Kalın’ın Şam ziyareti, Rubio’nun felaket senaryosu!
Gündemin merkezinde Suriye ve bölgede yeni şartların yeni müttefiklik ilişkilerine göre sürekli değiştiği bir bölge var. Kısacası bölgede 2011'deki Arap Ayaklanması ile başlayan 2023'ün 7 Ekim'inde HAMAS'ın İsrail yerleşim birimlerine saldırısı ile yeni bir kulvara giren ancak İran'dan Türkiye'ye, Filistin meselesinden Kuzey Afrika'ya kadar yayılan yeni bir şekillenme süreci yaşanıyor. Türkiye'nin hem içinde olduğu hem de Türkiye'yi oldukça yakından ilgilendiren bu süreç kolay kolay ve kısa sürede belirginleşmeyecek gibi görünüyor. Bu nedenle, bu süreç içinde hangi ülke öne çıkıyorsa bölgedeki gelişmelerle birlikte okuyarak gidişatı anlamaya çalışmak gerekiyor.
Biz bu yeni sürecin şimdilik en önemli halkası olan, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinden Amerika ve Fransa gibi uluslararası güçlere kadar birçok aktörün dikkat kesildiği Suriye'ye bakalım.
Suriye'ye dair elbette Trump'ın yaptırımları kaldırdığına dair açıklaması, MİT Müsteşarı İbrahim Kalın'ın Şam ziyareti, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun açıklaması ve son olarak Türkiye-ABD Çalışma Grubu toplantısı sonuçları gibi gelişmeler oldukça önemli.
Trump'ın Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin açıklamasını geçen hafta bu köşeden aktarmıştım ve "Trump'ın açıklaması heyecan yaratsa da top artık kongrede. Kongre yaptırımları kaldırma kararı almadan ve Suriye'yi yıllardır boğan Sezar Yaptırımları'nı kaldırmaz değişen bir şey olmaz" mealinde detaylı bir yazı yazmıştım.
Bu konuya ilişkin henüz somut bir gelişme yok ancak ABD Dışişleri Bakanı Rubio'nun Suriye'de her an bir iç savaş patlayabileceğine dair açıklaması gündeme oturdu. Rubio, Suriye'deki durumun çok kırılgan olduğunu, birkaç hafta içinde bir iç savaşın patlak verebileceğini ve böylesi bir kaosun Lübnan başta olmak üzere bölgeyi etkileyeceğini söyledi.
Rubio'nun bu açıklaması Amerikan Senatosu'nun Dış İlişkiler Komisyonu'nda yaptığını gözden kaçırmamak gerek. Açıklama, tamamen Amerikan Senatosu'na ve Ahmed Eş Şara başta olmak üzere Suriye'deki geçici yönetimdeki bir çok ismi hâlâ terör listelerinde tutan FBI başta olmak üzere güvenlik birimlerine yönelik. Senatoyu yaptırımlar, güvenlik teşkilatlarını Eş Şara ve kadrosunu terör listelerinden çıkarmak konusunda ikna eder mi, henüz bilmiyoruz ancak eğer başarısız olursa Trump'ın Suudi Arabistan'daki çıkışı da Eş Şara yönetimi üzerinden kurmaya çalıştığı denge de boşa düşebilir.
Suriye'ye dair bir diğer ve Türkiye'yi birkaç açıdan ilgilendiren bir başka konu da Suriye'nin kuzeydoğusunda Kürtlerin öncülüğünde kurulan siyasi ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi yapıların bekası. Elbette Türkiye, Esad yönetimi düştüğünden beri özellikle de oldukça etkili olduğu Eş Şara'nın yönetim koltuğuna oturmasının ardından Suriye sahasının tamamında tek güç olmak istiyordu. Bu amaçla çok yoğun diplomasi de yürütüldü, ittifaklar kurulması için temaslar da gerçekleşti ancak son duruma bakılırsa Türkiye, Amerika'yı ikna edemediği gibi Suriye sahasındaki SDG gibi yapıları kabullenmeye yakın. Ayrıca Türkiye'nin Suriye sahasını İsrail ve Fransa ile de paylaşma konusunda ılımlı olduğu söylenebilir.
Türkiye-ABD Suriye Çalışma Grubu toplantısının ardından yapılan açıklamalar bu çerçevede yorumlanabilir. Toplantı sonrası yapılan ortak açıklamada ve yorumlarda bol bol Suriye'nin toprak bütünlüğü vurgusu olsa da terörle mücadele konusundaki kararlılığa dair ifadeler hâlâ belirsizliğini koruyor. Çünkü bildiğimiz kadarıyla Suriye sahasında terörist kimdir sorusunun cevabı hâlâ verilemiyor. Türkiye'nin teröristi başka Amerika'nın teröristi başta sonuçta. Ancak Dışişleri Bakanı Rubio'nun açıklamasının yanı sıra Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin yoğun çabaları göz önüne alındığında Suriye sahasındaki öncelik ılımlı Sünnilerden azınlıklara kadar halkın can güvenliğinin sağlanması ve bir iç savaş ihtimalinin bertaraf edilmesi. Bunun için Eş Şara'nın elindeki gücün çok çok yetersiz olduğu ve sahayı kontrol edebilmek için SDG iş birliği yapmasının gerekliliği açık. Ancak Amerika açısından Şam ile SDG'nin çatışmaması yetmez sahada işbirliği de yapması gerekir ki bu iş birliklerinin başarı ihtimali Türkiye'ye bağlı. Kısacası Türkiye-ABD Çalışma Grubu toplantısını doğrudan Suriye sahasına dair meselelerden çok sahada atılacak adımları etkileyen iki tarafın yani Türkiye ve ABD'nin müzakeresi olarak görmek çok da yanlış olmaz.
Tabii bütün bu gelişmeler Türkiye'nin Suriye sahasında nüfuz mücadelesinden vazgeçtiği, SDG'yi tamamen kabul ettiği hatta onayladığı anlamına gelmiyor ki, MİT Müsteşarı İbrahim Kalın'ın Şam ziyareti de bu yoğun gündem içinde gerçekleşti. Ziyaretin gündemine, neler konuşulduğuna dair teyitli bilgimiz yok ancak yine mevcut duruma ve Arap basınında yapılan yorumlara bakılırsa Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılmasının ardından acilen devletin inşası sürecine, özellikle de ordunun kurulması aşamasına geçilmesi gerekiyor. Bu süreçlerde Şam'a destek verecek derinlikte bürokrasi tecrübesi olan Türkiye dışında bölge ülkesi yok. Türkiye'nin devletin inşası ve yeni ordunun kurulması süreçlerinde SDG'nin, Suriye'deki Kürtlerin ya da Kürtlerin öncülüğünde oluşturulan yapıların önünü kesmeye çalışması, bu kesimi bürokrasi labirentlerinde eritmek gibi yöntemlere başvurması da oldukça muhtemel.
Velhasıl Suriye'de sular kolay kolay durulacak gibi değil ve Suriye'deki sürece eklemlenmiş şekilde İran'ın durumu, bölgesel bir Kürt ittifakının yükselişi, PKK'nın kendini lağvetmesi ama büyük ihtimalle kendini yeni şartlara göre revize etmesi dahil birçok gelişme de baş döndürücü hızla yaşanıyor.
Evrensel'i Takip Et