6 Nisan 2014 08:47

30 Mart Vak’ası: Vaka-i desise

Hakkı ÖZDAL

30 Mart gecesi, Türkiye’nin, açığa dökülmüş yolsuzluklarla lekeli, çok sayıda gencin canıyla sabıkalı, ‘yaşlandıkça’ despotlaşmış 12 yıllık iktidarının, sandıktan ‘iyi bir ders’ alacağını düşünenler, hayal kırıklığına uğradı. Bu hayal kırıklığında, iktidar partisi AKP’nin ve esasen de, artık AKP’den çok AKP, hükümetten çok hükümet ve devletten çok devlet haline gelmiş olan Erdoğan’ın aldığı, ‘beklentilerin üstündeki’ oy oranı kadar bir başka faktörün daha etkisi vardı: 30 Mart gecesi yapılan ve toz duman biraz kalktıktan sonra, üzerinde ‘ustalıkla’ çalışıldığı anlaşılan bir manipülasyon çalışması…

Nasıl bir manipülasyondu bu?
Seçimi ve sayımı, olabildiğince kontrolden ve disiplinden uzaklaştırmak; çok organize bir görüntü vermemek ama olabildiğince çok noktada da ‘vukuat’ çıkararak hile/yanlışlık geçişkenliğinden yararlanmak; tüm bunların ardından, ‘devlet olanakları’nı kullanarak ‘sandıkların içi’ne sayısal olarak müdahale etmek; son olarak da ortaya çıkan ‘sonucu’ çarpıtarak yansıtmak ve oldu-bittiye getirilmiş zafer kutlamalarıyla tüm süreci taçlandırmak!
Bu plan, 21. yüzyılda ve çok gelişkin kitle iletişim araçları eşliğinde yapılan bir ‘seçim’ için düşünüldüğünde ‘büyük bir başarıyla’ uygulandı. Bunun için gerekli insan gücü, ‘hiç kimse israf edilmeden’ istiflenmiş ve sevk edilmişti.

Kimdi bu ‘insan gücü’nü oluşturanlar?
Çok geniş bir yelpaze… Sıradan seçmenlerden polis müdürlerine, sandık başkanlarından AB müzakeresi yürüten(!) bakanlara, sopalı ve silahlı ‘Suriye cerahati’nden ‘haylaz kedilere’ dek uzanan bir çeşitlilikte, bu seçimi kişisel ikballeri için bir final oylaması olarak gören, ya da ülke için hayati önemde bir sınav olarak algılaması sağlanmış, birbirine benzemez kalabalıklar…
Özellikle kalabalık sandıklarda ve büyükşehirlerin çeperlerindeki ‘kenar mahalle’ okullarında, önceden görülmemiş bir şekilde seçime ‘çoluk çocuk’ gelen; oyunu ‘kullanmadan önce’ ve ‘kullandıktan sonra’ da uzun süre, koridorlarda, seçim salonu kapılarında bu ‘aile kalabalığıyla’ birlikte turlayan ve büyük bir keşmekeşe yol açan ‘seçmen gönüllüleri’ en dış çemberdeydi...
AKP’nin kaybettiği yerlerde 15-16 kez oy sayımını tekrarlayıp, AKP’nin kazandığı yerlerde sayısız usulsüzlük verisine rağmen tüm itirazları bir ‘İskandinav heyeti’ soğukkanlılığıyla reddeden ‘hukukçu’lardan tutun da, yanlarına kentin polis müdürlerini alıp sayım noktalarını teftiş ve tedhişe çıkan; görülmemiş yaygınlıkta ve her nasılsa seçimin çekişmeli gittiği yerlerde gerçekleşen elektrik kesintilerini, hiç utanıp sıkılmadan ‘kötü kedilere’ bağlayan bakanlara dek, pek çok bürokrat ve parti yöneticisi ise en iç çemberde, çekirdekteydi…
Seçimin en “kritik” olduğu noktalarda bu ‘aygıt’ gürültüyle çalıştı. Ankara, Antalya, Üsküdar, Esenyurt, Ceylanpınar, yalova, Hasankeyf, Tatvan... Ve saymakla bitmeyecek yerde...

Plan başarıyla işledi…

Peki, bu kadar deşifre olmuş, ilk geceden bir sürü aktivitesi ayyuka çıkmış bir manipülasyon nasıl başarılı kabul edilebilir?

Bu, esasen 2002’den beri zaman zaman mahcupça ve kısmi geri çekilmelerle, ama iş makinalarının bir tiranlık başkentinde çalışıyormuş gibi, aksi yöndeki kararlara rağmen Gezi Parkı’na sokulduğu 2013 baharından bu yana ‘göstere göstere’ uygulanan bir Akparti yöntemi de ondan… ‘Danışman’lıktan gazeteciliğe terfi edenlerden Akif Beki’nin, gerçekten soru soran ve bir dirhem olsun hakikat sorumluluğu taşıyan bir gazeteci karşısında nasıl da utanç verici durumlara düştüğünü gösteren o ibretlik El Cezire röportajında, boş çuvalları yumruklamaya alışmış ‘narin’ yumruklarındaki ‘acı’nın öfkesiyle, Türkiye’deki hak ihlallerini ve yasakları “Dis is törkiş vey” (Bu da Türkiye’nin yöntemi/yolu) diye izah etmeye çalışması bir ‘şaşkınlık’ değildi aslında. ‘İçeride’ iş görme yöntemi Gezi direnişinden beri budur zira…
Yalan söylediğin er geç ortaya mı çıkacak? Umursama.. Kendine yandaş gazeteciler fiksle, yalanın boyutlarını büyüt ve söylemeye devam et! Hakikat ortaya çıktıktan sonra bile!
Sokaklarda gençleri mi öldürüyorsun? Sıkılma, birbirlerini öldürmüşlerdir de! Polise saldırırlarken öldüler de!
Çocukları, annelerinin kınalı kuzularını başlarından mı vurduruyorsun, evlerinin sokaklarında? Utanma, bir zerrecik olsun merhamete kapılma, acılı anasını bindirilmiş kıtalarına yuhalat, çocuğun oyuncaklarından silah uydur! Başka çocukları öldür!
Yasaları çiğne, kuralları yok say ve bunları pişkinlikle sahiplen; bu pişkinliği, karşı saflarda kanıksamaya, kendi otoritende kazanıma dönüştür! Çal çırp, yalana dolana bat, kendi insanınla savaş ve başka ülkelerle savaşmak için 7 kat cehennemlerde aklanamayacak entrikalar kur ve bunlar ortaya çıkınca başkalarını suçla!
İyi ama bu ortalama’ oyun sürgit devam mı edecek? Seçim hileleri ve öteki şeyler, bu rejimi bir uzun tasallutla başımıza mı örüyor?
‘Akparti’nin yıldırıcı pişkinliği, klasik Türk sinemasındaki stokçu-karaborsacı hacı tipinde kristal bir biçimde karakterize olan, temiz olduğu ortaya çıkan memuru itibarsızlaştırmak için haykırılan “namussuz namuslu” klişesinde zirvesine ulaşan bir küçük çıkar hesapçılığının, güvenilmez hile-hurda-hırsızlık dayanışmasının, asgari ücretliden büyük sanayiciye kadar tüm unsurlara parmak sallayan ekonomik sabotaj vs. şantajlarının, son ve hormonlu meyvesini kazandığını düşünüyor olmalı.
Ama Türkiye toplumu, Gezi direnişinden beri eski usullerle yönetilemez durumda. 30 Mart faciasında birileri tüm oyuncularıyla hanedanı balkona çıkarıp, imal edilmiş zaferini kutlarken, Ankara’da, Ağrı’da, Üsküdar’da, Ceylanpınar’da ve onlarca başka yerde seçimlerinin gasp edilmesine karşı sokağa dökülen “direnişçi” kalabalıklar bunu gösterdi. Kağıtlar ve sayılarla oynanarak imal edilmiş bu zafer, rejimin ciğerlerine suni tenefüsle doldurulmuş son nefes olarak hatırlanacak.

Peki bu iktidar devrilmesi Türkiye için her şeyin iyi olması mı demek, bu yeterli mi?
Bu soruya cevap vermeye gerek yok sanırım.
Türkiye’ye iyi baharlar!

Evrensel'i Takip Et