19 Mart 2017 01:17

Kayıp zamanın izinde: Diyarbakır

Ayşegül Tözeren bir dizi etkinlik için gittiği Diyarbakır’da izlenimlerini yazdı.

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Diyarbakır’a gitmek her zaman heyecanlıdır. Hatta Diyarbakır uçağına binmek bile heyecanlıdır. Havalimanında kuyrukta, uçakta yerinize yürürken bir dost yüze rastlayıverirsiniz. Yine öyle oldu. Yolun başında Demokrasi için Birlik’ten Hakan Öztürk’le, yolculuğun sonunda Türk Tabipleri Birliği eski Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan’la aynı uçakta olduğumu anlamıştım. Bizi havalimanından Bismil’de kardiyoloji uzmanı olarak çalışan Dr. Murat almıştı, Hakan’ı Dağkapı’da kahvaltıya bırakacak, biz Diyarbakır Tabip Odası’nın uluslararası İyi Hekimlik buluşmasına doğru yol alacaktık. Ama Diyarbakır’da insanların yolları hep kesişirdi; öğleden sonra Herkes için Hukuk toplantısında buluşacağımız gibi…

Havalimanından ilk toplantının yapılacağı otele doğru kısa yolculuğumuzda telefonum sürekli çalıyordu, bizi toplantıya götüren hekim arkadaşımız döndü, “Sizi merak mı ettiler? Diyarbakır çok yerden güvenlidir” dedi. Arayanların Diyarbakır’dan olduğunu ve ne zaman görüşeceğimizi ayarlamaya çalıştığımızı söyledim. Hakikaten Diyarbakır’ın bilge bir yanı vardır. Orada kendinizi ne zaman olursa olsun güvende hissedersiniz. Hele de kadınsanız… Diyarbakır’ın antik kadın hükümranı Amida’nın güçlü ruhunun kentin surlarından sokaklarına yayıldığını duyarsınız. Amida, dizlerine dökülmeye gelen kim olursa olsun şefkatini esirgemez sanki.

BARIŞ, DOSTLUK VE DEMOKRASİ

İyi Hekimlik buluşmasına girer girmez sıcacık çay kokusunu duymuştum. Bu arada, Türkiye’nin dört bir yanından gelen hekimlerin de sıcak bir sohbete başlamış olduğunu gördüm. İzmir’den, İstanbul’dan, Ankara’dan, Türkiye’nin dört bir köşesinden… Bir an yıllar öncesine döndüm, barış sürecinin coşkulu ve umutlu günlerine… Ne kadar kalabalık oluyordu Diyarbakır’ın sokakları, küçeleri, hele de Nevruz günlerine doğru. Bilindik lokantalarında yer bulmak olanaksız olurdu. Hatta İstanbul’dan rezervasyonu yaptırıp yola çıkardık. Nevruz’a bir iki hafta kala, sokaklarda ne bir afiş, ne bir çağrı vardı. Sanki Ahmet Kaya’nın şarkısında, Attila İlhan’ın şiirinde gibiydik. Şenlik dağılmıştı… 

Diyarbakır Tabip Odası’nın verdiği Barış, Dostluk ve Demokrasi ödülleri bu yıl Aslı Erdoğan ve tutuklu hekim Dr. Serdar Küni’ye verilmesine karar verilmişti. Serdar Küni’nin duruşması 13 Mart’ta, Tıp Bayramından bir gün önce, Aslı Erdoğan’ın da yargılandığı dava 14 Mart’taydı. Masumiyetlerine inançla umutla beklenen iki duruşmadan da yeni bir karar çıkmayacaktı. Küni’nin tutukluluğu sürecekti, diğer davaysa ertelenecekti. Dr. Serdar Küni mektubunda içerisiyle dışarısı benim için farklı değil, nasıl dışarıda insan hakkı ihlallerini takip ettiysem, burada da buna ilişkin öyküler dinliyorum diyordu. Aslı da çıkar çıkmaz benzerini söylemişti. İçerisi ile dışarısı çok da farklı değil… Aslı Erdoğan mahpusken, İsveç’e uluslararası ifade özgürlüğü ödülünü nasıl almaya gittiysem, şimdi de Diyarbakır’a Barış, Dostluk ve Demokrasi ödülünü almak ve dostları görmek için gelmiştim. Aslında Aslı Erdoğan ödülü almaya kendisi gelecekti. Ancak pasaportu iptal olmuş, kimliğini bulamamış, yeni kimlik kart çıkarmak için başvurmuş, o da eline daha ulaşmamış, dolayısıyla yolculuk etmekten mahrum kalmıştı. Ödül için teşekkür mektubunu son anda tekrar okuyordum telefonda. Her zamanki zarif sesiyle bana, “Gelmeyi çok istiyordum. Ama hayatımı toparlayamadım daha… Baksana kimlik kartı bile halledilemedi,” demişti… Tutukluluğun insanların yaşamlarını nasıl baltayla ikiye ayırdığını bir kez daha düşündüm. Necmiye Alpay duruşmada böyle söylemişti.

İyi hekimlik buluşmasının ve ödül töreninin ardından, sıra Diyarbakır’da gezmekteydi. Herkes için Hukuk buluşması için birkaç saatimiz vardı. Yürürken, düşünüyordum. Diyarbakır’a indiğimden beri hep geçmiş güzel günlerden konuşuyorduk, kimse geleceğe ilişkin tasarılarını anlatmıyordu. Mayıs güllerini her sene yakalamamızı sağlayan kitap fuarı yapılacak mıydı… Öykü ve şiir buluşmaları yapılsa, nerede yapılacaktı… Edebiyat ve bahar bu yıl da buluşabilecek miydi… Kırgın bir rüzgâr vardı, Diyarbakır’da… Her konuşma yarımdı, her soru cümlesi bir eksiği barındırıyordu. Yine de birbirimize gülümsüyorduk ama. 

Herkes için Hukuk paneline son anda yetişmiştik, Diyarbakır’ın renkli sokaklarından ayrılmak çok zordu. CHP İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu, AKP kurucularından Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış ve HDP Muş milletvekili Ahmet Yıldırım konuşmacılar arasındaydı. Farklı geçmişlerden, görüşlerden siyasetçilerin birbirleriyle konuşmalarına, demokrasinin temeline, evet biz yurttaşların önünde birbirleriyle konuşmalarına ne kadar hasret kalmıştık. Birbirleriyle kaşlarını çatmadan konuşmalarına… Panelde konuşmalarını dinlemekten çok, özlemle bu demokrasi buluşmasını seyrettim. Bitmeden ayrıldım… Bitmesin istedim.

‘HATIRLA! GÜLLERİN HATIRINA…’

Paneli benim gibi izleyenlerden, Oya Baydar’a, Esra Mungan’a “İstanbul’da görüşürüz” derken, umutluydum. Diyarbakır yolu her zaman nasıl heyecanlıysa, dönüşü hep zordur. İstanbul’a gece yarısı döndüğümde, çantamda Eylem Ata’nın öykü kitabını buldum. “Büyüyen Boşluk”… Ve bir not… “Hatırla! Güllerin hatırına…” Biliyordum, kayıplar, hep eksik kalacaklar olsa da, o boşluk aramızda büyümüyordu. 

ÖNCEKİ HABER

İşler bir demirdi Hasan, yanı başında bir Volkan

SONRAKİ HABER

Beyaz Saray girişinde bomba alarmı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...