04 Aralık 2016 06:39

Vallahi bildiğiniz gibi değil!

Meltem Akyol, Mustafa Alp Dağıstanlı ile kitabı ‘Bildiğin Gibi Değil: Osmanlı’ üzerine konuştu.

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

‘Bildiğin Gibi Değil: Osmanlı’ diye tatlı bir kitap çıktı, gördünüz mü bilmem. Daha önce “5Ne 1Kim?: Medyanın mutfağından sansür-otosansür hikayeleri”ni yazan Mustafa Alp Dağıstanlı’nın adını kitapta görünce hemen bir adet edinip okumaya koyuldum. Öyle ya daha önce NTV dış haberlerde çalışmış Dağıstanlı’nın Osmanlı tarihi üzerine yazması meraklandırdı beni. Dağıstanlı kitabında Osmanlı tarihine “hınzır, eğlenceli ve merak uyandırıcı” bir kapı aralayıp, “yanlış bilinen doğrulara, bildiğimizi düşündüğümüz hakikatlere, soru-cevap”larla müdahale ediyor. Böyle diyor arka kapak kitaba dair. 

“Osmanlı’da fast food var mıydı?”, “Kimler sakal bırakamazdı?”, “Evlenme rekoru hangi sultan kızındaydı?”... Bütün bu soruların peşine düşen Mustafa Alp Dağıstanlı, akademik çalışmaları tarayarak ortaya çıkardığı kitapla Osmanlı dünyasının gerçekliğine ışık tutuyor.

Peki, nerden çıktı Osmalı tarihi üzerine yazmak? Bu soruyu ve daha fazlasını Mustafa Alp Dağıstanlı’ya sorduk, O da yanıtladı.

Bir de baştan söyleyelim, bu bir seri ve devamı da gelecek.

ZEHİRLİ BİLGİLERE PANZEHİRLER HAZIRLADIM

‘Bildiğin Gibi Değil: Osmanlı’ Kitabı görünce epey şaşırdım açıkçası, nasıl çıktı kitap fikri?
Ben aslında bugün yaşadığımız birçok sorunun kaynağının derinlerde olduğunu düşünüyordum ve o kökleri acaba bulabilir miyim diye tekrar Osmanlı tarihi okumaya başlamıştım. Sadece siyasi kültür ve yapılar gibi “büyük” meselelerden bahsetmiyorum, kimi davranış kalıpları, gündelik davranışlar, hayatı ele alış tarzları gibi daha büyük sorunlardan söz ediyorum... İşte kafamda bu varken aklıma başka bir kitap fikri gelmişti önce. (Belki sonra yaparım onu da...) Böylece iştahım biraz daha artmıştı. Osmanlı konusunda çok cahil biri sayılmazdım, epey bir şey okumuştum daha önce kendimce. Fakat şimdi okudukça görüyordum ki, son derece ilginç durumlar var. Bazı şeyler hiç bildiğim gibi değildi, bazı şeyleri de hiç bilmiyordum... Bana son derece ilgi çekici gelen bu bilgilerin başkalarına da öyle geleceğini düşündüm. Öğrendiklerim beni meraktan meraka sürüklüyordu, ben de başkalarını böyle meraklara sürükleyebilirim gibi geldi ve merakı ayakta tutabileceğini düşündüğüm bu yola sapıverdim. İyi ki de sapmışım. Ortalıkta Osmanlı’yla ilgili gerçeğe hiç uymayan bir sürü bilgi dolaşıyor. Bunların bir kısmının farkındaydım. Okudukça, bu yanlış, çarpıtılmış bilgilerin sayısının sandığımdan çok daha fazla olduğunu gördüm. Bunlara cevaplar da aradım ve bölümleri de bu çarpık bilgileri hesaba katarak oluşturdum. Şöyle diyeyim: zehirli bilgilere panzehirler hazırladım. Daha doğrusu, ilk müdahale, ilkyardım “kit”i, diyelim. Çünkü asıl panzehir yararlandığım akademik çalışmalar, harika tarihçilerimizin harika kitapları.

Zorlu oldu mu süreç, nasıl hazırlandı kitap?
Asıl zor işi tarihçilerimiz yapmıştı zaten. Ben onların çalışmaları içinde gezindim. Okuyup notlar çıkardım. Başlıkları okudukça çıkardım. Zevkli bir süreçti. Notlar çıkarmama rağmen bazı bölümleri, hepsi kısa olmasına rağmen, yazmak için kimi zaman bir gün harcadığım oldu. Yazarken başka sorunlarla ve sorularla karşılaşıyordum çünkü, birçok kitaba tekrar bakmak, ansiklopedik kaynakları didiklemek gerekiyordu. Bütün bölümleri kardeşim Burak’a gönderdim yazınca; yazı, berraklık, anlaşılırlık, sadelik konusunda son derece güvendiğim biridir. Başka yakınlarıma ve bazı tanıdıklarıma da gönderdim. Şu sorulara cevap vermelerini istiyordum: Kolay okunuyor mu, kolay anlaşılıyor mu, ilginç mi, eğlendin mi, öğrendin mi?

Hopa’da (iki yıl kadar orada yaşadım ve kitabı da orada yazdım) üniversite mezunu ve enikonu milliyetçi genç bir arkadaş birkaç bölüm okumuştu. Kitap okumaktan hiç hoşlanmadığını vurguladıktan sonra hem okuduklarını çok ilgi çekici hem formatı ve yazı şeklini çok iyi bulduğunu söyleyince, kıvamı tutturduğuma kanaat getirdim. Kısacası, bir yandan yazarken, bir yandan da yazdıklarımı geniş bir “jüri”nin değerlendirmesine sunuyordum. Kimilerine de rakı masasında bazı bölümleri anlattım ve fikirlerini sordum... Hep beraber eğlendiğimizi sanıyorum. Ben birileriyle beraber bir şey yapmaya bayılırım.

Tarih zor bir alan, okuması, okutması. En azından böyle yaygın bir kanı var. O zaman bu soru sorma tarzı bir tercih aynı zamanda...
Evet, işte demin dediğim gibi. Anlattığım şeyler, tabii bu başlıklar altında değil ama akademik çalışmalarda anlatılan bilgiler. Fakat, diyelim, “Eleştirilmesi yasaklanan kitap” diye bir başlık veya ara başlık yok hiçbir kitapta. Basit bir merak tuzağı kurup (iyi bir tuzak bu, bilgilenme tuzağı) aslında Osmanlı’daki en güçlü taassub hareketini anlatıyorum mesela. Veya benim başlık yaptığım bazı konular bir kitapta bir cümleyle geçiyor. Ama ben o cümledeki bilginin etrafına bir hikaye örebileceğimi ve bu hikaye içinde de temel bir meseleyi anlatabileceğimi düşünüp o bir cümlelik bilginin fazlasını aradım. Böyle yaptım, çünkü zaten harika akademik çalışmalar var. Bunların çoğu herhalde bazımız için çok kolay okunan kitaplar değil. Bazılarımızın onlara ayıracak zamanı ve emeği yok... Benim kitabım o çalışmalara bir özendirme yerine de geçebilir; geçsin isterim. Kitabın sonunda her bölüm için hangi kaynaklardan yararlandığımı bunun için de yazdım. Okurun ağzına bir parmak bal çalmak istedim, kovanlar ise kaynakçada sıraladığım kitaplar, çalışmalar ve içlerinde envai çeşit bal var.

‘SAKAL BIRAKMAK İKTİDAR YAPISIYLA ALAKALI!

“Fast food var mıydı?” “Kimler sakal bırakamazdı? “Padişaha adıyla kim hitap edebilirdi?” “Evlenme rekoru hangi sultan kızındaydı?” vs vs. Sorular epey dikkat çekici. Nasıl çıktılar ortaya?
Okurun merakını çekmek, o merakı canlı tutmak istiyordum tabii, ama ben “tarihimizdeki tuhaf vakalar” kabilinden şeyler yazmak istemiyordum. Birkaç temel şeyi gözettim. Birincisi, Osmanlı gündelik hayatına dair bilgi sahibi olsun istiyordum okuyan. İkincisi, siyasi-sosyal yapıya dair bilgiler vermek istiyordum, okuyanın Osmanlı’da işlerin nasıl döndüğüne dair bir fikir ve bilgi sahibi olmasını istiyordum. Ama bunu ansiklopedik bir şekilde anlatmak da istemiyordum. Öyle çalışmalar var zaten. Öyle başlıklar, mümkünse öyle hikayeler, kulplar bulayım ki, okur o kulbu tutsun, hikayeyle iştahlansın ve bu arada o “ansiklopedik”, kimileri için sıkıcı bilgileri de yutsun istiyordum. Mesela sakal bırakma meselesi doğrudan iktidar yapısıyla ilgili bir şey; sadece ilginç olduğu için icat etmedim o başlığı, o yapıyı anlatmak istiyordum. Bir üçüncüsü, muazzam zenginlikte ve çeşitlilikte bir yapı, bir alem Osmanlı ve bunu sergileyebilmek istiyordum.Klişelerin ne kadar süslenmiş olurlarsa olsunlar nasıl güdük, zevksiz ve bilgisiz olduğunu da göstermek istiyordum.

AKP’NİN ‘TARİHÇİ’LERİ TARİHİ YENİDEN YAZIYOR

Kitaba bakınca “sahiden bildiğimiz gibi değilmiş” diyor insan. Osmanlı askeri savaşa “allah allah” diye gitmiyormuş örneğin... Niye böyle biliyoruz peki? Tarihi  yanlış mı yorumluyoruz, yoksa özellikle mi yanıltıyoruz?
Siyasi pozisyonlara ve gereklere göre yakışıklı hale getirme çabası var çünkü. Çeşitli meselelerde bugünkü algılarımız yazıyor tarihi. ‘Boşanmak Türk aile yapısına aykırıdır’ gibi bir algı var mesela. Kendilerini Osmanlı’ya daha yakın hisseden kesimde en azından. Fakat ben de Osmanlı’da boşanma diye bir şey yoktur herhalde diye düşünmekteydim. Gördüm ki tamamen yanlış. Yaygın. Ve boşanan kadına da nahoş bakılmıyor, neredeyse hepsi tekrar evleniyor. Cemal Kafadar’ın işaret ettiği çok doğru ve vahim bir nokta şu: Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan bir Türk, 400 yıl önce Anadolu’da yaşayan müslüman köylünün de kendisiyle aynı insan olduğunu sanıyor, onun da Türk olmayı kendisi gibi algıladığını... Zamanlar aşan yekpare bir kimlik... Bu tarihi de, bugünü de yamultan bir şey zaten.

Cumhuriyet kurulunca tarih yeniden yazılmıştı, şimdi AKP iktidarı, onun “tarihçi”leri de başka türlü yeniden yazıyor.

SERİNİN DEVAMI GELECEK

Kitabın arka kapağında ‘bildiğin gibi değil’ serisinin ilk kitabı deniyor. Devamı gelecek sanırım?
Evet. Baharda Haluk Oral’la beraber Kurtuluş Savaşı’nı çıkaracağız. İstanbul olacak, matematik olacak, ekonomi olacak, Anadolu olacak... Her birini bir başkası yazacak; bendeniz editörlüğünü yapacağım.

Osmanlı fikri doğunca, Kurtuluş Savaşı hemen aklıma gelmişti. Ortada olan ama iyi bilinmeyen bir konu yine... Devamını düşünmek zor olmadı...

KİTAPTAN SEÇMELER

Osmanlı askeri “Allah Allah” diye mi düşmana saldırıyordu?
Hayır. Bu, yüzyıllar sonra Yeşilçam filmleriyle uyduruldu.Askerlerin Allah, din veya vatan için savaştığı da pek söylenemez. Daha doğrusu, motivasyonları bunlar değildi.

Kimler sakal bırakamazdı?
Herkes bırakabilirdi... Saraydaki erkekler ve şehzadeler hariç. Sarayda padişahtan başka sadece bostancıbaşı sakallıydı. Sakal hem iktidar hem de erkeklik sembolüydü. Şehzadelerin sakal bırakması sultana başkaldırı demekti.

Evlenme rekoru hangi sultan kızındaydı?
Kösem Sultan’ın kızları Ayşe ve Fatma’daydı. Her ikisi de en az altı kere evlenmişti.

Fast food var mıydı?
Hem de nasıl! Dışarıda yemek yenecek yerler 19. yüzyıl sonuna kadar pek azdı. Ama bu, sokak yiyecekleri zenginliği olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle İstanbul ve diğer büyükşehirlerin meydanlarında, sokaklarında yemek içmek yaygındı. Koyun paçası lüks sayılıyordu. Kızarmış piliç de satılıyordu.

Beş yüzyıl sonra bile toplatılıp yakılan kitap hangisiydi?
Şeyh Bedreddin’in Varidat’ıydı.

Boşananlar var mıydı?
Vardı. Epeyce. 

Doğum kontrolü var mıydı?
Evet, vardı. Hatta Fransız doktor Antoine Barthelme Clot, 19. yüzyılın başında Mısırlı ebelerin “kısırlığın gizlerin açığa çıkarma ve kürtaj yapma”daki becerileri karşısında hayrete düşmüştü

Padişah her cariyeden istediği kadar çocuk yapabilir miydi?
İlk erkek doğana kadar yapabilirdi. Doğan ilk  erkekle cariyenin cinsel hayatı da sona ererdi. Tabii padişah da o cariyeden elini çekerdi.

Avrupalılarn imrendiği “Osmanlı” hayvanı hangisiydi?
Ankara keçisi. Tüyleri çok yoğundur ve yılda iki kere kırpılabilir, üstelik ipek gibi beyaz ve yumuşaktır. Bu keçinin yününden iğrilen iplik ince ve parlaktır...

İçki içtiği için fırça yiyen padişah hangisiydi?
Yıldırım Bayezid’di. Üstelik fırçayı damadından yemişti. Ama damadı öyle bir damat değildi, halk içinde Emir Sultan diye bilinen Şemseddin Mehmed’di.
 

ÖNCEKİ HABER

İhraç edilen akademisyenler mücadelede kararlı

SONRAKİ HABER

Castro’dan sonra ölen kim, yaşayacak olan ne?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...