05 Kasım 2015 00:48

Semih Gümüş: Devletin karanlığını yazmaya yaşadıklarım yetti

Eleştirmen Semih Gümüş’le kaleme aldığı ilk romanını, kitabın yazılış sürecini ve eleştirmen kimliği ile kendi romanına baktığında neler gördüğünü konuştuk.

Paylaş

Hakan GÜNGÖR
İstanbul

Eleştirmen kimliği ile tanınan, aynı zamanda Notos öykü dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapan Semih Gümüş, ilk kez bir roman kaleme aldı. “Belki Sonra Başka Şeylerden de Konuşuruz” adlı romanında fikirlerinden dolayı işkence gören Sinan’ın travmalarını atlatmak için kendine yeni bir hayat kurma arayışını anlatıyor. Bir sahil kasabasına yerleşen Sinan, çevreyi, doğayı, en çok da kendini tanımaya çalışıyor. Gümüş, her yıl kısa süre de olsa İstanbul’dan uzaklaşıp pek az insanın bulunduğu, henüz pek keşfedilmemiş bir yere gittiğini belirterek, “Romanı yazmaya orada karar verdim. Ve karşıma ansızın çıkan o orman baykuşu ile aramda bir ilişki kurulmaya başlayınca. Öte yandan, öykü ve romanla iç içe olup okuduklarımı her zaman nitelikli biçimde okuma çabam derinleştikçe, çevremdekilere yansıtmasam da, istediğim gibi bir roman yazma hayali gerçekliğe dönüşmeye başlamıştı bende.Yazmak istediklerim olduğunu da görüyordum” diye anlatıyor romanın zihninde olgunlaşma sürecini.

DEVRİMCİ SINIFSAL KİMLİĞİNİN ÖTESİNE GEÇER

“Romanın kahramanı Sinan bir küçük burjuva aydını olarak bireyselliğe dönen ve aslında mücadeleyi bırakan biri olarak görülebilir mi?” sorusunu yönelttiğimizde şu yanıtı veriyor Gümüş: “Yaşadığımız siyasal hayatın içinde canını feda edenlerin sınıfsal kimliğinin ‘küçük burjuva’ olarak nitelenmesini doğru bulmuyorum. O basit bir sınıf adı; kitapta yazar, hayatta karşılığını tam bulmaz. Bugün de gerçekliğini yitirmiş durumda.”  

“Bir sosyalist, devrimci hayatını ortaya koyduğu andan sonra sınıfsal kimliğinin çok ötesine geçmiş” diyor Gümüş; “Orada kimin nereden geldiği önemini yitirir. Sinan yaşadıklarını özverili ve nitelikli biçimde yaşamış, sonra koşullar onun yalnız kalmasına neden olmuş. Yani orada mücadeleyi bırakmak ya da bırakmamak gibi bir durum yok. Sinan için hayat öyle bir noktada düğümleniyor. Biz de Sinan’ın yaşadıkları kadar sahici hayatlar yaşadık. Olumlu, ümitli bir sonu yok romanın, o da doğru. Karamsar, kötümser. Hayat gibi.”

GİTTİĞİNİZ YERİ İÇSELLEŞTİRMENİZ YETMİYOR

Peki Sinan’ın yaptığı gibi “gitmek” şart mı? Yeni bir hayat mevcut koşullar içinde ve o koşullara rağmen kurulamaz mı?  “Kendimize yeni bir hayat kurabiliriz elbette. Bütün bir hayat için de o hayalden vazgeçmiyoruz” diyor Gümüş ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ama Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz’da Sinan gitmek zorundaydı. Bizim de aklımızdan geçiyor gitmek. Gidemiyoruz ya da gitmiyoruz. Gitsek de kurtulamayacağız bu ülkenin acılarından.”

Kentte hırpalanan birinin taşraya, köylere taşınmasının da ayrı güçlükleri var. Gidilen yerde “yaban” olmak, görülmek gibi. Bununla ilgili olarak “Kuşkusuz çok zor. Sinan böyle bir zorluk karşısında kalıyor ve onu yenemiyor. Gittiğiniz yeri sizin içselleştirmeniz yetmiyor, o yerin de sizi kabul etmesi gerekiyor. Bu da çoğu kez başarılamıyor” diyor Gümüş. Kültür farkını yenmenin zorluğuna dikkat çekiyor ve “Kendimizi en iyi hissettiğimiz yer evimiz ve yakın arkadaşlarımızın bulunduğu yer değil mi? Hayatımın yarısı Ankara’da geçti. Sonra bizim kuşağımız 12 Eylül ile birlikte Ankara’dan İstanbul’a bir büyük göç yaşadı. Kendini korumak, gizlemek için. Ben de 1985’te geldim İstanbul’a. Bu toplumun siyasal, kültürel hayatında çok önemli bir yer değiştirmedir bu, hüzünlüdür. O zamanlar Ankara güzeldi, çünkü evimiz ve bütün arkadaşlarımız oradaydı. Şimdi Ankara çok çirkin bir şehir gibi görünüyor gözüme, çünkü şehir kötü ama arkadaşlarımız da kalmadı orada” ifadelerini kullanıyor.

KİTABI GİZLEYEREK YAZDIM

Gümüş’e kitapta geniş yer bulan işkence bölümlerini yazabilmek için nasıl bir çalışma yürüttüğünü soruyoruz; “Bu ülkenin siyasal tarihinin neredeyse son elli yılına içerden tanıklık ettiğim bir hayatım oldu. Sayısız insan tanıdım. Önümüzde arkadaşlarımız öldürüldü, devletin karanlığını, şiddetini, yeraltını yaşadık. Yaşadıklarım ve gördüklerim yazmam için yeterliydi, ayrıca kimseyle konuşmadım. Hem ben bu romanı iki buçuk yıl boyunca en yakınlarımdan bile gizleyerek yazdığım için, konuşamazdım” diyor.
Kitapta göze çarpan bir diğer unsur da doğa ile ilgili gözlem ve betimlemelerin yoğunluğu. Bunun fark ediliyor oluşu ve sözünün edilmesinin kendisini sevindirdiğini söylüyor Gümüş; “Doğa romanın başlıca üç sorunundan biri. Her yıl o gittiğim yerde uzun uzun bakarım dağlara, ağaçlara, çalılara, çiçeklere, otlara, denize, bulutlara, kayalara, keçilere, kuşlara, böceklere. İyi tanımaya çalışarak. Sonra romanı yazmaya başlayınca eksiklerimi kapamak için ayrıca okudum, ağaçları yazarken ağaçlar, kuşları yazarken kuşlar üstüne. Sonrası sizin zihninizde canlanıyor artık.”

KİTABIM YAYINLANINCA HEMEN OKUMAYA CESARET EDEMEDİM

Semih Gümüş eleştirmen kimliği ile tanınan bir isim. Eleştirmen bakışıyla romanına tekrar göz attığında neler gördüğünü merak ediyoruz. “Doğrusu” diyor, “Kitap yayımlandıktan sonra hemen okumaya cesaret edemedim. Bir süre sonra gene de dayanamayıp rastgele karıştırdım. Yalnızca eleştiri yazarında değil, kendi yazdıklarına karşı her yazarda olması gereken o eleştirel bakış, yazma sürecinde önemliydi. Her sözcüğünü, her cümlesini uzun uzun düşündüm elbette, sayısız kez okudum. Artık yayımlandı, yapabileceğim bir şey yok.”

Semih Gümüş’e “Roman yazma deneyimi ile kimi yazarlara ve eserlerine eleştirmen olarak haksızlık ettiğinizi düşündünüz mü?” sorusunu yöneltiyoruz. “Ben eleştiri yazılarımda otuz beş yıldır kimseye haksızlık etmedim ki. Yanlış anlaşılmama neden olan bir açıklamam vardı, sonra onun özeleştirisini de yaptım. Romanlar ve öyküler üstüne yazdıklarımda tek bir kişiye haksızlık ettiğimi düşünmüyorum. Çünkü ben hemen hep yalnızca sevdiğim, değerli bulduğum kitaplar üstüne yazdım. Eleştiri anlayışım bu. Çünkü iyi eleştiri iyi kitaplardan çıkar, sonra da onlardan bağımsızlaşır” diyor. Başka eleştirmenlerin ve okurların romanla ilgili tepkileri hakkında ise “Yazılanlar çok olumluydu” diyor Gümüş ve ekliyor: “Bütün yazdıkları doğruysa, sevinirim elbette. Sözlü olarak aldığım tepkiler de hep olumlu oldu, az çok tanıdığım okurlar, iyi okurlar, arkadaşlarım, sosyal medyadan yakınlık kurup da kendilerini hiç görmediğim kişiler... Hem benim romanda özellikle okunmasını istediğim biçimde okuyan çok kişi olduğunu gördüm, sevindim.”

ÖNCEKİ HABER

Volkanik küller 700'e yakın uçuşu iptal ettirdi

SONRAKİ HABER

Kıyıma karşı direnen Mersinli cam işçileri dayanışma bekliyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...