Gündem Suriye ama Suriyelileri gören yok!
Suriye bir kez daha diplomasi koridorları ile sahadaki gerçeklik arasındaki makasın uçuruma dönüştüğü günlerden geçiyor.
Diplomasi koridorları ile başlayalım önce...
Son olarak Suriye’deki geçici hükümetin Dışişleri Bakanı Esad El Şeybani neredeyse son anda duyurulan bir Moskova ziyareti yaptı. Şeybani’nin yanında savunma bakanı da vardı. Rusya Dışişleri Bakanı ile ortak basın toplantısı da yapan Şeybani Suriye’de Dürzilerin ülkenin bölünmesi için araç olarak kullanıldığını söyledi. Rusya ile ilişkilerin yasal temeller ölçüsünde devam edeceğini belirten Şeybani’nin basın toplantısında söylediklerinden Suriye-Rusya ilişkilerinin bekasına ilişkin pek bir şey öğrenemedik.
Lavrov’un “Kürtler dahil ülkedeki bütün unsurların dahil olduğu kapsayıcı hükümet olmalı” vurgusu elbette önemliydi ancak en azından basına açık kısımlarda Rusya’nın Suriye’deki azınlıklara yönelik katliamlar ve saldırılar konusunda keskin bir çıkışı olmadı şimdiye kadar. Bu arada Şeybani’nin yanına savunma bakanını da alarak Moskova’ya gidişinden hemen önce Putin ile Netanyahu’nun telefon görüşmesi yaptığını hatırlamak gerek. Yine bu yazının yazıldığı saatlerde Şeybani’nin Bakü’ye geçerek İsrail heyeti ile bir araya geleceği toplantının yapılması bekleniyordu.
Rusya’nın öncelikle Esad’ın düşüşünden önce Suriye’de edindiği nüfuzu kurtarmaya çalıştığı açık. Rusya’nın savaş gemilerinin Lazkiye ve Tartus Limanlarına dönmesi oldukça zor görünüyor ancak Lazkiye’deki Hmeymim Üssünün durumu hâlâ belirsiz. Keza Rusya’nın, Ukrayna savaşı sebebiyle Orta Doğu diplomasisindeki ağırlığı oldukça azalmıştı. Rusya da Suriye-İsrail meselesi üzerinden ağırlığını ve etkinliğini hissettirmek için yakaladığı fırsatı değerlendirmek istiyor gibi görünüyor. Bu arada Rusya’nın oldukça pragmatik politikalar yürüttüğünü geçtiğimiz yıllarda sadece Suriye sahasındaki hamlelerden biliyoruz. Bu nedenle Rusya’nın bugünlerde her ne kadar toprak bütünlüğü gibi vurgular yapıyor olsa da etnik-dini-mezhebi topluluklar üzerinden Suriye sahasındaki aktörlerden biri olmaya çalışması şaşırtıcı olmaz. Sonuçta Rusya açısından Suriye Orta Doğu’ya ve Doğu Akdeniz’e açılan kapı. Ukrayna savaşı nedeniyle kendi bölgesinde oldukça sıkışan Rusya’nın Orta Doğu’daki bütün olasılıkları fırsata çevirmeye çalışması oldukça muhtemel.
Öne çıkan ikinci ülke Azerbaycan. Bakü ile Moskova ilişkileri bir süredir limoni. Malum Bakü Rusya’nın Azerbaycan’a Sovyetler Birliği dağılmış olmasına rağmen uydu ülke muamelesi yaptığından şikayetçi. Bu nedenle Ukrayna’ya açıkça destek veren Bakü Amerika’ya ve batı dünyasına daha da yakınlaştıran adımlar atıyor. İsrail ile ilişkiler de önemli bu hamlelerde. Moskova-Tel Aviv ilişkileri yine Ukrayna savaşı döneminde zaman zaman gerilmiş ve İsrail dengeli bir politika izlemeye çalışsa da dümeni Rusya karşıtı cepheye kırdığı zamanlar da olmuştu. Bakü ise başından beri İsrail ile yakın ilişkiler yürütmüş, Ukrayna meselesinde de Rusya’ya meydan okuyan adımlar atmıştı. Rusya’nın ve Azerbaycan’ın Suriye-Rusya ilişkilerinde birbirlerinden rol çalma girişimleri Suriye sahasını nasıl etkileyecek bilinmez ancak her iki ülkenin de Suriye ile İsrail arasında yapılacak anlaşmaya damga vurmaya çalıştığı açık. Ancak Azerbaycan’ın Suriye sahasını Rusya kadar bilmediği ve sahadaki azınlıklardan Kürtlere kadar yerel unsurları ve aktörleri pek tanımadığı söylenebilir. Gerçi Bakü’nün Rusya’nın aksine Suriye sahasını da içeren bir nüfuz savaşı gibi derdi yok şimdilik.
Elbette Suriye’nin göbeğinde olduğu diplomasi trafiğinin en önemli aktörü Amerika ve giderek artan etkisiyle Fransa. Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın diplomatik üsluptan ışık yılı uzaklıkta söylemleri Suriye sahasındaki durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Amerikan cephesinden gelen açıklamalara ve adımlara bakılırsa emin olduğumuz iki nokta var;
Amerika, Suriye’deki Kürtler ve azınlıklar dahil yerel ve bölgesel aktörlere “Biz Eş Şara yönetimi ile çalışacağız. Siz de masaya oturup anlaşın, nasıl anlaşacağınız bizi ilgilendirmez” diyor. Aynı zamanda Amerika’da Trump’ın ofisi ile güvenlik bürokrasisi arasında fikir ayrılığı olduğu da emin olduğumuz ikinci nokta. Güvenlik bürokrasisi Şam’daki yönetim konusunda hâlâ oldukça temkinli ve Kürtlerin öncülüğünde kurulan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) desteklenmesi gerektiğini savunuyor. SDG’nin bağlı olduğu öz yönetim ise Amerikalıların ilgilendiği bir konu değil çünkü Amerika öz yönetimi de Kürtleri de Suriye’de siyasi değil sadece askeri müttefik olarak gördü, görüyor.
Amerikan yönetimindeki bu fikir farklılığı Fransa’nın giderek artan rolünü anlamamızı da zorlaştırıyor. Suriye’de Fransa’nın sürece dahil olması Avrupa ülkelerinin de dahil olduğu anlamına gelir. Birkaç hafta öncesine kadar Fransa’nın rolü için “Amerika Suriye sahasındaki askeri varlığını azaltıyor ve SDG ile ilgili yükünü de Fransa’ya devredecek gibi görünüyor” diyebiliyorduk. Ancak Tom Barrack’ın hem sahayı karıştıran hem de beyin yakan açıklamalarından sonra SDG’nin durumu, Amerika’nın SDG’ye desteği gibi konular belirsizleştiği için Fransa’nın rolünü de kestirmek şimdilik güç.
Biliyorsunuz geçen hafta SDG Komutanı Mazlum Abdi’nin Paris’te üst düzey görüşmeler yapacağı duyurulmuş ancak daha sonra iddialara göre Şam’ın itirazı sebebiyle bu görüşmeler iptal edilmişti. Kimisi de görüşmelerin ertelendiğini söylüyor ancak her halükarda SDG ile Fransa arasında kanallar hâlâ açık.
İsrail ise, zaten büyük bir kısmını, en önemlisi de Orta Doğu’nun seyir terası olarak bilinen Hermon/Şeyh Dağı’nı işgal etmekle kalmadı çok sayıda karakol da inşa etti. Ancak İsrail, Suriye’den Golan bölgesine dair bütün iddialarından vazgeçmesini ve Şam’ın güneyinin silahsızlandırılmasını istiyor. Elbette İsrail bu taleplerini savaş yoluyla da elde edebilir ancak İran savaşı dahil İsrail’in son 1 yıldır sergilediği aşırı agresif politikaları bölge ülkelerini oldukça ürküttü. Bu nedenle İsrail mealen masaya önce tabancasını koyup ‘Hadi konuşarak anlaşalım’ diyen bir tavırla müzakere yapıyor.
Suriye sahasında Türkiye, Suudi Arabistan, Çin gibi bir çok ülke var ve her birinin hamleleri de gidişatı doğrudan etkiliyor.
Ancak diplomasi koridorlarında bunlar olurken sahadaki tek gerçeklik milyonlarca insanı saran ve giderek derinleşen can korkusu, kadim toplulukların yok olma ile karşı karşıya kalışı, azınlıkların her an katliam riski ile yaşaması...
Alevilerden sonra Dürziler ve şimdi de SDG’nin kendisi ve kontrol ettiği bölgeler Şam’ın hedefinde. Arap aşiretlerinin Dürzi kenti Süveyda’ya saldırılarının ardından yönlerini SDG bölgelerine çevirmeleri ve yaptıkları açıklamalar can korkusu tedirginliğini iyice derinleştiriyor. Bizzat SDG içindeki savaşçılar ‘Silah bırakırsak bizi, ailemizi, evimizi, köyümüzü kim, nasıl koruyacak’ sorgulamaları yapıyor.
Müzakere masalarında bir kere daha ana konu Suriye. Sahadaki gerçeklik dikkate bile alınmadan, Suriyelilere sorulmadan, azınlıklarla konuşulmadan, kısacası insani ve insana dair ne varsa bir kez daha umursanmadan açıklamalar yapılıyor, politikalar belirleniyor. Ancak o masalara gözünü dikmiş gidişatı, kaderinin seyrini anlamaya çalışan milyonlarca insan var.
Evrensel'i Takip Et