19 Şubat 2017 02:26

Maltepe minibüsünde bir sistematik münferit

Nuray Sancar Evrensel Pazar'a yazdı: Başörtüsü yüzünden bir genç kızın saldırıya uğrayabileceği toplumsal iklimi o genç kız yaratmadı.

Paylaş

Nuray SANCAR

Maltepe’de 16 yaşındaki, başörtülü bir genç kızın minibüsteki başka bir kadın tarafından tartaklanmasından, günlerce kaldığı kuyudan kurtarılan köpek hadisesinde olduğu gibi ortak bir duyguyla söz edilemiyor. Algıda seçicilik yapan vicdan, şimdilerde sadece köpek, ağaç veya çocuk gibi masumiyet alanlarında kendi bütünlüğünü kurabiliyor. Çünkü başörtüsü uzun zamandır haddinden fazla politik yük aldığı için, benzeri durumlarda ortaya çıkan refleksin “sizinkiler de şunu yaptı” veya karşılığında “siz başörtülülere 90 yıldır aynı şeyi yapıyorsunuz, 28 Şubat’ta ikna odaları…” düellosu biçiminde sürmemesi neredeyse imkânsız. Köpeğin kurtarılması sırasında oluşan duygudaşlık insanın kendi türü söz konusu olduğunda iki parçaya bölünüyor. Maltepe olayı da bunun en son örneklerinden.   

KABATAŞ YALANINDAN BU YANA

Toplumsal adabın yazılı olmayan sözleşmesi en belirgin haliyle Gezi direnişi sırasında ortaya atılan Kabataş yalanı sayesinde çiğnenmişti. O yalan sayesinde bütün insani, ortak değerler yara aldı. Daha sonra; gebe kadınların sokağa çıkması, kızlı erkekli yurtlar ve kadın kahkahaları hakkında ahkam kesen devlet yöneticileri ile, topa girmekte duraklamayan ana muhalefet partisi bu siz-biz mücahitliğine kendi yandaşlarını delege ederek derinleştirdiler. Ayrışma bir devlet politikası olmakla sınırlı kalmayarak giderek duyguların, değerlerin ve tavırların yukarıdan aşağı örgütlendiği, lütuf bezirganlarının ise ortamdan fazlasıyla yararlandığı toplumsal bir yaşam biçimi haline geldi.  

Yılbaşında gerçekleşen Ortaköy saldırısının ardından “Saldırgan o gece orada değil de ertesi gün mesela bir pazaryerinde aynı eylemi yapsa yine benzer tavırlar sergilenecek miydi acaba? Buradaki amacın Ortaköy’de ölenlerin hakkını korumak değil, bir çatlak oluşturup toplumu kutuplaştırmak olduğu çok açıktır. Ortaköy’de yapılan saldırı ile Gaziantep’teki saldırı arasında fark var mı? Ortaköyle ilgili bu kadar feveran edenler… O da büyük bir katliam değil miydi, orada niye sustunuz? “ diye konuşan Cumhurbaşkanı “kimsenin yaşam tarzına karışmadık” sözünü eklese de o kutuplaşma gerçekleşmiş, bir “yaşam tarzı” minderi kurulmuştu artık. Kutuplaştırmanın her verili durumda tekrar tekrar üretilen bir toplumsal ilişki/ilişkisizlik biçimi olduğu ise gayet iyi anlaşılıyordu.

Maltepe minibüsü hadisesi hakkında “cumaya videoyu servis ederler artık”, “böyle haberleri servis ettiklerine göre evet oylarının sayısı endişe yaratıyor olmalı” yorumlarını yazarak, muhafazakar kesimin olası dağılma durumlarında iktidarın başvurduğu manüplasyon taktiklerini hatırlayanlar, sokaktaki bu hadise karşısında bile siyasi iktidarla polemik yapmayı tercih ederken mesnetsiz değillerdi aslında. Yakın ve uzak zamanın olaylarını çağırarak bir tarafı tuş etmek, şimdi şu an yaşanan olayın üzerine tarihsel bağlamlar inşa ederek durumu hafifleştirmek ya da daha da ağırlaştırmak, bir tartışma yöntemi olarak sadece “devlet büyükleri” tarafından değil toplumun geniş kesimi tarafından da içselleştirilmiştir. 

HÜKÜMET SÖYLEMİNİN TOPLUMSAL KARŞILIĞI

Devlet kürsülerinden edilmiş bir dizi lafın bir talimat olarak algılandığı, devlet adamlarının duyarlılıklarından lütuf devşirenlerin arttığı koşulların gölgesi altında gidilen referandum sürecinde Anayasadaki maddelere hayır diyenlerin terörist olarak yaftalanmasının, propaganda için sahaya çıkanların şiddete maruz kalmasının elbette toplumsal bir karşılığı da olacaktı. Aynı gün çıkan üç habere konu olan olaylar örnektir: “evet” vermeye karar vermiş bir aile hayır propagandası için kapılarını çalan 2 CHP’liye saldırmıştı. Bir diğerinde İzmir Karabağlar’da altı kadını taciz edenler “onları FETÖ’cü sanmıştık” diyerek masumiyetlerini tescil etmeye çalışıyorlardı. AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı “evet oyu çıkmazsa iç savaş çıkar” diye aba altından sopa göstermişti. İl başkan yardımcısı görevden alınsa da CHP Esenyurt Belediye Meclisi Grup Sözcüsü Yavuz İren’in iddiasına göre Esenyurt Belediyesi’nin 6 Şubat’ta yaptığı meclis toplantısından zabıta personelinin silahlandırılması kararı alınmış ve silahların, belediyede çalışan eski özel timciler, jandarma ve askeri personele dağıtılacağı söylenmişti. Demek ki iç savaş lakırdısı pek münferit bir işgüzarlık değildi. 

Televizyondaki yorumcuların toplumsal alanda cereyan eden hadiseleri münferitten sistematiğe bağlamamak için bin dereden su getirdikleri, hadiselere ve edilen laflara yokmuş muamelesi çektikleri bir akıl tutulması döneminde yaşıyoruz. Adam iç savaş mı demiş, görevden alındı ya! Hayır propagandası yapanlara saldırı mı olmuş, Başbakan referandum sürecinde “evet diyen de hayır diyen de kardeşimizdir” dedi ya! Kutuplaştırma mı… kim yapmış, yok öyle bir şey… Tek tek masaya gelen her olgunun ise ya bir karşıtı ya bir tarihi var. En sıkışık zamanlarda ortaya sürülecek  “siz de şunu yaptınız” kozu var. Böylece bu tavşana kaç, tazıya tut modelinde üst akıl hep firarda, elle tutulamaz gözle görülemez bir mesafede kalabilir. 

KİM MAĞDUR, KİM DEĞİL?

Şimdi Maltepe minibüsündeki kim mağdur, kim değili bu bölünmüş zihinle tartışalım bakalım. Bu bağlamda tartışılamaz. Şortlu kıza otobüste tekme atınca bir tutuklanıp bir bırakılan, sonra tekrar tutuklanan meczuba yapıldığından farklı olarak, türban saldırganı kadına 6 suçtan dava açılarak iş bu sefer “kararlı” hukukun alanına bırakılır. Ama bitmez; sonra ya bir şortlu ya da bir türbanlı daha münferit saldırıya konu olur; her seferinde konunun sistematik olmadığına karar verilir. Yorumcu aynı teraneyi tekrarlar: kim demiş, nerde demiş, yok öyle bir sistematik!

Bağlamdan çıkarak söyleyelim: Başörtüsü yüzünden bir genç kızın saldırıya uğrayabileceği toplumsal iklimi o genç kız yaratmadı. Ama başörtüsü görünce tüyleri diken diken olan kadın da “bir bebekten bir canavar yaratan” düzenin imalatıdır. İnsanların insanlıktan çıktığına şahit olduğumuz her münferit, aynı zamanda o üst akılın kurduğu bir sistematikle ilişkilidir ve bu sistem örtülüyü de örtüsüzü de yaralar.    

Ve dönelim tekrar okuyalım:  “Türkiye’de kimsenin hayat biçimi sistematik bir tehdit altında değildir.” 

Değil midir?

ÖNCEKİ HABER

Kuyudaki köpek, kıyıdaki toplum

SONRAKİ HABER

Perşembe gelmeden çarşambadan hayır diyelim!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa