30 Ağustos 2015 04:54

Bir zamanlar Mehiko’da*

Paylaş

Hazal KAYA

Birkaç ay önce Meksika’ya gideceğimiz kesinleştiğinde biraz Hollywoodvari suç ülkesi, biraz tutkuyla, biraz da illegallikle çevrelenmiş bir ülke hayal ediyordum. 18. Uluslararası Guanajuato Film Festivali’nin bu seneki misafir konuğu sinemasının 100. Yılı sebebiyle Türkiye’ydi. Festival kapsamında gerçekleşecek “Rally Universitario” projesi kapsamında Türkiye’den gidecek film okulu öğrencileri olarak uçağa binene kadar Meksika’ya gidebileceğimize inanmamıştık, bu itirafı yazının başında belirtelim.  

Aktarmadaki beklemeyle beraber yolculuk yaklaşık 24 saat. Madrid aktarmalı Mexico City uçuşumuzdan sonra, 06:00 civarı, yıllarca Hollywood filmleriyle “tekinsiz ama gizemli” olarak beyinlerimize işlediğimiz ve türlü türlü azılı suçluları hayal ettiğimiz için biraz tedirginiz. Havaalanından transfer arabalarıyla alınıp ilk durağımız olan San Miguel de Allende’ye geçeceğiz. Mexico City - San Miguel de Allende arası yaklaşık 4 saat sürüyor. Yol boyu yarı uykulu yarı uyanık halimizle gördüğümüz şu, her yerde kamyonetli polisler ya da askerler var. Her bir kamyonette en az on polis var, olağanüstü bir durum izlenimi yaratıyorlar. Meksikalılar içinse oldukça sıradan, Türkiye’den gelenler olarak biz de çok yadırgamadık aslında. Meksika’nın en önemli sorunlarından ikisiyle yolculukta tanışmış olduk; bitmek bilmeyen ve oldukça pahalı olan yol geçiş ücretleri ve her yerde baş gösteren sokak/devlet şiddeti. Şiddet demişken ekleyelim, biz Meksika’ya varmadan önce “Bücür (El Chopo)” lakaplı uyuşturucu baronu Joaquin Guzman’ın ikinci kez hapishaneden kaçtığı haberi dünyaya servis edilmişti. Meksikalı arkadaşlarımızla bunu konuştuğumuzda El Chopo’nun büyük bir kartel olmadığını, kendisinin sadece şov malzemesi olduğunu ve büyükkartellerin asla bilinmediğini ve devletin onlarla işbirliği içinde olduğunu anlattılar. Bazı hayatlar ne kadar da birbirine benziyor, dinden dilden bağımsız olarak!

İşle tatili birleştirdiğim Meksika turunda ilk durağımız Guanajuato’ya bağlı San Miguel de Allende, gençler arasındaki kısaltması (Sn Mike). Küçücük avuç içi gibi, bol yokuşlu, zengini çok zengin yoksulu çok yoksul, kesinlikle ilk günkü gibi varlığını sürdüren gringo** mekanı. ABD ve İngiltere’den çok fazla insan, San Miguel de Allende’den düşük meblağlarla aldıkları güzellikleriyle aklı baştan alan evlerde yaşıyorlar. Burada garip bir durum var, devlet San Miguel de Allende’yi dönüştürmek ve yeniden yapılandırmak istiyor, karşı çıkanlar ise yerleşik yabancılar. Şehri mümkün olduğunca korumaya ve bozulmasını önlemeye çalışıyorlar. San Miguel, UNESCO’nun dünya mirası listesindeki şehirlerden biri. Şehir merkezinde yaşayan insanlar varlıklı olmaları sebebiyle bu durumu korumaya çalışıyorlar, buranın fakiri ise tam anlamıyla fakir. Sokaklarda geçireceğiniz ilk on beş dakikada aradaki uçurumu hissetmeniz kaçınılmaz. 

MEKSİKALI JORGE’NİN EVİ

San Miguel de Allende şehir merkezinde yeni yapı yok, konaklamalarınız da lüks dahi olsa eski yaşam alanlarında. Bu şehri gerçekten tanımak için oldukça önemli. Biz beş üniversite öğrencisi olarak San Miguel de Allende’nin varlıklılarından biri olan Meksikalı Jorge’nin evinde kaldık. Jorge’nin evi tipik bir San Miguel evi, dekorasyonu da aynı şekilde koruduğu için evine turistik gezi düzenleniyor.Evet kulağa garip geldiğinin farkındayım fakat kendisine yetkili makamlardan resmi yazıyla büyük gruplar gelip, halen emin olamadığımız oda sayısına sahip evini geziyorlar. San Miguel de Allende’de böyle birini bulmanız oldukça zor, hem zenginseniz hem güzel bir evde yaşıyorsanız Meksikalı olma ihtimaliniz neredeyse yok. San Miguel de Allende yeme-içme ve eğlence anlamında sizi oldukça tatmin ediyor. Herhangi bir bara girip eğlenmeniz mümkün, sokakta alkol almak yasak. İlk gününden itibaren buraya yazamayacağım birçok anıyı da heybemize koyduk ve Guanajuato’ya doğru yola çıktık. 

San Miguel de Allende: Sokak dondurmalarından, arrachera yemeden, salsa bara gitmeden, meydandaki Parroquia de San Miguel Arcangel katedralini, El Jardin adı verilen şehir meydanını, tüm şehri görebileceğiniz Mirador’u görmeden, sokaklarında kaybolmadan, meydandaki parkında oturmadan, hana benzeyen yerlere girip çıkmadan, güneşin batışını izlemeden geri dönmeyin! Turistik ve küçük olduğu için fiyatlar normalden daha yüksek. Ama bir dolar yaklaşık 15 peso olduğu için dengeyi sağlamak zor değil. Bir Avrupa değil sonuçta! Juan’s Cafe, Churreria San Agustin, La Choperiave La Cocina önerebileceğim restoranlardan. Domates soslu, acılı ve limonlu bira kokteyli Michelada’yı orijinaline en yakın yapan yer La Choperia oldu.

MİDYAT’I ANDIRAN ŞEHİR 

Üç saatlik bir yolculuk sonrası Guanajuato’ya varıyoruz. San Miguel’den çok daha büyük ve pahalı değil. Guanajuato da dünya mirası listesinde. Evler Midyat’ı andıracak şekilde konumlanmış, tek farkı rengarenk, zaten Meksika’da gri rengi sadece kapalı havalarda görebiliyorsunuz. İnsanların ruhu yaşam alanlarında da kendini gösteriyor. Guanajuato’yu kısa film çekerken bir Guanajuatolu kadar öğrendik. Kutudan biraz hallice. Oldukça ucuz, sokaklar mango, ananas, Hindistan cevizi, papaya satan sokak meyvecileri, köşe başı mısırcıları, tacocuları dolu. Şehrin canlılığını sağlayan ve her türlü eğlenceyi (inanın başka hiçbir yerin eğlencesine benzemiyor) sağlayan ise buradaki üniversite öğrencileri. Diego Rivera, Guanajuato’da doğduğu için şehir baştan aşağı Frida ve Diego’dan ibaret. Yabancılara en ilginç gelen ise Guanajuato halkının Cervantes hayranlığı. Öyle ki şehirde Don Kişot Müzesi, Don Kişot ve Sanço Panza heykelleri karşınıza çıkıyor ve her yıl Uluslararası Cervantes Festivali düzenleniyor. Unutmadan, Bir Zamanlar Meksika’da Guanajuato ve Sn. Mike’de çekilmiş.

Guanajuato: Basilica de NuestraSenora’yı, meydanı, üniversite basamaklarını, Rivera’nın evini, dünyanın ilk Mumya Müzesi’ni, TeatroJuarez’i ve önündeki parkı, koca şehri üstünde taşıyan tünelleri (yakın mesafeli yerlere gitmek dahi uzun sürüyor, şehir merkezi sadece yaya trafiğine açık merkez tamamen tünellerin üstüne inşa edilmiş ayrıca gitmeden önce tünellerden birinde kapanış partisi düzenlendi), aşıklar öpüştüğünde onlara şans getirdiğine inanılan Callejon del Beso’yu, Pipila anıtını, Hidalgo marketini görmeden dönmeyin! Yemek tavsiyesi olarak söyleyebileceğim tek şey var kesinlikle sokak yemekleri!

EFSANEVİ FABRİKA VE TEKİLA TADIMI!

Guadalajara’da festival ekibinden Meksikalı bir arkadaşımın misafiri oldum. Kocaman, dümdüz ve büyük bir şehir. Trafiği yoğun, doğal güzellikten ziyade küçük mahalleleri ve lezzetli restoranlarıyla biliniyor. Guadalajara büyük şehrin bütün sıkıntılarına sahip. Hava inanılmaz bunaltıcı ve çoğunlukla yağmurlu. Havana Kültür Enstitüsü, şehir merkezi, katedral ve tiyatro binası görülmeli. Fakat zorla dayatılan İspanyol kültürünün zorlamalığı ve yapaylığı beni rahatsız etti. Guadalajara’da sevdiğim şey Tequila Town oldu. Jalisco eyaletinin bütün tekila fabrikalarını barındıran kasabanın adı Tequila, mısır ve agave tarlalarından sonra kasabaya ulaşıyorsunuz, efsanevi Jose Cuervo’nun fabrikasında küçük bir tur ve tekila tadımı turistik fakat karşı konulmaz! Parque Mirador Independencia kaçırdığım için üzüldüğüm noktalardan biri oldu. 

Guadalajara: Pig’s Pearls ve La Tequila en iyi iki restoranlarından. Fiyat farkından dolayı çok lüks yerlerde ortalama bir İstanbul restoranı kadar fiyat ödüyorsunuz. Guadalajara bölgesi gereği çok fazla butik biraya sahip, hafifinden sertine, aromalısından en saf haline kadar farklı çeşitleri mevcut. Zaten iyi yeme-içmenin en önemli şehirlerinden biri Guadalajara. 

BÜYÜK YAPILAR VE BANLİYÖLER 

Mexico City, tehlikenin, kalabalığın, kirli sokakların ve trafiğin başkenti. Herkes Mexico City’de toplanmış gibi. İstanbul’a çok benzediğini söyleyenlere şaşırdım zira Mexico City’den sonra İstanbul gözünüzde güzelleşiyor. Gelir farkı ve yaşam standartları arasındaki fark burada da çok belirgin, toplu taşıma araçları çok eski ve her saat kalabalık. Her vagonda mutlaka bir seyyar satıcı var, sihirbaz bir genç kadın bile izledik. Mexico City ikiye bölünmüş gibi, bir yanda yeni ve büyük yapılar diğer yanda banliyö tarzını koruyan ve içinizi açan mahalleler. Örneğin, Frida Kahlo’nun doğduğu ve Rivera’yla beraber yaşadığı Casa Azul’un (Mavi Ev) yer aldığı Coyoacan, restoranları, cafeleri ve evleriyle Mexico City’nin ferah yerlerinden biri. Konaklama için La Roma, La Condesa ve Avenida Amsterdam civarını tavsiye ediyorum, hem araçla merkeze çok yakın, hem güvenilir hem de şehrin en bohem, en rahat yerleri. Yeme-içme açısından oldukça zengin özellikle bir yeri tavsiye edemiyorum ama konaklama için önerdiğim yerlerde seçim yapmanızı önerebilirim. Bir tek önerim içkiler için: Licoreria Limantour, bütün kokteylleri muazzam, kaçırmayın. 

Mexico City: Antropoloji Müzesi’ni, şehrin ortasındaki devasa botanik bahçeyi, etrafındaki eski kraliyet sarayı ve Chapultepec kalesini, TemploMayor’u sırasıyla yürüyerek gezebilirsiniz. BellasArtes- Zocalo ve Katedral’i de sırasıyla yürüyerek gezebilirsiniz. Ulusal Antropoloji Müzesi beni büyüledi. Evrimle ilgili her bir detaya ve bütün Meksika halklarına, özellikle Aztek ve Maya kültürüne hakim olabileceğiniz bir tam günde rahatlıkla gezebileceğiniz bir müze.

Coyoacan’da ayaklarınız şişene kadar gezin, Frida’nın evini, Diego’yla beraber açtıkları Anahuacalli Müzesi’ni görün, Mercado de Coyoacan alışveriş için doğru adres. Zamanınız varsa Cineteca Nacional’da film izleyin. Tüm dünyada ezilen halklara saygı duruşu niteliğindeki MuseoMemoria y Tolerancia’yı gezemediğim için pişmanım. Toltek ve Zapotek piramitlerinin yer aldığı Teotihuacan antik kentine günübirlik gezi düzenleniyor, mutlaka gidin.

TÜRKİYE İLE BENZERLİKLER

Gündüz sıcak, akşamüstü yağmurlu, gece buz gibi havasına aldırmadan yazlık kıyafetlerimizle arz-ı endam ettiğimiz Meksika sokaklarında “Buenos Dias” ile başlayan ve çeşitli İspanyolca güzellemelerle devam eden, kornalarla süslenen laf atma seansları normalmiş efendim. Güzel ülkem sayesinde kondisyonum yerinde! Ülkede tacizin ve tecavüzün olduğunu biliyordum fakat Türkiye’dekine bu kadar benzeyen bir profil beklemiyordum. Kadınlar toplu taşımadan, iş yerine, sokaktan barlara kadar her yerde taciz ediliyor. Mobbing’in fazla olduğu ve buna uygun davranmak gerektiği bütün kadınlarca benimsenmiş. Sokakta şort ve etekle birini görmek zor. Yaşam koşullarıyla da tacizle de Meksika insanıyla bir ayna bakışında buluşuyoruz. Mexico City’de trafiğin yoğun olduğu saatlerde toplu taşımada kadınlar için ayrı vagon var. Belirli biniş alanları şu yazıyla kapatılıyor “Yalnızca kadınlar ve 12 yaşa kadar çocuklar.” Her durakta polisler var ve erkeklerin binip binmediğini kontrol ediyorlar. Yolda tanıştığım genç bir kadına gerekçesini sorduğumda bana beden diliyle erkeklerin toplu taşımadaki tacizini anlattı. Tabii ki erkeklerin olduğu vagona binebilirsiniz, sadece tercih. Dedim ya 6 bin mil ötede dahi insan insana benziyor. 
Her şey acı, sakız ve şekerlemeler dahil, dondurmanın üstüne dahi chili serpiyorlar. Acı değil demelerine güvenmeyin, her şeyde az da olsa chili var. Sokak yemekleri gerçekten ucuz ve lezzetli, sosisli, tacos, sincronizadas ve tortas benim favorilerim oldu, bir deelote denilen kremalı, peynirli haşlanmış mısırları. Gezemediğimiz doğal güzellikleri ve plajları bir yere yazdık. Sokaklar gerçekten tehlikeli olabiliyor ama küçük yerlerde yaşayanlarda tanıdık bir yardımseverlik var, Türkiye’den geldiğinizi öğrenince çok şaşırıyorlar ve neden orada olduğunuzu soruyorlar. Meksika’yı gerçekten tanımak için şehirler arasıotobüslerini kullanın hem yolların güzelliği hem de yol kenarında göreceğiniz gerçek Meksika için. Büyük şehirlerin trafiği, en az 5-6 çocuklu aileleri, kadınlara bakışları, illegallikle olan ilişkileri, eğitim durumları, sokak jargonları, hayatı yaşayışları başka dili konuşan Türkiye portresi çiziyor. Gitmeden önce Meksika’da öğretmenlerin çalışma hakkına karşı çıkan öğrencilerle polis arasında çatışma çıkmıştı ve 43 öğrenci polis-çete işbirliğiyle öldürülmüştü. Biz oradayken cesetler aranırken 60 toplu mezar bulunduğu haberi geldi. Uyuşturucu çeteleri, polis ve devletin işbirliğinde olduğu iddiası yaygın. Dönmeden birkaç gün önce uyuşturucu kaçakçılarını araştıran ve hükümeti eleştiren yazılarıyla bilinen ve sık sık tehdit aldığını söyleyen gazeteci Ruben Espinosa silahla vurularak öldürülmüştü. Acıyla, ölümlerle yaşamayı öğrenmişler, fakirliği her yerde görebiliyorsunuz. Yabancılık yaşamıyor, olanları anlamakta güçlük çekmiyor, Meksika’nın kendine has, bütün fakirliğine ve acılarına, kötü yaşam koşullarına rağmen her an eğlenebilen insanlarına hayran oluyor, onların neşesine kapılıyor, dönüşte yüreğinizin bir kısmını Meksika’da bırakıyorsunuz. 

Festival’den Kalanlar: Festival San Miguel ve Guanajuato’da gerçekleşti. “Rally Universitario” kapsamında misafir ülkeden gelen beş öğrencilik bir takım ve Meksika’nın çeşitli yerlerinden gelen Meksikalı öğrenci grupları olarak 48 saatte film çekip kurguladık ve yarıştık. Stres dolu fakat güçlü bir deneyim olarak hanemize yazıldı. Festival’de filmleri gösterilen yönetmenlerin başında Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Kaan Müjdeci vardı. Teşekkürlerimiz, Meksika’ya gidişimize ön ayak olan Ankara Sinema Derneği’ne.

**Gringo= Meksikalılar’ın genellikle Amerika Birleşik Devletleri vatandaşları için kullandıkları kelime. Bazen Avrupalı turistler için de kullanılıyor. Gringo, yeşil üniformalı işgalci ABD askerleri için kullanılan  “Green Go Home” sloganından türemiş. Günümüzde aşağılayıcı anlamından ziyade sokak jargonunda alaycı bir anlam taşıyor.

* Mehiko: Meksika’nın İspanyolca’daki telaffuzu.

*twitter:  @kucukbirkadin - 
[email protected]

ÖNCEKİ HABER

Yunan komünistlerin önerisi yüz yıllık acıları önleyebilirdi

SONRAKİ HABER

Linç ve vicdan

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...