10 Nisan 2016 01:04

Yollarda bulurum seni

Paylaş

Adem ERKOÇAK

Yıllar sonra yeniden uzun bir gece yolculuğuna çıktım. Aynı yolu uçakla hem daha ucuza, hem de çok daha kısa sürede gidebilirdim. Ama hem uzun uzun düşünmek, kitap okumak, geceleri akan lambalar ve yol işaretlerini takip ederek müzik dinlemek, hem de gerçek bir seyahat hissi yaşatması bakımından otobüs yolculuklarını tercih ediyorum. İlk sırada her zaman tren var elbette. Lakin, gideceğim güzergahta bu seçenek bulunmuyordu.

Gece yapılan otobüs yolculuklarının en kötü yanı, yolcuların neredeyse tamamının erkek olmaları. Birden vahşi bir kafese girmiş gibi hissediyorsunuz. Üstelik uyurken ses ve gaz çıkarmaları, inatla çoraplarının yoğun kokusunu kapalı atmosfere salmak istemeleri de cabası. Pervasız ve kaba bir şeffaflık hali yaşanıyor; “nasılsa erkek erkeğeyiz, rahatça osurabiliriz” gibi.
Uzun yolculuklarda en sıkıntılı zamanları mola yerleri, resmi adıyla “dinlenme tesislerinde” yaşarım. Bu dinlenme zamanlarına “ihtiyaç molası” demişler. “İhtiyaç gidermekten” geliyor sanırım. Çünkü insanın en önemli ihtiyacı boşalmasıdır. Her türlü boşalma sonrasını düşünün mesela, nasıl bir rahatlık duyarız. O nedenle psiko-doktorlar sık sık “içinizde tutmayın, dert etmeyin” derler, bilimsel dayanağımız var yani.

Gündüzleri neyse de, geceleri bu tesislerde hemen hemen herkes uyurgezer bir şekilde dolaşır. Katran gibi koyu çay verirler mesela, çünkü sabaha karşı dörtte kimse çayın tazeleğini idrak edecek durumda değildir. Her şeyin bu kadar kötü ve ederinin çok üstünde satıldığı başka bir dünya yoktur sanırım. Ha bir de, son yıllarda yapılan müzik festivalleri, dışarıdan yeme-içme maddelerinin girişini yasaklayıp aynı şeyi uyguluyorlar.

KÖLELİKTEN HALLİCE: HİZMET SEKTÖRÜ

İhtiyacımı giderdikten sonra kapıdaki görevliye sunduğu peçete ve kolonya hizmeti için teşekkür ediyorum. Yüzüme bile bakmıyor. Haklı da. O kadar geliştiğini iddia eden insanlığın gerçek yüzünü en iyi o biliyor. Hiç başkalarının pisliğini temizlemek zorunda kaldınız mı? Dışarı çıkınca gördüğüm ve oraya park eden arabaları temizleyenler de öyle. Son model bir araba yeni temizlenmiş, sahibi de ailesiyle birlikte geliyor. Çalışana verdikleri para iki buçuk lira. Ailecek ihtiyaç gidermeleri bile bundan daha fazla tutuyor. Adam elindeki parayla kala kalıyor.

“Dert etme abi,” diyorum “Az da olsa maaşın vardır yine de?” “Yok aslanım, ne maaşı. Aha bunlarla geçinmek zorundayız.” Evet, o abinin ne maaşı, ne de sigortası var. Üstelik o tesisin kurulduğu kentte benzer şekilde onlarca tesis mevcut. Ne üretim tesisleri ne başka bir şey; varsa yoksa “hizmet sektörü.”

Bugün, para karşılığı satın alamayacağımız hiçbir duygu yok. Malikaneniz olmasa da, o zenginler gibi emir vererek hizmetlerinizi gördürebilirsiniz. “Hizmet sektörünün” en büyük varlık sebebi de bu hayali yaşatmak zaten. Bir bilgisayar oyunundaki sanal kahramanın yerinde hissetmek gibi, gerçek yaşamlarımızda bunu sağlayan şey de hizmet sektörü. O nedenle çalışan kesimlerin çoğu cuma akşamı bu sanal durumun bağımlısı olarak bunu yaşayabilecekleri mekânlara doluşurlar.

GECE YARILARI YOLLAR ARASI...

Yeniden yola koyuluyoruz. Sabaha karşı dört buçukta, az sonra bize çeşitli krakerler, şekerli içecekler sunacak olan muavini izliyorum. Az önce yerdeyken “Şu ayakkabı 125 lira, gömlek-pantalon 100. Bunları üniforma gibi giymemizi istiyorlar ama kendimiz satın alıyoruz bunları. Maaş 800 lira,” demişti. “3 saat dinlenip Trabzon’a gideceğiz. Gerçi arabayı temizlemek, malzemeleri hazırlamak filan derken ancak 1 saat kalıyor bana dinlenmek için. Garsonluğu bırakıp gelmiştim ama yeniden o işe döneceğim. Hiç olmazsa onda daha çok para alıyorsun.” Türkmenistanlı Yusuf sektör değiştirse de, hep hizmet etmek zorunda kalıyor.

Sinan ise işletme okumuş üniversitede. O da işsizlikten geçici olarak başlamış muavinliğe. Üç yıl geçmesine rağmen geçicilikten kurtulamamış. “En çok,” diyor “insanların emir vermesi canımı sıkıyor. Sen zaten ulaşım bedeli olarak bir para ödemişsin. Onun acısını niye benden çıkarıyorsun? En kötüsü de ne olursa olsun yolcunun haklı olması. O an ne isterse yerine getirmekle yükümlüyüz. Çok az insan bunun bir yolculuk olduğunu, geçici olduğunu idrak ediyor.” Sinan az bile söyledi. “Torbayı tutamam ben, nasılsa temizleyen var,” diye aynı yolculukta defalarca koridora kusan bir kadın görmüştüm.

Diyarbakır’daki savaş ortamından kaçıp bu işe başlayan Samet de, kısa sürede üç firma değiştirmiş. “Abi, memleketimi öğrenen işten çıkarıyor,” diyor. “İşe alırken bilmiyorlar mı zaten bunu?” diye soruyorum, “Yok,” diyor “otobüs garlarında acil muavine ihtiyacı olanlara giriyorum. O anda kimse bir şey sormuyor. Kıyafetin düzgünse tamam.” Birçoğunun sigortası da olmadığından, belgelerden öğrenilmesi gibi bir durum da söz konusu değil.

“Biraz senin müzikleri dinleyim mi?” diye soruyor. “Tamam,” diyorum. Bir süre sonra geri geliyor ve yaklaşık 450 şarkılık listemi “Bunların hepsi aynı,” diye iade ediyor. “Sen ne dinliyorsun?” diyorum, kulaklığın bir tarafını bana veriyor ve yanıma oturuyor. Yolun sonuna kadar arabeskten, rap’e, rock müzikten halay havalarına varolan tüm tarzlarda ve asla dinleyemeyeceğim bir ses yüksekliğinde onun şarkılarını dinliyoruz. Bu olaydan sonra sol kulağım uzun süre çınlasa da “Olsun,” diyorum “bir kere de Samet’in dediği olsun!”

ÖNCEKİ HABER

Nur yüzlü devrimci

SONRAKİ HABER

Vay Kılıçdaroğlu vay!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...