11 Ocak 2005 23:00
Asayiş "fena halde" berkemal
Kimse alınmasın, gücenmesin ama ülkemizde asayişin "Resmi güvenlik güçleri"yle sağlanacağına pek inanmıyorum. Halk da inanmıyor ki, ya "özel polis" ayarlıyor ya da kendi işini kendi hallediyor.
Sosyetik hortumculardan lumpen hırsızlara dek hepsi kol geziyor. Bazı hırsızlar yakalanmıyor değil. Örneğin bir Amerikalı'nın arabasını ya da İzmir Valisi'nin korumasının silahını çalanlar, her ne hikmetse şıp diye yakalanıyor. Ama devleti ve halkı soyanlar?!..
İşte bunun için, örneğin İzmir'in göbeğindeki Kemeraltı Çarşısı'nda karakol olduğu halde, esnaf özelleştiriyor kendisinin malının korunma işini.
Susurlukçulardan, kontrcu'lara, hatta Haluk Kırcı gibi katillere dek bir yığın karanlık güçler korunuyor. Onlardan korunmamız için acaba bizlerin de, örneğin "özel kontrcu"mu tutmamız gerekli, bilemiyorum...
Güvenlik güçlerinin başarılı olduğu alanlar da var. Örneğin gençlerin, emekçilerin mitinglerinde ağırlıklarını koyuyorlar, bir de yazarların, yayıncıların evlerine, işyerlerine yaptıkları baskınlarda.
Polisle ilk tanışmam Babası halı tüccarı olan bir tanıdığım, evimden teyp ve plaklar çalmıştı. Adana'da gazetecilik yapan bir dostumun kardeşi, Sansaryan Hanı'nda Hırsızlık Masası Şefiydi. Şikâyet ettim. Bulmuşlar onu, "Sen B.Habora'nın evine girip, hırsızlık yaptın mı?" diye sormuşlar. O da "Yapmadım," deyince, soruşturmaya gerek görmemişler... Neyse, ben sonra çocuğu buldum, kelime oyunlarıyla itiraf ettirdim. Pek üzerine gitmedim, çünkü teyp zaten bozulmak üzereydi, plakları da yeniden aldım. Ama 1958'de olan bu olaydan sonra polise mesafeli yaklaştım, bu tip konularda. Daha sonra, 28 Nisan 1960 olaylarında Polis Şefi Bumin Yamanoğlu ve arkadaşlarıyla yüzyüze geldim. Turan Emeksiz'i şehit edenlerle, atlı polislerle, üzerimize gözyaşartıcı gaz sıkanlarla... Sonra 27 Mayıs oldu. Polis sindi. Ama 1970'lere doğru yine kendisini göstermeye başladı. Yayıncılığa yeni başlamıştım. Lenin, Stalin, Mao, Fidel Castro, Dimitrov ve benzerlerinin kitaplarını yayınladığım için, güvenlik güçlerinin "Tavaf" ettikleri bir türbe durumuna gelmiştim. Polisin gelmediği gün olunca, belki de şaşırıyordum. Ama o yıllarda da, ondan 20-25 yıl sonraları da, bugün de güvenlik güçleri hem kültürsüzdü, hem bilgiyle yüklü değillerdi. Sadece saldırıyorlardı...
12 Mart 1971 Günümüzde, yine her ne hikmetse, elini-kolunu sallayarak firar eden hortumcu Murat Demirel'in biricik amcası Süleyman Demirel (Yüreği nasıl dayanıyor acaba bu duruma Bay S.Demirel'in?), o gün saat 13.00'e dek Başbakan'dı. Ve o saatten sonra şapkasını alıp, tüydü. Ve 12 Martçılar düzen gereği yine yurtseverlere saldırdı. 47 kez evim ve bürom basıldı. Bir eve gelişlerinde, "I Am Adam" adlı İnligizce bir kitabı, adını Türkçe okuyarak, "Müstehcen bir kitap" bulduklarını sanan garibim güvenlik güçleriyle de karşılaştım, başka komikliklerle de... Bu komiklikler içinde, daha sonra Hasan Kıyafet'in toplatılan "12 Mart Fıkraları" başlıklı kitabına bile, bir fıkra olarak geçen, Selimiye serüvenim de vardı. Selimiye Kışlası'nda gözaltı bölümünden tutukevi bölümüne geçerken, üzerimde bir kağıt buldular. Kağıtta "Gül. Mar.Stew.-Mas. artı 40, eksi 60-Mil.300 kel" yazılıydı. Dönemin ünlü bir üstteğmeni bunu Beşiktaş MİT'e yolladıydı, şifreyi çözmek için. Daha sonra, aylarca bu "evrak"ımı almak için Selimiye'ye gittim. Ünlü MİT'imiz çözememiş ki, yanıt da, kağıt da gelmedi. MİT'in Allah'ını şaşırtmaya hiç gerek yoktu. Sorsalardı bana, anında açıklardım: "Kısaltarak yazdım. Gülen'de Mary Stewart'ın bir kitabı var; Masis'in 40 liralık kitabını satmıştım, 60 lira da posta kutusunun ücretini vermiştim; Milliyet'e de 300 kelimelik kitap ilanı borcum var..."
Fotoğraf ve film çekmeler Genellikle kendi araçlarına benzin parasını bile zor bulan (Hatta gün olmuştur, günde 5 litreden fazla benzin alamamışlardır) güvenlik güçleri, hikmetinden sual olunmayan Tanrım sayesinde emekçilerin, gençlerin, yani özetle söylemek gerekirse "Yurtseverler"in fotoğraflarını, filmlerini çekmek için her çeşit masrafı yapıyorlardı. Benzin parası nanay, kilometrelerce filme para gani... Bu filmler, fotoğraflar hiç mi işe yaramayacak? Bakın, Nazilerin yaptığı zulüm sırasında çekilen filmler, örneğin "Sıradan Faşizm" gibi tüm dünyaca seyredildi. Bizde de yavaş yavaş moda oluyor, sergilerde, televizyon belgesellerinde gösterilmeye başlanıyor. İlerde daha da genişleyecek bu. Ama adım gibi eminim bu filmleri, fotoğrafları çekenler, en basitinden kendi yakın çevreleri içinde bile kendilerini gizleyecekler... Birçok fotoğrafım çekildi. Ama Emniyet Film Şirketince ilk kez, 12 Eylül 1980'den sonraki bir mitingte çekildi. Saraçhane'deki mitinge, eski tüfek bir arkadaşımla gittim. Alanın ilk müşterisiydik. Baktım, ötelerde 3 kişilik film ekibi, filmimizi çekiyor. Çeşitli hareketlerle poz verdim. Kameraman polis bozuldu, yanıma gelip, "Ayıp ediyorsun" gibilerden bir şeyler söyledi. Neyse, ilerde benim filmlerim de oynar... Ama laf aramızda, güvenlik güçlerine benim güvenim yok, hiç olmazsa kendim hakkında... 1992'nin yazı. Büroma bir polis geldi. "Yahu Habora, sen ne zaman Bulgaristan'dan göç ettin?" diye sordu. Bulgar yazarlarının kitaplarını çıkarmakla ün kazanmışım ya, garibim emniyet, beni Bulgar sanıyor. Ve Gayrettepe'ye telefon etti: "Amirim, B.Habora Türkmüş, soyadı da Haborof değilmiş" diye... Ve yıl 1995. İzmir'de, Sevgi Yolu'ndaki barakamda kitap satarken yine polisler bastı. "Tedavülden kalkan" kitap listesiyle kitap toplamaya kalkıştılar... Ve bugün, hâlâ ellerinde yasak kitap listesiyle kitap toplamaya çalışıyor birileri ya da ellerindeki kameralarla film ve fotoğraflarını çekiyorlar emekçilerin, gençlerin. Öte yanda Murat Demireller de, Haluk Kırcılar da ellerini kollarını sallayarak tüyüyorlar... Birine soruyor televizyonda spiker, "YTL'nin sahte olup olmadığını nasıl anlıyorsunuz?" diye. Kişi yanıtlıyor: "Işığa tutuyorum, Mustafa Beyin resmi varsa, gerçek olduğunu anlıyorum." İşte Türkiye 2005... Gerisini boşverin...
Polisle ilk tanışmam Babası halı tüccarı olan bir tanıdığım, evimden teyp ve plaklar çalmıştı. Adana'da gazetecilik yapan bir dostumun kardeşi, Sansaryan Hanı'nda Hırsızlık Masası Şefiydi. Şikâyet ettim. Bulmuşlar onu, "Sen B.Habora'nın evine girip, hırsızlık yaptın mı?" diye sormuşlar. O da "Yapmadım," deyince, soruşturmaya gerek görmemişler... Neyse, ben sonra çocuğu buldum, kelime oyunlarıyla itiraf ettirdim. Pek üzerine gitmedim, çünkü teyp zaten bozulmak üzereydi, plakları da yeniden aldım. Ama 1958'de olan bu olaydan sonra polise mesafeli yaklaştım, bu tip konularda. Daha sonra, 28 Nisan 1960 olaylarında Polis Şefi Bumin Yamanoğlu ve arkadaşlarıyla yüzyüze geldim. Turan Emeksiz'i şehit edenlerle, atlı polislerle, üzerimize gözyaşartıcı gaz sıkanlarla... Sonra 27 Mayıs oldu. Polis sindi. Ama 1970'lere doğru yine kendisini göstermeye başladı. Yayıncılığa yeni başlamıştım. Lenin, Stalin, Mao, Fidel Castro, Dimitrov ve benzerlerinin kitaplarını yayınladığım için, güvenlik güçlerinin "Tavaf" ettikleri bir türbe durumuna gelmiştim. Polisin gelmediği gün olunca, belki de şaşırıyordum. Ama o yıllarda da, ondan 20-25 yıl sonraları da, bugün de güvenlik güçleri hem kültürsüzdü, hem bilgiyle yüklü değillerdi. Sadece saldırıyorlardı...
12 Mart 1971 Günümüzde, yine her ne hikmetse, elini-kolunu sallayarak firar eden hortumcu Murat Demirel'in biricik amcası Süleyman Demirel (Yüreği nasıl dayanıyor acaba bu duruma Bay S.Demirel'in?), o gün saat 13.00'e dek Başbakan'dı. Ve o saatten sonra şapkasını alıp, tüydü. Ve 12 Martçılar düzen gereği yine yurtseverlere saldırdı. 47 kez evim ve bürom basıldı. Bir eve gelişlerinde, "I Am Adam" adlı İnligizce bir kitabı, adını Türkçe okuyarak, "Müstehcen bir kitap" bulduklarını sanan garibim güvenlik güçleriyle de karşılaştım, başka komikliklerle de... Bu komiklikler içinde, daha sonra Hasan Kıyafet'in toplatılan "12 Mart Fıkraları" başlıklı kitabına bile, bir fıkra olarak geçen, Selimiye serüvenim de vardı. Selimiye Kışlası'nda gözaltı bölümünden tutukevi bölümüne geçerken, üzerimde bir kağıt buldular. Kağıtta "Gül. Mar.Stew.-Mas. artı 40, eksi 60-Mil.300 kel" yazılıydı. Dönemin ünlü bir üstteğmeni bunu Beşiktaş MİT'e yolladıydı, şifreyi çözmek için. Daha sonra, aylarca bu "evrak"ımı almak için Selimiye'ye gittim. Ünlü MİT'imiz çözememiş ki, yanıt da, kağıt da gelmedi. MİT'in Allah'ını şaşırtmaya hiç gerek yoktu. Sorsalardı bana, anında açıklardım: "Kısaltarak yazdım. Gülen'de Mary Stewart'ın bir kitabı var; Masis'in 40 liralık kitabını satmıştım, 60 lira da posta kutusunun ücretini vermiştim; Milliyet'e de 300 kelimelik kitap ilanı borcum var..."
Fotoğraf ve film çekmeler Genellikle kendi araçlarına benzin parasını bile zor bulan (Hatta gün olmuştur, günde 5 litreden fazla benzin alamamışlardır) güvenlik güçleri, hikmetinden sual olunmayan Tanrım sayesinde emekçilerin, gençlerin, yani özetle söylemek gerekirse "Yurtseverler"in fotoğraflarını, filmlerini çekmek için her çeşit masrafı yapıyorlardı. Benzin parası nanay, kilometrelerce filme para gani... Bu filmler, fotoğraflar hiç mi işe yaramayacak? Bakın, Nazilerin yaptığı zulüm sırasında çekilen filmler, örneğin "Sıradan Faşizm" gibi tüm dünyaca seyredildi. Bizde de yavaş yavaş moda oluyor, sergilerde, televizyon belgesellerinde gösterilmeye başlanıyor. İlerde daha da genişleyecek bu. Ama adım gibi eminim bu filmleri, fotoğrafları çekenler, en basitinden kendi yakın çevreleri içinde bile kendilerini gizleyecekler... Birçok fotoğrafım çekildi. Ama Emniyet Film Şirketince ilk kez, 12 Eylül 1980'den sonraki bir mitingte çekildi. Saraçhane'deki mitinge, eski tüfek bir arkadaşımla gittim. Alanın ilk müşterisiydik. Baktım, ötelerde 3 kişilik film ekibi, filmimizi çekiyor. Çeşitli hareketlerle poz verdim. Kameraman polis bozuldu, yanıma gelip, "Ayıp ediyorsun" gibilerden bir şeyler söyledi. Neyse, ilerde benim filmlerim de oynar... Ama laf aramızda, güvenlik güçlerine benim güvenim yok, hiç olmazsa kendim hakkında... 1992'nin yazı. Büroma bir polis geldi. "Yahu Habora, sen ne zaman Bulgaristan'dan göç ettin?" diye sordu. Bulgar yazarlarının kitaplarını çıkarmakla ün kazanmışım ya, garibim emniyet, beni Bulgar sanıyor. Ve Gayrettepe'ye telefon etti: "Amirim, B.Habora Türkmüş, soyadı da Haborof değilmiş" diye... Ve yıl 1995. İzmir'de, Sevgi Yolu'ndaki barakamda kitap satarken yine polisler bastı. "Tedavülden kalkan" kitap listesiyle kitap toplamaya kalkıştılar... Ve bugün, hâlâ ellerinde yasak kitap listesiyle kitap toplamaya çalışıyor birileri ya da ellerindeki kameralarla film ve fotoğraflarını çekiyorlar emekçilerin, gençlerin. Öte yanda Murat Demireller de, Haluk Kırcılar da ellerini kollarını sallayarak tüyüyorlar... Birine soruyor televizyonda spiker, "YTL'nin sahte olup olmadığını nasıl anlıyorsunuz?" diye. Kişi yanıtlıyor: "Işığa tutuyorum, Mustafa Beyin resmi varsa, gerçek olduğunu anlıyorum." İşte Türkiye 2005... Gerisini boşverin...
Evrensel'i Takip Et