ‘Sevgiyle başlarız işimize’ adlı şiirini emekçi kadınlara yazılan şiirlerden yaptığınız seçkilerin olduğu bölüme başlık olarak belirlemişsiniz. Kadın sorunları dendiğinde en çok emekçi kadınlar akla geliyor. Bugünün emek dünyasındaki kadına şiir daha çok nereden yaklaşıyor?
KÜRT KADININI ANLATAN ŞİİR SAYISI SINIRLI
Pek çok kadın sorununu ele alan antolojinizde ‘90’lı yıllarla birlikte Kürt kadını teması giriyor. Kürt kadınlarının yaşamlarının şiire yansıması konusunda ne düşünüyorsunuz?
EMEKÇİ OLAN ŞAİR-YAZAR KADINLAR BÜYÜK GÜÇLÜKLER YAŞIYOR
Kitabınızın ilk bölümünde Şair Yaşar Nezihe’den bahsediyorsunuz. Nezihe’nin kendini yazarak ifade edebilen eğitimli ve varlıklı kadınların arasına yoksul ama yazabilen bir kadın olarak girmesini anlatıyorsunuz. 20. yüzyılın başlarında yaşanan bu durum, bugünün yazın dünyasında kendini yazarak ifade edebilen varlıklı ve yoksul kadınların arasında nasıl yaşanıyor?
Bu olguyu anlayabilmek için 1980 öncesine bakmak gerekir. 1970’li yılların ikinci yarısında yükselen siyasal talepli grev, direniş ve eylemlere katılan işçilerin, öğrencilerin, öğretmenlerin arasında kadınlar da vardır. Kadınlar mücadele sürecinde bilinçlenip gelişerek sendikalarda, derneklerde örgütlenirler. İlerici Kadınlar Derneğinin çıkardığı ‘Kadınların Sesi’ gazetesi, işçi kadınların kendilerini yazarak ifade ettikleri bir yayın haline gelir. Kadınların Sesi’nde Adana’da Sasa işçisi Meryem Karakız’ın 1976’da Fabrika Köşesi adlı şiiri de yayınlanır. “insanlar gördüm/ fabrikaya terinden iplik katan” dizelerini yazan Meryem Karakız, bu şiiri yazdıktan kısa bir süre sonra faşist bir saldırı sonucu öldürülür. Yaşasaydı belki de onu günümüz şairleri arasında görebilecektik. Kim bilir…
Daha önce şiire başlayan ve susturulmuş kadın çoğunluğa ses olan şair kadınların yanı sıra 1980 sonrasında giderek artan sayıda şair kadınlar yetişir. Bunların büyük çoğunluğu 1980 öncesindeki toplumsal mücadelede etkin yer almış kadınlardır.
Dokumada, konfeksiyonda çalışan, gündeliğe giden, tütünde, pamukta, çalışan tarım işçisi kadınlar…Bu kadınların yaşam ve çalışma koşullarının nasıl olduğunu biliyoruz. Ama hemen yakın dönemden birkaç örnekle bir kez daha anımsayalım. Bursa’daki yatak fabrikasında gece vardiyasında kapı üstlerine kilitlendiği için 5 kadın işçi diri diri yandı. Urfa’da Ceylanpınar’da traktör kasalarında taşınan mevsimlik işçi kızlar, araç dereye yuvarlandığı için boğularak öldüler. İstanbul’da tekstil işçisi kadınlar, sele kapılan servis arabasının içinde boğularak yaşamlarını yitirdiler. Peki, bu kadınların yaşadıklarına şairlerin yeterince duyarlı olduklarını, şiirlerinde yer verdiklerini söyleyebilir miyiz? Bence hayır. 1980 döneminin, şiir ve yaşam ilişkisinin zayıflaması yönünden yıkıcı bir etkisi olmuştur. Özellikle 1980’den sonra yetişen şairlerin bazıları; toplumsal sorunlara dair anlatıların şiirlerini estetik açıdan zedeleyeceği kaygısını taşıyarak bu konulardan uzak durmuşlardır. Bununla ‘80 öncesi şiirini belirli bir düzeye getirmiş ustalar, ‘80 sonrasında da yürüdükleri yoldan sapmadan şiirlerini yazdılar; bugün de yazıyorlar. ‘80 sonrası şiire çıkan toplumcu gerçekçiler de, bugün şiirimizde azımsanmayacak bir birikim oluşturmuşlardır.
Yaşadığı coğrafyada geçerli olan ekonomik toplumsal koşulların kadınlar üzerindeki etkisini duyumsatan bu şiirlerde; töre, gelenek ve görenek baskılarının yanı sıra, yasaların ya da devletin baskısı altında olan kadınlar anlatılmaktadır. Dili yasaklı olduğu için yakın çevresi dışında kendisini ifade edemeyen kadınların anlatıldığı bu şiirlerde acı, ağıt ve hüzün ağır basmaktadır. Bu bölümde Kürt halk şairlerinin şiirlerinden örneklerin yanı sıra, Kürt kadınlarının yaşadığı acıları ifade eden Türk şairlerinin şiirlerine de yer verdim. Kuşkusuz benim de ulaşamadığım şairler vardır. Ancak Kürt kadınlarını anlatan şiirlerin sayısının oldukça az olduğunu düşünüyorum.
Yaşar Nezihe, benim için çok özel bir şairdir. Yoksul bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir, babası okumasına izin vermediği için gizlice okula gider. Eğitimi oldukça kısa sürer. Sosyalist dünya görüşünü benimsemesi yaşamını daha da güçleştirir. Özel yaşamında da mutlu olamaz. Üç evlilik yapar, ama eşleri onu hep düş kırıklığına uğratır. Tek çocuğunu nakış işleyerek, mektup yazarak büyütür. O dönemde hem kendisinin hem de toplumdaki öteki kadınların yaşadıklarına tanıklık eden dizeleri vardır. Benzer durumlar günümüzde de yaşanmaktadır. Varlıklı ailelerden gelen ya da kendisi varlıklı olan şair-yazar kadınların kimi kitap yazıp yayınlatmayı hobi olarak görürken, kimi kitaplarını yayınlamak için yayınevi bile kurabilmektedir. Buna karşın, emekçi ailelerden gelen ya da kendileri emekçi olan şair-yazar kadınlar; çalışmalarını büyük güçlüklerle sürdürmeye çalışıyorlar. Bir yandan başka işlerde çalışırken bir yandan da yazma uğraşını sürdürüyorlar.
Evrensel'i Takip Et