1 Ağustos 2025 00:01

‘Türk-Kürt-Arap İttifakı'’; Hangi Arap, hangi Türk, hangi Kürt?

Diğer tarafların (MHP, Öcalan, Dem, Kandil…) yaklaşımından bağımsız olarak, iktidarın ‘Süreç’i kendine özgü bir ‘Türk-Kürt-Arap ittifakı’na doğru yönlendirmek istediğini, böylesi bir hedefe yatırım yaptığını biliyoruz. Erdoğan bunu açıkça söyledi zaten: "Tarih sahnesine dün çıkmış bir millet değiliz. Türkler, Kürtler, Araplar ittifak yaptığımızda atlarımızın rüzgarı Çin denizine kadar serin esintiler yaydı. Unutmayın atlarımızın şahlanışından coğrafyaya huzur yayıldı. Kılıçlarımızı gerektiğinden kınından çıkarıp omuz omuza çarpıştık. Ne zaman ittifak yaptık, o zaman tarihe istikamet çizdik…”  Türkiye’yi yöneten sağcı iktidarların hemen hepsinin dilinden eksik olmadı böylesi hamasi retorikler. Dağ gibi orduları yenen bin atlı(lar), kılıç şakırtıları ve dört nala koşan at nalları altında aman dileyen cem i cümle küffar… Böyle uzayıp giden bu tiradların hiç bir zaman da karşılığı olmamıştır. Dahası, bu kuru ajitasyonun boş olduğunu bizzat dillendirenler de bilir. Ama sağcı muhafazakâr müktesebatın klasiğidir sonuçta, o siyasetin vazgeçilmez sosudur bir nevi. Bugün Erdoğan tarafından dillendirilen ‘ittifak’lı hamaset ise biraz daha farklı. Somut bir hedef gözetilerek şekillendirilmiş kısa/orta erimli bir stratejinin yolunu düzleme ihtiyacına dair oluyor ve öyle diğer örnekleri gibi sadece bir hamasi söylemden ibaret değil.

Özellikle Suriye ve Irak sahasına açılıp Türkiye’yi genişletmeyi düşleyen ‘Yeni Osmanlıcı’ çizginin argümanı oluyor bu ‘Türk-Kürt-Arap ittifakı’ diye tanımlanan tasarım. Kastedilen Kürt, Türk, Arap halklarının ortak kaderleri ya da emekçi değerleri ekseninde bir ittifak değil tabi. Emperyal heveslerle, bölgede özellikle İran’ın ve yine Rusya’nın bıraktığı hegemonik boşluğu doldurmak ve pek tabi ki içeride Erdoğan rejiminin en azından yakın geleceğini güvenceye almak… İmralı diyaloğuyla başlayan sürecin iktidar tarafından bu önceliklerle anlamlandırıldığı ortada. ‘Terör ve güvenlik’ vurgusu boşuna değil! Bölgenin istikrarı ve güvenliğinin, açılmış bu ‘terör ve güvenlik’ parantezinde nasıl da kuşatılıp tehdit altında bırakıldığını olup bitene şöyle bir bakınca anlamak mümkün. 

Kurgulanan bu ittifakın ideolojik-kültürel zeminini anlamak da zor olmasa gerek. Erdoğan iktidarının hem genetik kodlarına ve hem de Suriye’de yıllardır korunup kollanmış cihatçılara bakmak yeterli: Sünni İslam! Arap derken, ÖSO’culuktan HTŞ’ye varan, yer yer IŞİD’le de kesişebilen bir Sünni İslamcı kategorinin kastedildiğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Suriye’de HTŞ’nin katliamına uğrayan Alevilerin “Esad kalıntıları”, Dürzilerin de “İsrail işbirlikçisi bozguncular” şeklinde değerlendirilmesi boşuna değil yani. Arap Alevileri, Saray siyasetinin ittifak önerdiği ‘Arap’ bileşenine dahil edilmiyor!

Peki bölgenin seküler yaşam ve siyaset dokusuna sahip Kürtlerin, bu ‘ittifak’ denklemine yekpare dahil edilmesi mümkün müdür? Denklemi kuranla denkleme sokulmaya çalışılan unsurların siyasal genetikleri bu işin öyle kolay olmayacağını gösteriyor. Örneğin, Rojavalı kadın savaşçılarla HTŞ’nin 1400 yıl öncesinin ‘erkek’ mahlukunu(!) temsil eden cihatçısını yanyana getirip entegre edebilecek bir sihirbazlık mümkün müdür? Bu koşullarda değil. Son zamanlarda sık sık dillendirilen “YPG aymazlık yapmasın, silah bıraksın!” ültimatomları, Kürtleri yontup budayarak söz konusu denkleme uygun hale getirmenin arayışıdır. Çünkü bu haliyle, hiç bir alanda Kürtleri bu ittifak denklemine sokmanın zemini bulunmuyor.

Peki Öcalan böylesi bir ittifak kurgusuna iknâ edilebilir mi? Sünni İslam’la hiç bir ilişkisinin olmadığını ve hareketinin de siyasal İslam’la ittifaktan çok dişediş mücadeleyle geliştiği biliniyor. Kendisi ve liderliğini yaptığı harekete hakim bu çizgiyi tamamen tersine çevirmek eşyanın doğasına aykırıdır. Kadın birikimi başta olmak üzere, bu çizgiyle edinilmiş kazanım ve donanımların bir bir elden çıkmasını getirecek bir ters yüz olma halidir bu. Başka saiklerle sürecin tarafı olan Öcalan’ın, bu gerçeğin farkında olmadığını düşünmek zor. Süreçten onun murad ettiklerinin, Saray’ın yönlendirmeye çalıştığı Sünni İslam ittifakı güzergâhında nasıl karşılık bulacağı; farklı dip akıntılarının aynı nehir içinde ne kadar birlikte akabileceğini göreceğiz elbette. Ama yukarıda verdiğimiz örnekten hareketle, Rojava’nın ölümüne bir mücadelede çelikleşmiş, ayağa kalkmış, aydınlanmış kadını ile yüzlerce yıllık birikmiş nefret ve öfkesiyle onu düşman bellemiş cihatçı profili yanyana getirebilecek bir sihirbazlığın mümkün olamayacağını söylemek için geleceği beklemek de gerekmiyor. Ne Erdoğan, ne Bahçeli, ne Colani ya da bir başkasının böylesi bir ‘abra kadabra’ yeteneğinin olduğunu düşünmek zor. Herkesin hal ve gidiş karnesi ortada sonuçta ve devletluların çok sevdiği ifadeden hareketle: “Yaptıklarınız yapacaklarınızın teminatıdır!”

ABONE OL

Vedat İlbeyoğlu

‘Türk-Kürt-Arap İttifakı'’; Hangi Arap, hangi Türk, hangi Kürt?
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et