Taraf olmak/tarafsız kalmak
Hediye LEVENT*
Savaşın bütün şiddetiyle ve birçok noktada devam ettiği bir ülkede cesetleri kim sayar? Uluslararası haber ajanslarının çoğunlukla teyitli bilgi gibi aktardığı ölü sayısının kaynakları kimlerdir? Uluslararası müdahaleye zemin hazırlayan en önemli faktörlerden biri olan ölü sayısı istatistiklerinin güvenilirliğinden ve o insanların kim/kimler tarafından öldürüldüğünden nasıl emin olunabilir?
Savaşın taraflarından biri basın üzerinde ağır denetimi ve her şeyi saklaması ile, diğeri sosyal medya dahil iletişim kanallarını aktif ve manipulatif kullanması ile meşhursa akan bilgiler hangi kriterlere göre ayıklanır? Bu bilgiler aktarılırken “olası, iddia, manipülasyon amaçlı” şeklinde neden derecelendirilmez?
Onlarca ülkenin taraf olduğu bir savaş neden sadece diktatör bir yönetim ve özgürlük aşkıyla silahlanmış muhalifler arasındaki bir mücadele seviyesinde aktarılır? Göz önündeki Irak ve sıradanlaşmış Afganistan haberleri bölgedeki diğer ülkelerde olan biteni değerlendirirken neden bütünün parçaları ya da birbiriyle ilişkili olarak okunmaz?
Haberlerdeki anahtar kelimeler ya da haberin kodlamasına neden dikkat edilmez? Mesela uluslararası haber ajanslarının Suriye’ye dair bir haberinde kullandığı Sünni, Alevi, Şii gibi kelimeler kahvesi eşliğinde gazetesini okuyan bir İngiliz ile bir Türk vatandaşına aynı şeyi mi anlatır? Birçok İngiliz’in belki de hayatı boyunca cümle içinde bile kullanmayacağı bu kelimeler en fazla endemik bir limon türü kadar anlam ve gereklilik ifade ediyorken Türkiye’de yaşayan birinin algısını nasıl şekillendirir ve eyleme geçmesine yol açar mı?
Batı basını sahadan sıcak ancak yüzeysel haberler aktaran muhabirlerine bölgeyi ve dilini bilen akademisyen ve uzman gazetecilerle destek verirken Suriye’nin sınır komşusu olan Türkiye’nin savaşı batılı algı ve değerler bütününe göre kodlanmış haberleri kopyalayıp yapıştırarak süreci takip etmesi ne kadar sağlıklıdır?
Irak işgaline zemin hazırlayan “Saddam’ın kimyasal silahları” konulu haberlerin sık sık işlendiği Batı basınının bugün o haberlerini eleştirmeye başladığı neden göz ardı edilir?
Neden savaşın taraflarından birinin başına gelen her şey basında geniş bulurken hatta hastane bombalamak gibi “küçük eylemlerine” göz yumulurken diğer taraf tamamen simsiyah resmedilir?
On binlerce insanın öldüğü ve birbirinden ürpertici binlerce hikayenin yaşandığı bir savaşta taraflardan birinin melek diğerinin şeytan olarak resmedilmesi gerçeklik kriterleri ile ne kadar örtüşür?
Suriye örneğinden devam edecek olursak, Arap isyanından önce Fransa Cumhurbaşkanı dahil birçok batılı ülke dışişleri bakanları ve yetkililerinin ziyaret ettiği, anlaşmalar imzaladığı Suriye’nin diktatör yönetim anlayışı o günlerde fark edilmedi mi? Türkiye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yapacak kadar “iyi ilişkileri” olan Suriye 3 yıl önce dost ve kardeş ülke iken cezaevlerinde işkence, basın ve düşünce özgürlüklerinin ensesinde istihbaratla yaşayan, tek parti tahakkümü ile yönetilen bir ülke olduğu gerçeğini nasıl kamufle etti?
3 yıl öncesinde Esad yönetimi ülkedeki Kürt hareketlere yönelik operasyonları ile Türkiye’de manşetlere yerleşirken 2011 başlarında “azadi-özgürlük” sloganları ile yürüyen Kürtlerin “Esad yönetimine başkaldıran muhalifler” olarak haberlerde yer alması nasıl açıklanabilir? Kürtler mi değişti Esad mı? Yine 2011’e kadar “İsrail’e karşı oluşturulan direniş hattının kalesi olan Suriye” birkaç ay içinde bütün kutsallarını yerle bir edip “Sünnileri katleden kafir Alevi yönetimi” algısına nasıl yerini bırakabildi?
Resmi açıklamalarda “Türkiye’nin iç sorunu” olarak tanımlanan Suriye’yi Türkiye’deki uzmanlar ve gazeteciler ne kadar tanıyor? Ülke içindeki dinamikler ve dengeler, halkın genel eğilimleri, korkuları, kutsalları gibi savaşı değerlendirenlerin bilmesi şart olan unsurları analiz edebilecek akademisyen ve gazeteci sayısı nedir? Gazeteciler bir yana, “Orta Doğu uzmanı” sıfatı taşıyan akademisyenlerin kaçı bölgeyi ve Arapça’yı biliyor? Çoğunlukla İngilizce üzerinden ya da bir tercümanın dürüstlüğüne emanet edilmiş bilgilerle kamuoyu algısı yaratılmasının sonuçlarını hesap etmek mümkün mü?
Neredeyse 3 yıldır devam eden savaş boyunca hiçbir öngörüsü, varsayımı, analizi tutmayan akademisyen ve gazetecileri nasıl adlandırmak gerek? 2011’in başından itibaren “Suriye’de El Kaide uzantılı yapılar sahada aktif olarak savaşa katılıyor” diyenleri linç etmeye meyilli insanların El Kaide’nin Türkiye sınırında ve giderek güçlenen bir yapı olmasındaki payı göz ardı edilebilir mi?
Uluslararası basın ve siyasi çevrelerde “temel değerlere, haklı ve haksız taraflara” dair haber dili ve resmi açıklamaların hedef değiştirmesi nasıl açıklanabilir? Yoksa “mağdur ve zalim” uluslararası konjonktüre göre mi belirlenir? Suriye’de baskıcı bir yönetim anlayışının değişmesi için ayaklanma hakları ellerinden alınan insanlara “kimi/hangi tarafı ve neden desteklediği” sorusunun savaş 3. yılına girerken sorulması hangi basın meslek ilkesi ile açıklanabilir?
Her biri binlerce örnek ve acı hikaye ile örneklendirilebilecek yüzlerce soru sorulabilir. Bunca sorunun ve her şeyin birbirine karıştığı toz bulutu içinde bütün ilkelerine sadık kalarak gazetecilik yapmak hayati risklerle birlikle elbette mümkün değil. Ancak sorularla, aktarılanlara eleştirel yaklaşımlarla, ülkenin ve insanların gün gün yıkımına şahit olarak savaşı anlamaya/aktarmaya çalışmak elbette mümkün. Meslek ilkeleri bir tarafa birçok insani değeri de yerle bir eden Suriye’deki ayaklanma dönemi gazetecilerin “tarafsız görünmek ve yaftalanmamak için taraf olmaya” zorlandığı, uluslararası toplum ve medyanın aksine görüş/haber aktaranların bedel ödediği bir dönem oldu. Suriye’deki ayaklanma ve iç savaşı “tarafsan tarafsızsın” ve “gazetecilik nasıl yapılmaz” sorusunun kanlı örneği olarak özetlemek abartılı olmaz.
*Gazeteci
Evrensel'i Takip Et